Avrupa'da ötekiye karşı olan tahammülsüzlük çığ gibi büyüyor
Avrupa'da yükselen ırkçı tepkilerin tarihsel ve sosyolojik dinamikleri hakkında neler söylemek istersiniz kısaca? Geçtiğimiz günlerde Hollanda'da yaşanan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Betül Sayan Kaya'ya ve Türklere yönelik yapılan saldırıları 15 Mart'ta Hollanda'da gerçekleşmiş olan seçimler için bir propaganda olarak mı değerlendirmeliyiz yoksa mesele çok daha başka saiklere mi dayanıyor? Bu yaşananları 'AB'nin sonu' olarak okumak ne kadar mümkün sizce?
Mehmet Bulut: Avrupa'da yükselen ırkçı tepkilerin nedenleri; tahammülsüzlük, kendini merkeze koyma, egoizm, gücü esas kabul etme, insanı; 'yaratılmışların en şereflisi' olarak görememe ve eşyaya hikmet nazarı ile bakamama hastalığıdır. Bugün Avrupa entelijansiyası ve politikacıları, sadece, Şeyh Galib'in; "Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen" yani "Ey insan, kendine dikkatlice bak, sen âlemin çekirdeğini özünde taşıyorsun" sözünü bile hakkıyla anlamaya çalışsalar birçok problemlerini çözebileceklerdir. Avrupa'nın kendi dışındaki dinin ve kültürün mensubu olan insanlarla birlikte yaşama pratiği yoktur. Bizim medeniyetimizde ise 'öteki' bir dışlama, değilleme konusu olmamıştır.
Hollanda'ya mercek tutarsak, tehlikenin ayak seslerini önceden gördüğümüzü söyleyebilirim. Biz 2014 yılında ilk defa bir Türk üniversitesi olarak Hollanda'nın insan hakları karnesini çıkardık. Bu raporda gördük ki, Hollanda sadece Türklere değil, bütün Müslümanlara karşı ciddi bir ayrımcılık içerisinde. Özellikle 2000'li yıllardan itibaren artmaya başlamış. Bunun sebebi son yıllarda Avrupa'da genel olarak yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı. Bu, Avrupa Medeniyeti'nin bir krizidir. Avrupa şu an modernite krizi yaşıyor ve bu hakikaten Avrupa'nın geleceğini ciddi anlamda etkileyecek. Utrecht Üniversitesi'nden bir profesörün yaptığı araştırmaya göre son 10 yılda 174 tane camii kundaklandı. Hollanda aslında tarih boyunca da hoşgörünün merkeziydi. Fakat yaşanan son olaylar Hollanda'nın kolay kolay temizleyemeyeceği bir leke olarak tarihe geçti.
2000'li yıllara kadar bizim Hollanda ile ilişkilerimiz çok iyiydi ve Hollanda'da yaşayan vatandaşlarımız ciddi hiçbir sorun yaşamıyorlardı. Daha sonra özellikle 11 Eylül saldırıları kabul etmek gerekir ki, genelde Batı'yı özelde ise Avrupa'yı çok etkiledi. Hollanda'da da durum değişiverdi. Bugün Hollanda'daki politikacıların, İslamofobi ve ırkçılığı, seçimleri kazanabilmek için bir araç olarak kullandıklarını söyleyebiliriz. Yapılan müdahaleler oy toplamak adınadır. Türkiye'de 2 bin 200'e yakın Hollanda firmasının yatırımı bulunuyor. Kısa dönemli sonuç alınabilir ancak uzun vadede bu tür politikaların ömrü kısa olur. Kazanan yine hakkı ve doğruyu savunan taraf olacaktır.
Bulunduğumuz noktada Türkiye'nin hızlı yükselişi Avrupa'yı ve Hollanda'yı son derece rahatsız ediyor. Türkiye'nin bölgede lider konumuna gelmesi başta Almanya olmak üzere Avrupa'daki belli güçleri tedirgin ediyor.
Halkoylamasının 'evet' çıkmasıyla daha güçlü bir ülke olmamızdan ciddi tedirginlik ve kaygı duyuyorlar. Almanya başta olmak üzere bütün Avrupa'da düzenlenen İslam karşıtı gösterilerin bizleri getirdiği nokta, maalesef trajediye dönüşen bir kriz ve uluslararası hukuka ve teamüllere aykırı bir tavırdır. AB, son yaşanan olaylardaki tavrını devam ettirirse bu durum, onun sonunu hazırlayacaktır.
Kazım Keskin: Avrupa'nın öteki olarak gördüğü topluluklar ile bir arada yaşamada sıkıntılar yaşadığı tarihsel bir gerçekliktir. Geçtiğimiz 60 yıllık dönem de bir ara dönem olarak kabul edilebilir; daha fazlası değil. Avrupa toplumlarının ulaştıklarını düşündüğümüz demokrasi ve insan hakları aşamalarının zihinlerimizde oluşturduğu yanılsama ile geçici olduğu açık olan bu zaman diliminin sanki hiç bitmeyecekmiş gibi göründüğü de doğrudur. Fakat tarihten edindiğimiz bilgi ve tecrübe ışığında ne zaman bir siyasal birimde işler yolunda gitmezse sorunların müsebbibinin toplumsal katmanın en zayıf kesimleri olduğu düşünülür. Bugün işler Avrupa için iyi gitmiyor ve Müslümanlar da kurban rolü için en uygun adaylar.
Meseleyi açıklamak için kısa vadeli siyasetler ile uzun erimli politikaları birbiri ile çarpıştırmamak gerekir. Kısa vadede aşırı sağcı söylemin baskısı altında bunalan Avrupalı siyasetçilerin bir tür kurtuluş hamlesi olarak gördükleri manevraları yok saymadan uzun vadeli bir siyasi hedefin varlığını da göz ardı etmemeliyiz.
AB'nin resmi söylemlerinde de dillendirilmeye başlandığı gibi, AB'nin geleceği için farklı senaryolar bulunmaktadır. Hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin bizi ilgilendiren kısım, AB'nin küresel bir oyuncu olma vizyonuna Türkiye olmadan erişemeyeceğidir. Türkiye'nin AB ile işbirliğinin yolu ise bundan önceki dönemlerden farklı olarak göz hizasında, karşılıklı çıkarlara saygılı bir temelde oluşturulacak politikalardan geçmektedir.
Türkiye'nin yaşananlar karşısındaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmet Bulut: Türkiye bu haksızlığa ve ayrımcılığa itiraz ederek, sesini haklı olarak yükseltmiştir. Bu çifte standartı bütün dünyaya duyurmuştur. Çünkü yapılan diplomasiye, uluslararası anlaşmalara tamamen aykırıdır. Bir ülkeyi temsil eden bakanın konuşma yapmasını engellerseniz o ülkeyi karşınıza alırsınız, bu çok ağır bir davranıştır. Bir problem varsa bu diplomasi ile çözülebilirdi. Bütün uluslararası sözleşmelerde diplomatların kendi vatandaşlarıyla toplanma hakkı vardır. Hollanda hukuksuz bir şekilde buna müdahale etmiş, aşırı güç kullanmıştır. Bu süreçten sonra Hollanda'nın yapacağı bütün savunmalar gerekçesiz ve yersizdir. Meselenin diğer boyutu ise, Endonezya'dan Fas'a kadar bütün Müslümanlar bu görüntüleri izledi. İnsanların kalbinde Hollanda ve sessiz kalan Avrupa çok büyük bir yara almıştır. Köpeklerle, atlarla insanların üzerine gidilen o fotoğrafı hiçbir Müslüman unutmayacaktır. Esasen, Avrupa Türkiye'nin 2000'li yıllardan itibaren yaşadığı gelişmeyi yanlış okuyor. Türkiye, 80 milyonluk genç nüfusuyla önümüzdeki 50 yılda Avrupa'nın en büyük ülkesi olacaktır. Yükselen İslamofobi ile Avrupa, tabiri caizse, kendi ayaklarına sıkmaktadır. Bununla birlikte, Avrupa terörü açıktan destekliyor; FETÖ'cü darbecilere ev sahipliği yapıyor, PKK'lıların bütün faaliyetlerine izin veriyor. Suriye'de PYD, YPG'yi destekliyorlar. Bunun insan haklarıyla, demokrasiyle, özgürlüklerle, barışla bir ilgisi olabilir mi? Bu hakikaten bütün dünyanın vicdanını kanatacak bir şey. Yani Avrupa bu anlamda hakikaten bir kez daha sınıfta kalmıştır. Türkiye'de sistem değişebilir, halk istediğini seçebilir, size ne? Hani seçme özgürlüğü vardı? Türkiye artık bölgesinde ve dünyada yolunu, sistemini belirlemiş ve güçlü liderlerle yönetilen bir ülke. Avrupa bunu kabul etmek zorunda ve artık Türkiye'ye ayar vermekten vazgeçmeli.
Kazım Keskin: Dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta, eski dönemlerden farklı olarak artık Türkiyeli siyasetçilerin Avrupalılar tarafından istiskale uğratılmayı sessizce savuşturmaya çalışmamalarıdır. Çok değil, 15 yıl öncesine kadar sessizce, kapalı kapılar ardında 'kulağımızın çekilmesi' ile üzeri örtülerek geçiştirilen bu tür meseleler, artık Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere gerek hükümetten gerekse muhalefetten çok sayıda siyasetçimizin söylemlerinde de görüldüğü üzere, Avrupa ile eşit, göz hizasında bir siyasi bilinçle hareket edilerek çözülmeye çalışılmaktadır.
Bu noktada Türkiye'deki muhalefet çevrelerinin de hükümete destek açıklamaları ve sembolik program iptallerini de iç siyasete yönelik manevra okuma kolaycılığına kaçmak yerine, tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminde olduğu üzere milli menfaatler söz konusu olduğunda her tür saflaşmanın ötesinde bir ortaklaşma çabası olarak görmek doğru olacaktır. Bunun da ötesinde bu olumlu tavrı bütün milli meselelere de teşmil etmeye yönelik siyasal teşvik mekanizmalarının da ihmal edilmemesi, Avrupalı güçlerin eskiden olduğu gibi birlikteliğimizin arasına nifak tohumları ekmelerine engel olacaktır.
Türkiye'nin Hollanda özelindeki tepkisini şu aşamada Hollandalı bireyler ile ülkemizin ekonomik menfaatleri çelişmeyecek biçimde belirlemeye çalışması ustalıklı bir dış politika hamlesi olarak görülmelidir. Avusturya ile yaşadığımız sorunlar nedeniyle bu ülkenin, Türkiye'ye askeri malzeme satışını durdurarak bizi cezalandırma hamlesine karşı Avusturya'nın NATO'nun imkânlarından yararlanmasını veto ederek anladığı dilden cevap veriyorsak, benzer bir tutumun diğer Avrupalı ülkelere karşı da uygulanması siyaseten doğru olduğu gibi aynı zamanda etkilidir de.
İleri vadede Türkiye-Avrupa ilişkileri hakkındaki öngörüleriniz nedir? Türkiye nasıl bir yol haritası izlemeli sizce?
Mehmet Bulut: Genelde Batı'nın, özelde ise Avrupa'nın Türkiye gibi bir ülkeye ihtiyacı vardır. Tarihsel gerçeklikleri göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yaptığımızda birlikte yaşadığımız, yanı başımızda bulunan Avrupa için Türkiye vazgeçilmez olduğu gibi Türkiye için de Avrupa son derece önemlidir. Her şeyden önce Türkiye, tarihsel ve coğrafi gerçeklik olarak bir Avrupa ülkesidir. Bugün Avrupa içinde milyonlarca Türk yaşamaktadır. Avrupa'nın geleceği için Türkiye vazgeçilemeyecek önemde bir ülkedir. Türkiye için de farklı alternatifler olmakla birlikte, Avrupa'yı görmezden gelerek Türkiye istikbalini şekillendiremez. O nedenle Türkiye Avrupa ilişkileri hakkaniyete uygun olarak insanlığın ortak değerleri olan insan hakları, özgürlükler, farklılıklara saygı, 'ötekini olduğu gibi kabul etme' temelinde gelişmek durumundadır.
Kazım Keskin: Türkiye'nin bölgesinde liderlik hedefi güden dış politika hamlelerini başta Almanya olmak üzere birçok Avrupalı devletin bir türlü hazmedemeyişini öncelikle Avrupa'nın güvenliği ve küresel vizyonu açısından talihsizlik olarak değerlendirmek gerekir. Buna ek olarak Avrupa siyasetinin aşırı sağcı ve hatta yer yer ırkçı çevreler tarafından kuşatılması ve dolayısıyla Brexit gibi yapısal sorunların yanı sıra, 2008'den beri süren genel ekonomik kriz hali ve mülteci krizi gibi konjonktürel sorunlarla da boğuşan Avrupalı karar alıcılarının içerde Müslümanları ve mültecileri, dışarıda ise Türkiye ve onun lideri R. Tayyip Erdoğan'ı günah keçisi ilan etmeleri ve yaşanan son olaylardaki çirkin tavırları, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından oldukça sorunlu yaklaşımlardır.
Buna karşı izlenmesi gereken temel politika, bir süredir yürürlükte olan, topu karşı sahada tutma siyasetidir. Geçmişten gelen bir alışkanlıkla topun kendi sahamızda çevrilmesini kabul ettiğimizde, hem dünya kamuoyunda hem de Batılı propagandanın etkisinde kalan kendi insanımız nezdinde ülkemizin, insan haklarının ihlal edildiği, ifade özgürlüğünün hiçe sayıldığı, insanların suçsuz yere cezalandırıldığı bir devlet olarak görülmesine yol açıyoruz. Topu karşı sahaya attığımızda ise Nasyonel Sosyalist Yeraltı (NSU) terör eylemleri, peçe yasakları, Türk çocuklarının okullarda kendi aralarında ana dillerini kullanmalarının yasaklanması, Türk siyasetçi ve bakanlarının vatandaşları ile buluşmalarının engellenmesi gibi olguları fark ediyoruz. Bu noktada aslında dünyada hiçbir ülkenin eksiksiz bir insan hakları ve demokrasi karnesinin olmadığı gerçeği ile karşılaşıyoruz. Şu ana kadar bizde yanılsama yaratan şey ise Batılıların seslerinin bizimkinden çok daha gür çıkmasıdır. Biliyoruz ki, top neredeyse seyirciler ve hatta hakem bile o yöne bakar.
Avrupa Parlamentosu'nda Daily Sabah gazetesinin toplatılmasına karar verilmesinin nedenleri hakkında neler söylemek istersiniz?
Serdar Karagöz: Daily Sabah gazetesi üç yıldır Avrupa Parlamentosu'nda, Avrupa parlamenterlerinin ofislerinde dağıttığımız bir gazete. Türkiye ile alakalı çok yoğun bir gündem var Avrupa'da. Artık Türkiye, Avrupalı siyasetçilerin iç gündem maddesi olduğu için biz, Avrupa Parlamentosu'nda her milletvekilinin -yaklaşık 700- odasına Daily Sabah'ı düzenli olarak gönderiyorduk. Fakat bu en son Rotterdam'da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'ya yapılan muamele ve o muameleyi protesto eden Türklerin üzerine Hollanda polisinin, polis köpeklerini de kullanmak suretiyle yapmış olduğu sert müdahale neticesinde artan nefret söylemleri nedeniyle biz Hollanda dilinde; "Hollanda Faşizme Teslim Oluyor" şeklinde bir manşet attık. Birinci sayfada da bu durumu protesto eden bir Türk vatandaşının polis köpeği tarafından ısırıldığı o fotoğrafı kullandık. Bu sayımız da tabii Avrupa Parlamentosu'nda dağıtıldı. Bunun akabinde Avrupa Parlamentosu'nda Hollandalı vekil Jeroen Lenaers, Avrupa Parlamentosu Başkanı'na bir mektup yazarak: "Daily Sabah gazetesi nefret yayınları yapıyor. Bu gazetelerin parlamenterlerin ofislerine dağıtılması yasaklansın." şeklinde bir talepte bulundu. Üzülerek ifade etmeliyiz ki Avrupa Parlamentosu Başkanlık Ofisi de Daily Sabah'ın parlamenterin ofisine dağıtılmasını engelledi. Tabii bu Avrupa Parlamentosu açısından utanç verici bir durum. Ben Hollanda medyasına baktım. Hollanda medyasında Hollandalı vekilin vermiş olduğu demeçler var ve onlar da bu yasaklamayı "Erdoğan'ın propaganda makinesi artık Avrupalı parlamenterlerin ofisine gitmeyecek." şeklinde sevinerek vermişler. Avrupa medyası açısından da üzüntü verici bir durum bu ve Avrupa değerleri denilen kavramın çöktüğünün de bir göstergesi. Bugüne kadar Avrupa değerleri olarak adlandırılan her şeyin aslında bir araç olduğu, gerçek anlamda bir düşünce özgürlüğü, gerçek anlamda bir ifade özgürlüğü, bir insan hakları hassasiyetinin olmadığı bunların hepsinin araçsallaştırdıkları ve kendi çıkarları doğrultusunda zaman zaman kullandıklarının bir fotoğrafı olmuş oldu. Dolayısıyla biz yayınlarımızda Avrupa'ya bu tutarsızlığını hatırlatmaya devam edeceğiz. Hemen akabinde bizim manşetimiz de; "Avrupa Parlamentosu da Faşizme Boyun Eğdi, Popülizm Tuzağına Düştü" şeklinde oldu. Günün sonunda Avrupa bir faşizm sarmalına girdi. Bundan çıkacak gibi de gözükmüyor. Avrupa değerleri zaten çöktü fakat faşizm sarmalı çok sürdürülebilir bir şey değil. Tahminlerime göre Avrupa'da toplumsal ayaklanmalar, şiddet, iç çatışma gibi durumları görebiliriz yakın zamanda.
Avrupa Parlamentosu'nun almış olduğu bu yasak kararını eleştiren herhangi bir parlamenter oldu mu peki?
Serdar Karagöz: Parlamentonun bu kararını ne Avrupa medyası ne de herhangi bir parlamenter eleştirdi. Bize ulaşan birkaç Avrupalı parlamenter doğru bulmadıklarını ifade ettiler sadece. Hatta Avrupa Parlamentosu, parlamenterlerine şöyle şeyler de söylüyor: "Bir yasak yok. Daily Sabah, Avrupa Parlamentosu binasında bir lokasyona geliyor, okumak isterseniz gidin o lokasyondan gazetenizi alın." Bizim Avrupalı parlamenterlerle buluşmamızı engelliyorlar. Onların odalarına dağıtılmamızı engelliyorlar. Savunma olarak da bu dağıtımdan rahatsız olan parlamenterler olduğunu söylüyorlar. Bizde, bizden rahatsız olan bizi okumasın diyoruz. Ama Hollandalı vekil sadece kendisi rahatsız olmakla, okumamakla kalmıyor; diğer vekillerin de okumaması için elinden geleni yapıyor. Tahammülsüzlük almış başını gidiyor Avrupa'da. Bu barış içerisinde sürdürülebilir bir şey değil. Bu bir şiddete dönecektir. Bu yıl olmasa önümüzdeki yıl, önümüzdeki yıl olmasa beş yıl içerisinde, 10 yıl içerisinde Avrupa'da çok ciddi anlamda bir şiddet sorunu ortaya çıkacaktır. Rüzgâr eken, fırtına biçer.
Herhangi bir lobinin parmağı olduğunu düşünüyor musunuz bu işte?
Serdar Karagöz: FETÖ'nün özellikle Hollanda'da, Hollandalı parlamenterler ve Hollandalı siyasiler arasında çok etkin olduğunu söyleyebilirim. Bizi yasaklatan vekil Jeroen Lenaers'in sosyal medya hesaplarına bakılırsa FETÖ'den tutuklu olarak yargılaması devam eden Mehmet Baransu'ya çok büyük destek verdiği, yine FETÖ'den bazı isimleri sürekli sosyal medyasında retweet ettiği şu an aranan, hakkında yakalama kararı olan kişileri referans vererek Türkiye'deki olup biteni eleştirdiği görülmektedir. Dolayısıyla Daily Sabah'ın Avrupalı parlamenterlerin odasına dağıtılmasını engelleten tek bir Hollandalı vekil değil; ona şekil veren, ona yön veren arkasındaki FETÖ lobisidir. Burada Türkiye aleyhine her durumda olduğu gibi karşımızda yine FETÖ lobisi var diyebiliriz.