Osmanlı tokadı ışın kılıcını döver mi?
Torunla oturduk televizyonun karşısına, gelin de sağolsun çayımızı meyvemizi eksik etmedi, başladık ben şehir dışına tayini çıkan taze öğretmen torunuma patik örerken izlemeye. "Tey tey tey, Âteşîn Hanım," diye hayıflanmadım da değil kendi kendime, "rahmetli anacığın 'Her ilmeğinizde Allah deyin' derdi, sen dizi izleme peşindesin." İşte bu yüzden ben ahir zaman insanıyım da, anacığım değildi.
"Şu adamlar bizi adam etmeye uğraştıklarının yarısı kendilerini düzeltmeye uğraşsalar dünya çiçek gibi olurdu. Zaten nur içinde yatsın, benimki de böyleydi rahmetli" diye kendi kendime homurdanmaya başlamıştım ki dizinin başrol oyuncusu kız çıktı sahneye. Adı ne, tahmin edin? Tabii ki Konstantina. Boyu devrilip altında kalasıca babası bir Bizans soylusu. Konstantiniyye'yi Osmanlı'nın elinden kurtarma harekatının bir aracı olarak Konstantina'yı, biricik kızını Fatih'e yem niyetine ikram etmeyi kuruyor. Fatih'le Konstantina yakınlaştığında, kızına verdiği zepzehirli hançerle kızının hükümdarı öldürmesini istediği planını kızına anlatırken sinirle güdümlü ve tecrübeli anne terliğimi ekrana fırlattım. Kız da bir içim su, pek güzel maşallah. Nitekim dizideki asil ve soylu hislerin insanı II. Mehmet, bu ikram teklifi karşısında Konstantina'nın babasına kükreyerek: "Bu teklifinizle hem kendinizi hem kızınızı hem de beni küçük düşürdünüz. Siz beni basit bir köle taciriyle, uçkuruna düşkün tekfurlarınızla, o soylu dediğiniz putperest pespayelerle karıştırdınız. Biz feth-i Konstantiniyye'yi tasallut-u ırz için değil, rıza-ı aşk için talep ederiz, atın şu densizi. Bizim ahlaktan nasibini almamışların yardımına ihtiyacımız yok" deyince içimin yağları da erimedi değil hani şimdi. Yalnız, bu asil kovuşun hemen ardından kızcağıza yanaşıp Avnî'den (yani kendinden) "Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana / Âşikâr olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana" beyitini okuyunca "Sen de mi Fatih?" diye sormadan edemedim.
Galiba bir tek Fatih'le Konstantina'yı izleyeceğiz derken iki şahbaz çıktı karşımıza, torunu da kendinden geçirerek: Vazifelerini yerine getirmedikleri için Akşemseddin tarafından cezalandırılarak bugüne gönderilen iki yeniçeri; Doğan ve Şahin Beyler. İsimlerini duyunca içimden "Kartal ve Murat Beyler neredeler?" diye sorasım geldi. Diziyi aldılar Fatih'le Konstantina'nın elinden, evirip çevirmeyebaşladılar. Bütün olaylar onların etrafında dönüyor. Şöyle yan gözle baktım da bizim sıpaya, ekranın ağzına düşmüş, gıkını çıkartmadan izliyor yeniçerileri. Dikkatimi gören gelin, çayımı tazelerken eğildi kulağıma: "Yeni kahramanları bunlar anne, dilinden düşürmüyor hiç." Aman, isabet olmuş. Oğlan bir gün torunla beni sinemaya götürmeye heves etmişti. Laf aramızda severim ben vurdulu kırdılı filmleri, onlar oradan vurdukça ben geçmişteki hüzünlerin kafasına iniyor yumruklar gibi hayal ederim, rahatlarım. Bunu bildiğinden gürültülü bir filme soktu bizi. İzlemez olaydım. Canavar mı desem, aptal mı desem, bir sürü acayip adam, yok çocuk gibi donlarını pantolonlarının üzerine giymişler yok suratlarına maske takmışlar, oradan buraya hoplayıp duruyorlar. "Bu nedir, beni neye getirdiniz siz?" diye çıkışmama kalmadı, torun "Süper kahraman bunlar babaanne!" dedi. Süper marketi duymuştum da kahramanın süperini ilk o zaman duydum. Allah için hiç gözüm de tutmamıştı o tipleri, "De get, böyle kahraman mı olur?" diye film boyu söylenmiştim. O sebeple şimdi torunun daha aklı başında adamlara kahraman diye bakmasına sevindim. En azından üzerlerinde doğru dürüst kıyafetler var.
Yeniçeriler fethin hemen öncesinde günümüz İstanbul'una gönderilmişler, İstanbul'a ve zamanın yeniliklerine alışmaya çabalıyorlar. Uyandıklarında Eminönü'nü mahşer yeri zannetmelerine güldük epey torunla, Eminönü'ne mahşer yeri diyenler gelsinler de bizim Salı Pazarı'nı bir görsünler. Bakmayın böyle dediğime, Konstantina gibi onları da beğendim. Pek efendi çocuklar, dayağı bile terbiyeleriyle atıyorlar. Hâllerini, tavırlarını, mertliklerini, kötüye karşı duruşlarını, ata- det tanımalarını, kavga ortasında ezan okunduğunda kavgayı kesip sessizce durmalarını, karıncayı bile incitmemelerini takdir ettim hep. Hatta acaba bıyıklı olanı bizim Hatice'nin ortanca kızına yapsak mı diye aklımdan geçiriyordum ki ikisinin de sevdiği çıktı. Ağızları da dualı maşallah, Mesela Şahin Bey, okunu atarken "Sen atmadın, Allah attı" ayetini söylüyor. Gelinin dediğine göre bizim sıpa da babasıyla tek kale maç ederlerken her attığı golde "Sen atmadın, Allah attı!" diye bağırıyormuş. İyi oldu iyi, biz ne zaman bir ayet ezberletmeye çalışsak kaçardı, şimdi kaç ayet öğrenmiş çocuk. Eskiden yeniye yol bulmuşlar, rehber etmişler, düşünen iyi düşünmüş, eline sağlık. İleride, gerçek yeniçerilerin akıbetine uğrayıp önlerine çıkan herkesi döven ve bunu mübah sayan güçler haline gelmezler inşallah.
Dizi bitip torunla gelin evlerine dönünce aldı mı beni bir düşünce? Ben, Âteşîn Atılgan, geçmişten, Osmanlı'dan birilerini bugüne getirecek olsam, kimi getirirdim? Padişahlardan ya da hanım sultanlardan birini, bir âlimi, bir şeyh efendiyi, bir şairi... Yeniçeriler iyi hoş da, getirebilinecek ne çok kişi varken getire getire iki yeniçeri mi getirir insan? Osmanlı deyince aklımıza bir tek yeniçeriler mi geliyor da onları getiriyoruz en evvel? Osmanlı neydi, biz ondan ne anlıyoruz şimdi diye üzüldüm epey yahu. Koskoca medeniyet iki yeniçeri ile anlatılacaksa vay halimize.
Bir de dizide diyesiler ki İstanbul pek kirlendi, ikinci kez fethe muhtaç. Bu fetih de Fatih Sultan Mehmet'in replikası polis memuru Fatih İkinci eliyle olacak. Toruna çaktırmadım ama tepemin tası bir attı ki sormayın! Sen tut, koskoca Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerini sıradan bir polis memuru diye göster! Fatih Han sadece asker miydi, İstanbul'u sadece yeniçerilerle, taşla değnekle, silahla, kaba güçle, tokatla mı aldı zannediyor bu çocuklar yahu? İstanbul'u fetheden, kuran ve kurtaran gücü polis memurlarında ve yeniçerilerde görüyorlarsa, çok esef ederim. Ecdadı hiç mi anlamadılar diye yaşlı kalbim çok sızlar ve o zaman sorarım bu çocuklarıma, İstanbul'u ve İstanbul'un ikinci kez -bu sefer de bizim elimizden ve işin acısı bize karşı- fethini ne için talep edersiniz, tasallut-u ırz için mi rıza-ı aşk için mi? Ve verdikleri cevaba ne kadar güvenebilirler ki? Fatih Sultan Mehmet'i polis memuru gibi görüyorlar, fethi sadece yeniçerilerle yapılmış ve sadece kaba güç üstünlüğüyle başarılmış zannediyorlarsa aşk olduğunu iddia ettiklerinin aslında tasallut-u ırz olmadığını nereden bilebilirler?