Osmanlı yalnız Türklerin değil birçok Ortadoğu devletinin yanında Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Yemen, Cezayir, Tunus’un da ‘bir dönemi’dir. Küçümseme ve hakaret ne kadar yanlışsa, kılıcı ele alarak tekrar kurma hülyaları da o kadar yanlış ve zararlıdır.
Osmanlılık, geçmişimizdir. Silinmesine, yani bir tuşa basılıp 'delete' edilmesine imkân yoktur. Tekrar kurulması da boş hayâldir. Şu halde, bir yol kalıyor, Osmanlı Devleti'ne tarihçiler araştırma ve inceleme yöntemleriyle yaklaşacaklar ve yayınlarında ne övgü ne yargı olacak. Tarihçinin değil, milliyetçi edebiyatın işidir övmek. Yermek ise, tarih açısından mantıksızdır. Milliyetçi edebiyat açısından "yerine yeniyi koymak için eskiyi yeriyoruz" deniyorsa bu da mantıksızdır. Dahili ve harici bedhahlar, yerine koymak istediğimiz 'yeni'den de memnun değildir çünkü. Eskiyi yermemize bedhahlar aşk ve şevk ile katılır, yeni ile de genellikle alay eder veya hamleleri yetersiz bulurlar. Birçok kişi biliyor ama burada söyleyeyim. Hayırhah hayır isteyen, bedhah ise kötülük isteyen demektir. Atatürk'ün 'Gençliğe Hitabe'si 'bedhah' kelimesine özel bir güç yüklediği için burada kullanıyorum.
Osmanlı Devleti, başarılı olmuş bir Türk Devleti'nin adıdır. Osmanlı Devleti Anadolu Selçuklularından, Anadolu Selçuklu Devleti de Büyük Selçuklu Devleti'nden gelir. Gazneliler Büyük Selçuklu Devleti'nden önce vardır. Fakat bizim soyağacımızın ağaca bağlandığı dal Selçuklulardır. Çünkü Gazneliler Doğu Türklerinin kurduğu bir devlet iken, Selçuklular Oğuz Türklerindendir. "Türkleri bölmek mi istiyorsunuz?" demesin bilgiçler, ben burada ağacın dallarından söz ediyorum. Ağacın gövdesine sözüm yok. Büyük Selçuklu Devleti, Tuğrul Bey ve Çağrı Bey'in Gazneli Devleti idaresini ele geçirmeleriyle kuruldu, Alp Arslan'ın 1071'de Malazgirt Savaşı'nı kazanmasıyla "Diyar-ı Rum'a (Doğu Roma, Asia Minör, Küçük Asya) veya Anadolu'ya taşınması ile Ön Asya'ya ayak bastı. Selçuklular, Anadolu'da ilk defa devlet kurmuş olan Türklerdir. Yedinci yüzyılda başlayan ve gelişen Arap-İslam fetihleriyle İran ve Orta Asya, Arapça ve Arap kültürünün etkisine girmişti. Fakat Türkçe ve Farsça ortadan kalkmamıştı. Sâmân Oğulları Devleti ile yönetim Farsların eline geçti. Bu devlete darbe yapan Mahmud (Sebüktekin), Gazneli Mahmud adıyla sultan oldu. Anadili Türkçe olduğu halde, devletin diline dokunmadı. Resmi dil Farsça idi. Gazneli Mahmud'un ölümünden sonra yerine geçen Sultan Mesud devrinde de resmi dil ve kültür dili Farsça oldu. Bu durum Selçuklularda da devam etti. 13'üncü yüzyıl sonlarında Anadolu Selçukluları sona erdi. Artık Anadolu'da birçok sultan vardı. Bizim 'Beylikler dönemi' dediğimiz dönem başladı. Bizim 'Beylikler dönemi' dememiz, Osmanlı Sultanlarını kızdırmamak içindir. Yoksa Germiyan Beyi de, Eretna Beyi de, Karaman Beyi de kendilerini 'sultan' olarak görüyordu. Türkiye'ye dışarıdan bakan yabancılar da mesela 14'üncü yüzyıl Türkiye'sini gezen İbn Battuta da bütün beyler için 'sultan' unvanını kullanıyordu. Osmanlılar kendilerine 'Âl-i Osman' diyorlarsa da bu kendi soylarının adıydı. Feodal sultanlıklar ortadan kalkıp Anadolu Birliği kuruluncaya kadar, devletin adı 'Devlet-i Osmani' değildi. Devlet için bu deyim 15'inci yüzyıldan başlayarak kullanıldı. Anadolu Selçuklu Devleti sona erdiğinde, Türkmen boyları 230 yıldan beri Anadolu'daydı. 1243'te Anadolu'ya giren Moğollar, siyasi istikrar denecek bir özellik bırakmamışlardı.
Malazgirt'ten sonra Selçuklular, Moğollardan önce bir de Haçlı seferleri ile uğraşmışlardı. İran'dan gelen çok sayıda Farsça konuşan devlet adamı, asker, bilgin ve şair ya Asya'ya geri dönmüşler ya da Anadolu'da asimile olmuşlardı. Bu bakımdan artık Farsça resmi dil olma gücünü kaybetmişti. 14'üncü yüzyılın başından itibaren Anadolu'daki Türk devletlerinin, bu arada Osmanlı Devleti'nin resmi dili Türkçe oldu. Devletin dili Türkçe, dini İslam idi. Yavuz Sultan Selim dönemiyle halifelik Osmanlı sultanlarına geçince zorunlu olarak Osmanlı Devleti, kendisini ön planda 'İslam Devleti' olarak görmeye ve kendisini öyle tanımlamaya çalıştı. Fakat kurulduğu 14'üncü yüzyıl başından Cumhuriyet dönemine kadar Türkçeyi korudu. Bu söze de bazı ultra bilgiçler "O Türkçe değil Osmanlıcaydı" diyecekler. Bunlara verilecek cevap çok basittir. Sizin bu masalınız gerçekse, 1923'te Cumhuriyet yönetimi anlaşılmaz bir dili devralmış olur ve halka basit Türkçe dersleri verilirdi. Hâlbuki Osmanlı halkı Osmanlıca konuşurken, hem okumuş tabaka hem köylüler arı ve duru Yunus Emre, Karacaoğlan, Süleyman Çelebi, Âşık Ömer dilini günlük hayatta konuşuyorlar ve anlıyorlardı. Bugün bir öğretim üyesi, manavla, kasapla 'bilişim, bilişsel, bu bağlamda, paradigma, içtepi, işlevsel' gibi sözlerle dolu cümleler kurarak konuşsa anlaşılmaz olur. Osmanlı okumuş yazmışları Osmanlıca konuşmakla yabancı bir dil konuşmuyor, bilim ve felsefeye daha uygun kelimelerle konuşuyordu. Fakat Mevlut dinlerken "Âmine eydür çü vakt oldu tamam" mısraını duyunca "eydür" sözünün "der ki" manasına oğuz Türkçesi olduğunu da biliyorlardı. "Zeynep bu güzellik var mı soyunda" türküsünü bizim şimdi dinlediğimiz gibi zevkle dinliyorlardı. Hiçbir Osmanlı aydını bu türküyü "Zeyneb Hanım, bu hüsn ü letafet size nesl-i pâkinizden mi gelür" deyu Osmanlıcaya çevirmemişti. Atatürk, Selanik'te iken dinlemeye başladığı Türkçe Rumeli türkülerini severek dinlerken "Mani oluyor halimi takrire hicabım" bestesini de ayrı bir zevkle dinliyordu. Kısaca: Osmanlı'nın Türk diline önem vermediği iddiası, azim ve cesim bir uydurmadır.
Osmanlı'nın Türk tarihine önem vermediği de uydurmadır. Orhun kitabeleri şimdi keşfedilmiş, okunmuş olsa şimdiki aydınlarımız önem vermezdi sanırım. Çoğu "Türkçüler ilgilensin canım" der ve geçerlerdi. Hâlbuki Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın bir anısından biliyoruz ki Orhun Kitabeleri'nin okunduğu bizde duyulur duyulmaz, bu kitabeler hakkında bilgi edinmek için Rıza Tevfik'ten ücretli ders almak isteyen Osmanlı büyükleri vardır. Rıza Tevfik "Hastayım, yalnızım" gibi arı Türkçe ile şarkı sözleri yazınca hemen bestelenmiş ve saray hanımları da zevkle dinlemişlerdir. Daha önce bu konularda yeterli bilgi veren kitaplar olmadığı halde karşısına fırsat çıkan her Türk aydını Ali Nevai'yi okumaya çalışmış, Âşık Ömer Türkçesini de severek okumuştur. Kısaca devlet ve hükümet adamları arasında önemli sayıda Türk asıllı olmayan kişiler barındıran Osmanlı Devleti, Türk dilini iyi koruyarak 20'nci yüzyıla getirmiştir.
Osmanlı yalnız Türklerin değil birçok Ortadoğu devletinin yanında Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Yemen, Cezayir, Tunus'un da 'bir dönemi'dir. Küçümseme ve hakaret ne kadar yanlışsa, kılıcı ele alarak tekrar kurma hülyaları da o kadar yanlış ve zararlıdır. Dünya yüzünde şimdiki halde, Osmanlı Devleti'nin varisi Türkiye Cumhuriyeti'dir. Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun tek temsilcisinin de Avusturya oluşu gibi. Şu halde ne yapalım? Hatalarıyla, yanlışlarıyla, zaferleriyle, ünü ile mirasımızı kabul edelim. Kendimize de başka ülkelere de sövgüyü bırakalım. Kendi içimizde Osmanlı geçmişimizi hayırla analım ve övelim de. Çünkü la yıktır.