Avrupa Birliği'ne göre PKK bir terör örgütü ama...
Geçtiğimiz günlerde Belçika mahkemesi PKK'nın üst düzey 36 yöneticisinin yargılandığı davada PKK'nın, "silahlı mücadele kapsamında hareket eden bir yapılanma" olduğunu belirterek terör örgütü olmadığına yönelik karara vardı. Peki, 2006 yılında Avrupa Birliği'nin terör örgütü listesine aldığı PKK hakkında AB'ye üye olan bir ülkenin mahkemesinin böyle bir karar almasının perde arkasında hangi nedenler yatıyor? AB'nin PKK ile olan ilişkileri hangi temel dinamiklere dayalı olarak gelişiyor? Türkiye Günlüğü'nde bu ay, bütün bu soruların cevaplarını Prof. Dr. Fuat Keyman ve Doç. Dr. Murat Yeşiltaş'ın görüşlerine başvurarak aradık.
Belçika mahkemesinin böyle bir karar almasının nedenleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
FUAT KEYMAN: Esasında Avrupa Birliği kurumları nezdinde PKK hâlâ bir terör örgütü olarak kabul ediliyor. Şahsen ben AB'nin genişlemeden sorumlu yetkilileriyle bu dönemde iki kere konuştum. Yetkililer AB'nin PKK'ya karşı olan tavrında bir değişim yahut yumuşama içinde olduğu söylentilerini kesin bir dille reddediyorlar. PKK'nın 2016 Haziranı'ndan beri artan saldırgan tavrına karşı Türkiye'nin duruşunu da kesinlikle desteklediklerini belirtiyorlar. Fakat buna karşın AB, 'vize liberalizasyondaki' terörle ilgili maddede bir yumuşama istiyor. Bu da taraflar arasında bir anlayış farkının doğmasına ve tartışmalı kararların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bunun en bariz yansımasını Belçika mahkemesinin almış olduğu kararlarda görüyoruz. Gerçi alınan bu karar Belçika üst mahkemesi üzerinden döndürülebilir ama burada Türkiye'yi haklı olarak rahatsız eden ikili bir standart söz konusu. Zira AB PKK'yı terör örgütü olarak görürken Brüksel'den çıkan bir mahkeme, PKK'nın terör örgütü olmadığı üzerine bir karar alabiliyor. Türkiye, hem ülke içi hem de bölgedeki gelişmelerden dolayı PKK ile yoğun bir mücadele halinde. Burada Türkiye'nin rahatsız olması haklı görülebilecek nesnel bir temele dayanıyor çünkü biz hem söylem hem de alınan kararlar düzeyinde AB'nin tavrında bir muğlaklık görüyoruz.
MURAT YEŞİLTAŞ: Aslında, Belçika mahkemesinin PKK hakkında aldığı karar öncelikle Avrupa Birliği'nin terörle mücadelede benimsediği ortak politikalardan ne kadar uzak olduğunun en çarpıcı misallerinden biri. AB'nin PKK'yı terör örgütü listesine almış olması üye ülkelerin tamamı tarafından benimsenmesi gerekirken, Belçika'daki mahkemenin söz konusu kararı bu duruma hukuki bir aykırılık oluşturuyor. Burada temel soru, böylesi bir karar 'neden ve nasıl' böylesi bir zamanda alınıyor şeklinde olmalı. Bu sorulara cevap vermek için elbette söz konusu kararı hukuki bir karar olarak okumak yerine, siyasi bir karar olarak okumak gerekiyor. AB-Türkiye arasındaki ilişkiler, başta mülteci sorunu olmak üzere bir dizi başka sorundan dolayı son yıllarda önemli bir ivme kaybetti. Öyle ki Türkiye Avrupa'nın iç siyasal ve kimlik tartışmalarının bir cephesi olarak konuşulmaya başlandı. Almanya başta olmak üzere, Belçika, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerdeki hükümet ya da muhalefet partileri Türkiye üzerinden iç siyasette kendi konumlarını pekiştirmeye çalışan bir söylem ve stratejiyi benimsediler. Öte yandan, Suriye iç savaşında PYD'ye yönelik bilinçli bir şekilde oluşturulan 'seküler imaj', Avrupa'da PKK'ya daha fazla alan açtı ve PKK böylece Türkiye karşıtı kampanya içinde adeta kaldıraç rolü oynamaya başladı. Dolayısıyla Avrupa hem Türkiye tartışmasını PKK'yı normalleştiren bir söylem üzerinden inşa etti hem de bölgesel ölçekte Kürtler üzerinden Ortadoğu'da kendilerine yeni bir 'demokrasi hikâyesi' kurmaya çalıştı. Bu nedenle de PKK'ya yönelik sempati Avrupa çapında ülkeler ve hükümetler düzeyinde daha fazla artmaya başladı. Avrupa'nın bu tavrını genelleştirmek her ne kadar zor olsa da, bu tavrın özellikle PKK'nın Avrupa stratejisi ve radikal sağın Avrupa'da yükselmesi ile artacağını söylemek mümkündür.
Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda gibi AB ülkelerinin PKK'ya karşı yaptırımlarının sadece onu terör örgütü listesine almakla kaldığına şahit oluyoruz. Ancak mezkur ülkelerin tavırlarına baktığımızda alınan bu kararın da 'bir göz boyamadan ibaret' olduğunu gözlemliyoruz zaman zaman. Bunun temel nedenleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
FUAT KEYMAN: Burada birkaç maddenin birleşimiyle konuşmamız gerekiyor. Son yıllarda yapılan ve benim de içinde bulunduğum araştırmalarda gördüğümüz kadarıyla Avrupa'da ki 'Kürt diasporası' sayı, faaliyet ve etkinlik anlamında giderek genişliyor. Özellikle Almanya, Fransa, Hollanda gibi AB'nin önemli ülkelerinde bir 'Kürt diasporası' sorunu söz konusu. Eğer PKK ile ilgili çok sert bir sürece girerlerse kendi ülkelerinde de terör faaliyetlerinin gerçekleşeceğinden çekiniyorlar. Avrupa'nın PKK ile olan ilişkilerinde işte bu giderek yaygınlaşan 'Kürt diasporası' gerçekliğini göz ardı etmememiz gerekiyor. 1980'lerde Diyarbakır cezaevinde başlayan ve bugünlere gelen Kürt meselesi ve PKK sorununda artık ikinci bir jenerasyon var. Yapılan araştırmalarda yeni jenerasyonun gençleri fazlasıyla 'etnik milliyetçi' olarak karşımıza çıkıyorlar. Ama mesela bu gençlere; Diyarbakır'a, Batman'a, Hakkari'ye gidip gitmedikleri sorulduğunda gitmediklerini söylüyorlar. Bu şekilde de buradaki aktörlerden çok daha etnisist bir söyleme sahip oldukları görülüyor ne yazık ki.
Diğer taraftan baktığımız zaman, AB kurumları ve ülkelerinin PKK ile olan ilişkilerinde son dönemlerde ortaya çıkan muğlaklığın Türkiye'nin bağımsız tavrı, kendi çıkarları doğrultusunda daha aktör olarak hareket etmesinden duydukları rahatsızlığın bunda çok büyük bir etken olduğunu ıskalamamamız gerekiyor. Son dönemlerde bizim sadece AB değil ABD ile olan ilişkilerimizde de sorun tam olarak bu bağlamda ortaya çıkıyor aslında. AB'den farklı olarak ABD'de bir 'Kürt diasporası' meselesi yok belki ama buna karşılık ABD'nin Ortadoğu'da bölgesel ve küresel anlamdaki çıkarları bağlamında Türkiye'nin kendine has takındığı tavır, taraflar arasındaki makasın giderek açılmasına neden oluyor. Türkiye, söylemini ve hareketini kendi çıkarları temelinde geliştiriyor ve bir aktör olarak bu süreçte yer almak istiyor. Bu da Türkiye'nin AB ve ABD ile olan ilişkilerindeki makasın git gide açılmasına neden oluyor. O yüzden burada ikili bakmak gerekiyor. Bir tanesi, Avrupa'da ki Kürt diasporasının giderek güçlenmesine bağlı olarak gelişen sosyolojik değişimler diğer taraftan Türkiye'nin kendi çıkarlarını merkeze alıp aktör olarak hareket etmesini de temel veri almamız lazım. Bu esasında bize Türkiye ABD ilişkilerinde ki sorunun mahiyetini de açıklıyor. Bunun dışında Türkiye'nin hareketi ile Avrupa ve ABD'nin hareketlerinde farklılık çıkarsa PKK'nın Batı tarafından Türkiye'ye karşı bir koz olarak kullanılabileceğini de tecrübe ile biliyoruz.
MURAT YEŞİLTAŞ: Avrupa her zaman PKK'ya bir yakınlık beslemiştir. Her ne kadar terör örgütü olarak tanımlasa da gerçekte PKK ile yakın ilişkileri olan birçok Avrupa ülkesinin varlığından bahsetmek mümkündür. Bu destek birkaç şekilde olabilir. Birincisi, PKK'nın Avrupa'daki faaliyetlerini bir sivil toplum aktivitesine indirgeyerek görmezden gelmek veya normalleştirmek şeklindedir. Belçika, Fransa, Avusturya ve Almanya bu ülkelerin başında gelmektedir. İkincisi, PKK'nın Türkiye karşıtı propagandasının bütün argümanlarını sorgusuz bir şekilde satın alarak Türkiye karşıtı söylem için kullanmak şeklindedir. Üçüncüsü ise PKK'ya ikincil veya üçüncül aracılarla imkân sağlamaktır. Burada her ülkenin Türkiye'ye yönelik kendi hesabı olduğunu söylemek daha doğru bir ifade biçimi olur. Yani Fransa'nın PKK ile olan ilişkisi ile Almanya ya da Belçika'nın PKK ile olan ilişkisi arasında farklılıklar söz konusudur. Zaman zaman bu ülkelerin PKK'yı Türkiye'ye karşı bir koz olarak kullandıkları durumlar da söz konusu olmuştur. Özellikle 1990'lı yıllar bu anlamda daha fazla karanlık ilişkilerin olduğu yıllardır. Öcalan'ın Suriye'den çıktıktan sonra gittiği ülkelere bakın: Rusya, Yunanistan ve İtalya. 2000'ler ile birlikte Avrupa ülkelerinin tavırlarında bazı değişimler yaşansa da özellikle Arap Baharı ile birlikte daha kesin bir değişim gösterdi ve Avrupa ülkeleri daha açık bir destek vermeye başladı. Bunun arkasında birçok neden olmakla birlikte en önemli nedeni Avrupa'nın bazı ülkelerinin PKK sorununu Türkiye adına bir terör meselesi olarak görmemesi yatıyor. Bununla birlikte, Türkiye'nin Suriye ve Irak'taki etkinliğini kırılması için bazı ülkelerin çaba içinde olduğu anlaşılıyor. Bu bağlamda AB ülkeleri, şayet Türkiye AB'ye üye olacaksa zayıf bir şekilde üye olmasını ya da Türkiye'nin üye olmaması için sorunlarını çözememiş bir halde kalmasını istiyorlar.
Türkiye Avrupa'nın bu tavrına göre nasıl bir strateji izlemeli ve neler yapmalıdır size göre?
FUAT KEYMAN: Bugün Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerde benim devletin üst düzey karar vericilerinden aldığım intiba, Türkiye'nin PKK, FETÖ ve DAİŞ'i sadece bir siyasi tehdit değil bizatihi varlığına bir tehdit olarak değerlendirdiği yönünde. Bugün ben de Türkiye'nin AB ve ABD ile ilişkiler konusunda geçmişten farklı olarak çok daha ciddi ve çok daha sert olduğunu gözlemliyorum. Avrupa ve ABD'nin, Türkiye'nin bu üç örgütü varlığına tehdit olarak algılamasını anlamaları lazım. Fakat burada önemli bir algı farklılaşması var. AB ve ABD bunu ısrarla anlamak istemiyormuş gibi gözüküyorlar. Anlamak istemeyince de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da açıkladığı gibi Türkiye bu süreçlere siyasal değil varlıksal tehdit zemininde yaklaşacaktır. Bu yüzden de ben 2017'ye giderken Türkiye AB ve Türkiye ABD ilişkilerinde ciddi bir kriz olduğunu ve bu krizin de esasen az önce ifade ettiğim gibi FETÖ, PKK VE DAİŞ'in Türkiye tarafından 'varlıksal tehdit' olarak algılanmasına AB ve ABD'nin yeterince empati yapmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Eğer ABD ve AB bu üç boyutlu varlıksal tehdidi anlamamakta ısrar ederse Türkiye ile olan ilişkilerinde makas git gide açılacaktır. Ben Türkiye'nin kendi çıkarlarından, ilkelerinden taviz vermemek kaydıyla Batı ile olan ilişkilerinde köprüleri atmaması gerektiğini düşünüyorum.
MURAT YEŞİLTAŞ: Türkiye öncelikle PKK'nın Avrupa stratejisindeki dönüşümleri çok iyi analiz etmek zorunda. PKK'nın Avrupa stratejisinin temel boyutunun AB'nin terör listesinden çıkmak olduğunu anlamamız gerekiyor. PKK bunun için mümkün olduğunca sivil toplum eksenindeki faaliyetlere odaklanarak, PKK'yı farklı sivil toplum örgütleri aracılığıyla normalleştirmek istiyor. Bu nedenle Türkiye'nin PKK'nın bu stratejisi karşısında alternatif sivil-toplum modellerini destekleyerek Avrupa çapında PKK karşıtı bir sivil toplum dayanıklılığı oluşturması gerekiyor. Avrupa-Türk diasporasının buradaki rolü son derece önemli. Bu bağlamda Türkiye'nin Türk diasporasını güçlendirecek formüller bulması gerekiyor. Diğer taraftan Türkiye'nin özellikle Müslüman-Türk toplumunun Avrupa siyasetine daha fazla girmesini sağlayarak PKK'ya müzahir tarafları dengelemesi gerekiyor. Böylesi bir stratejisinin devletlerarası boyutu da son derece önemli. İkili ilişkilerde, Türkiye'nin ciddiyetini her seferinde göstermesi gerekiyor. Bu konuda verilecek her taviz Türkiye'nin Avrupa-PKK'sı sorunuyla ileriki dönemlerde daha fazla karşı karşıya kalması anlamına gelecektir. Bu nedenle içerdeki terörle mücadelenin askeri boyuttan soyutlanmış daha yumuşak halinin Avrupa'ya taşınması için geniş kapsamlı bir mücadele stratejisine ihtiyaç her zamankinden daha fazladır.