Sanat sepet servisi-Ocak
National Portrait Gallery - Londra
Bazı kelimelerin ve cümlelerin önlerinden, yanlarından, artlarından geçeriz de bize seslenişlerini duymayız. Bahsedeceğimiz sergiye ad olan Who Are You? da aynı seslenişi yapmakta, duymakta ve/fakat anlamadan yanından geçip gitmekteyiz. Dünya üzerindeki halimiz de aynı değil mi? Geçip gitmekteyiz pek çok şeyi duymadan, görmeden, anlamadan. Oysaki bu soruyla karşılaştığımızda ne de kolay cevap veririz: "Ben filan filan filanım" diye. Soru bir daha yöneltilse bu sefer "Ben falancanın oğluyum, kızıyım, eşiyim, anasıyım, babasıyım, dedesiyim, torunuyum, sevgilisiyim" şeklinde ilişkiler üzerinden bir sürü farklı tanım daha. Hadi soru bir daha gelsin, "Ben şunları, bunları yapan kişiyim." Bir kez daha ol soruyla muhatap, "Ben aslında tüm bunların ötesinde şöyle şöyle biriyim, ama kimse bilmez"lere yol veren başka başka, yeni yeni tanımlar. Kendine yakıştırdığın ve de yapıştırdığın kimlikleri bir bir soyduğunda, soru bir daha bir daha karşına çıktığında elinde ne kalırsa (ki bir şey kalır mı acep?) işte 'o' sundur sen aslında. Ama bunu kendimize sorar mıyız, sormayız, çünkü elimizde ne kalacağı, bir şey kalıp kalmayacağı sorusu korkutucudur, ürpertir. Demek ki 'ben' dediğimiz aslında içi bomboş bir kelimedir. Adı geçen sergi, National Portrait Gallery'nin birinci katında 19'uncu ve 20'nci yüzyıla ayrılmış kalıcı eserlerin arasına serpiştirilmiş bir şekilde karşınıza çıkmakta. Size bir yol haritası verilmesinin ardından güzergâh boyunca katın daimi konuklarının arasında misafirliğe gelmiş eserlerin izini sürmeye başlayacaksınız. Gönül isterdi ki daha erken tarihli kurumlu ve çalımlı portrelerin arasında yapılsın yerleştirilmeleri ve öyle seyreyleyelim Grayson Perry'nin 14 portresini. Mesela Tudor hanedanı üyeleri ile bakışsaydılar fena mı olurdu? Olsun, bu haliyle de sergileme yöntemlerine takmış biri olarak her yeni nefese verdiğimiz kıymetten bu sergi de nasibini alsın. Müzelerin kendi koleksiyonlarını yeniden görünür kılmaları, eski ziyaretçilerini yeniden kapılarından buyur etmeleri için bu şekilde koleksiyonlarıyla geçici sergi paslaştırmaları işe yarayan bir taktik. Burada hoş olan, muazzam bir portreler diyarı olan bu galeride 'Who are you?' sorusunun yankısı. Sanatçı soruyu kendi eserleri üzerinden sorgulamanın dışında seyircisine ve 15 Mart'a kadar konuk olduğu mekânın ebedî istirahatgahlarında yerleşmiş diğer zatlara da sorusunu yöneltmekte 'sen kimsin' diye.
Sanatçı daha çok statik mi, standart mı desek uygun olur, yerleşmiş kimlik tanımları yerine gerek din gerek cinsiyet değişmeleri, gerek hafıza gerek fiziksel yeti, hatta statü kayıpları sonrası değişen kimliklere odaklanmış. Bu değişme ve yitimlerin bir anlamda bizi inşa eden katmanlara yenilerinin eklenmesi ya da bazı katmanların aradan çekilmesi sonucu kişilerde oluşan yansımasına eğilmiş. Portrelerde Kraliçe Elizabeth de var, Afgan savaşı tasvirleri de, Modern Family ismini verdiği iki babalı çocuk figürü de var, sanatçının alter egosu Claire de, itibarını kaybetmiş politikacı da var, evsiz insanlar için çalışan ve kendilerine Jesus Army diyen insanlar da.
Konsept itibariyle çok rahatlıkla bizde örneklerinin çuvalla görüldüğü şekliyle öteki/başkası kavramları üzerinden inşa edilebilecek sergi metinlerinde hiçbir şekilde bu kavramlara rastlanılmaması (ki gözden kaçırma ihtimalimi de teslim ederek) takdire şayan. Çünkü bu kavramlardan uzak durmak, özellikle kullanmamak, bu kavramlara olan hassasiyetin göstergesi değil midir? Yoksa aman farklı kimliklerin elinden tutalım, hadi onları ihya edelim, en azından görünür kılalım, üzerinden nemalanalım diyen sanatçılara karşı bu da benden gelsin: Who are you?
Eserlerden 'Memory Jar' isimli olanı seramik bir vazo. Esere konu olan kişinin sadece geçmişini değil kimliğini de unutması sorun edilmiş. Belki de kavanozda biriktirilmek istenen tüm yitirilenler. Ve bir kap formu da kişinin içi bazen dolu bazen boş kendi kabına, kalıbına işaret olsa gerek. Seramik üretim ise insanoğlunun bir hamleyle dağılıp un ufak hale gelivermelerine gönderme midir? Sonuç olarak sanatçının portrelerinin çoğunu alışılmadık şekilde seramikten ve bu formda üretmesi, meselesiyle gayet örtüşmüş hissi veriyor.
Sanatçının diğer eserlerinde de konu-malzeme örtüşmesine önem verdiğini görüyoruz. Mesela Comfort Blanket adlı eseri bir duvar halısı. Bu halıda İngiliz kimliğine dair parçalar birbirine eklenmiş, ince ince dokunmuş. Dokuma, yüzeyde yer alan her bir temsilin birbiriyle güçlü ilişkisine ve sökülüp alınamazlığına işaret ediyor. Halıdan ne kraliçeyi çıkarabilirsiniz, ne de 'fish and chips'i. En güzel kısım ise bir İngiliz vatandaşının tasviriydi.
İpek üzerine baskı bir diğer eserinde de sanatçı, ipeği ve eserin konusunu birbirine koza örer gibi örmüş. Asford Hijab adlı eser, Müslümanlığı seçmiş bir kadının yeni kimliği üzerine. Bir eli alışveriş merkezindeki arkadaşlarında/çocuklarında, diğer eli Kâbe'nin yanı başındaki yeni arkadaşlarında, gerilmiş, ama yüzü kutsala dönük ve tebessüm eden bir kadın karşımızdaki. Dönüş hikâyesinden etkilendiğini belirten sanatçı, eserinde yer verdiği iki mekânı da birer sığınma mekânı olarak gördüğünü, bu anlamda aralarında bir paralellik kurduğunu söylüyor.
Zeugma Mozaik Müzesi - Gaziantep
Yol alma demişken, yola çıkmak tamam ama yol kat etme hususunda şüpheleri olan birisi olarak, bir sonraki durağımız Zeugma Mozaik Müzesi bu şüphelerimi destekleyen örnekler sundu şahsıma. Her bir köşesinde yer alan güzellikler ve dokunuşlar milattan az öncesi ve az sonrasına tarihlenen örneklerden bugüne hiç de yol falan kat edilmediğinin sanki bir özeti idi. Size de öyle olmaz mı? Elinize geçen bir minyatürlü yazma, ta Orta Asya'dan bir metal aksam, yüzyıllar öncesinden bir mısra veya klasiklerden bir bestenin tınısıyla karşılaşma anınız aradaki uzaklığı ve uçurumu gözler önüne sermez mi? Zevkin, letafetin ve zarafetin büyüsüyle çarpılmaz mısınız? Ben bu inceliklerin ne kadar uzağına düşmüşüm (her anlamda düşmek!) diye hayıflanmaz mısınız? Yol alma, yollar kat etme derken yanlış yol tercihlerinden midir bir türlü arpa boyu ilerleyemeyişlerimiz? Yoksa yanlış yol arkadaşları seçmemizde veyahut gözlerimizde midir problem? Cevaplar belirsiz, ancak geçmişten çıkıveren her güzellik, mutluluk vermesinin yanında yeislere de sürükler durmadan.
Bu mekânda hayranlığımızı celbeden, mozaiklerin bizatihi kendi iç mantığı idi. Tek başına hiçbir anlamı olmayan küçücük taş parçacıkları ne kadar çok sayıda, ne kadar farklı renkte yan yana gelirlerse o kadar muhteşem kompozisyonlar oluştururlar. Bu çoğulluk ve de bütünlük fikri o zamanın ruhu içinde geçerli değil midir? İnsanlar doğaları ile Tanrıları ile barış içinde, kimi zaman el ele hatta koyun koyuna mutlu mesut yaşarlar, bazen onları kızdırdıkları da olur ama bir kurban, bir canıgönülden af dileme ile tekrar arayı düzeltirler. Müzeye girdiğinizde sizi karşılayan iki stel bu yakınlığın güzel örneklerini sunar bizlere. Antiakhos'un Herakles ve Helios ile tasvirleridir bunlar.
Steller size hoş geldin dedikten sonra asıl müzeye sebep teşkil eden mozaikler, malum olduğu üzere baraj inşaatı sebebi ile sular altında kalacak olan Zeugma kentine aitlerdi ve oradan sökülerek taşındılar. Bu eserler için özel olarak inşa edilen müze, yetkililerin meseleyi gayet ciddiye almasıyla taşınan -taşınmaz varlıkları!- kendi doğal hallerindelermiş gibi bir sergileme yöntemi ile sunmayı benimseyen/önemseyen bir yaklaşımla hareket ettiler. Üst üste yığılan değil kendi özel platformlarında sergilenen eserlerin tamamı bir mizansenin parçası. Hatta geldikleri yerin panoramik manzarası dahi mekâna taşınmış. Aynı bulundukları halleriyle yeniden kurulan Poseidon ve Eupharates villaları gibi. Taşınan aslında villalar değil bir nevi 2000 yıl öncesi.
2000 yıl öncesinden bugüne taşınanlar sadece taşlar, mozaikler, duvar resimleri, steller, türlü türlü hayvanlar, tanrılar ve tanrıçalar değil, iki figür ve iki bakış var ki, onlar da zamanımıza taşınmış, kaç bin senedir bakmaya devam ediyorlar önlerinden geçip gidenlere. Biri 'Çingene Kızı' adı ile bilinen karanlık bir labirentin sonunda karşınıza çıkan ve nereye giderseniz sizi takip eden yumuşak ve munis bakış, diğeri ise Mars heykelinin alev saçan gözlerinin sizi suçlayan bakışı. Öyle sert bir bakış ki, şöyle demekte sanki; "Ey İnsanoğlu sen zannetmektesin ki savaş tanrısı olmamdan dolayı tüm savaşların suçlusu benim. Oysaki hiçbir savaşı ben çıkarmadım, hepsi senin eserin, bu ithamından dolayı sana çok kızgınım ve görüyorum ki sen hep aynı sensin. Ve soruyorum sana, hakikaten aslında sen kimsin?"
ZEYNEP GÖKGÖZ KiMDiR? Sanat Tarihi mezunu.