Evlerinden kaçanların eve dönüş hikâyesi...
Olağanüstü bir hâl, hem de tüm dünyada olağanın çok dışında. Hemen herkes korku, telaş ve stres içerisinde neler olacağını meraklı gözlerle izliyor. Her geçen gün değişen ekonomik dengeler, işverenlerin şaşkınlığı, çalışanların çaresizliği... Her iki ölümden birini seçecek olsa, açlıkla ölmektense pandemi ile ölmeyi yeğleyecek ve bu yüzden dışarıda çalışmak zorunda olan binlerce insan...
Hastalar, doktorlar, hastaneler, ölümler ve kalımlar... Dünyanın farklı ülkelerinde isyanlar, ayaklanmalar, işlerini geri isteyenler, ne pahasına olursa olsun sokağa çıkmaya imtina etmeyenler... Diğer yandan elinden gelen tek şey evde kalmak olduğu için sevdiklerini, kendilerini ve diğerlerini korumak için evde yalnız kalanlar. Herkes kendince haklı, herkes kendince ayakta kalmalı...
Televizyonda, radyoda, internette her an karşımıza çıkan yeni durum analizleri. Hep bir yardım isteği, destek çağrısı, zor bir durumu iyileştirme ya da biraz da olsa iyi gösterebilme çabası...
Zengini, fakiri, yaşlısı, genci, çocuğu, kadını, erkeği... Her biri diğerinden farklı etkilenirken, her biri için ayrı analizler, ayrı sonuçlar. Dünya değişiyor, dünya dönüşüyor, dünya başka bir yer oluyor. Belki daha bile güzel olacak ama henüz bilinmiyor.
Tüm bunlar olurken bir de sessiz sedasız köşesinde oturanlar var. Adeta evde kıyamet koparken kendi küçük odasına çekilip, belki de unutulduğu köşesinde resmini yapmaya devam eden küçük çocuk misali... Sessiz, sakin, üreterek ama telaş etmeden devam edenler.
Peki ama kim bunlar?
Dünyada kıyamet kopup, yer yerinden oynarken, onların dünyasına sükûnet hâkimdir. Her şeyi dışarıdan izliyorlar. Sanki her şey onların içinde olmadığı bir dünyada yaşanıyormuş gibi dışarıdan izliyorlar olan biteni. Hatta kimsenin kızmayacağını bilseler bu durumdan memnun olduklarını bile söyleyecekler. Peki, kim bunlar? Kaç kişiler, neden böyle hissediyorlar ve ne bekliyorlar?
Zamanında evlerinden kovulmuş, dört duvar ve bir çatı altında kalmak için can atarken arkalarına bakmadan kaçıp kurtulmak zorunda kalanlar. Evde huzur içinde yaşamayı isterken, evin kendileri için cehenneme dönüştüğü kişiler.
O evlerden kaçtıktan sonra bir daha yolunu izini bulamayanlar, köklerinden kopup oradan oraya savrulanlar. Ait olmaya çalıştıkça ayrık otu gibi bitenler, zoraki atıldıkları dışarılara uyum sağlamaya çalıştıkça yapamayanlar. Evlenenler, çalışanlar, okuyanlar, anne- baba çocuk olanlar, hep çocuk kalanlar ama koparıldıkları topraklarını bir daha asla bulamayanlar. Ruhları acı içinde kıvranırken sığınacak bir liman arayanlar.
Sen, ben, biz... Belki her gün gördüğümüz, konuştuğumuz, herkes gibiymiş gibi görünen ama asla herkes gibi olamayanlar...
İşte onlar, şimdi kimi zaman çocukları ile kimi zaman kendi başlarına ya da aileleri ile birlikte evdeler. Dünyanın onlardan sadece evde kalmalarını istediği şu dönemde asıllarına, özlerine, köklerine, evlerine dönenler, yerini bulanlar. Bir yangından kaçar gibi kaçtıkları ve bir daha asla dönemedikleri o evlerine mecburen dönüşün keyfini çıkaranlar...
Evlerinden kaçıp iyiliğe adanan ruhlar
Ama siz onları duyamazsınız, göremezsiniz, çünkü korkarlar. Dünyada kıyamet koparken, kendi ruhlarının sükûn bulmasından utanç duyarlar, hem de var olan acıya sebep olmadıkları hâlde.
Dünyadan eve kaçmak; dünyanın ruhlarına açtığı yaralardan sığınma talebi, ruhlarında bitmeyen savaştan kaçış gibidir. Çünkü dünyada dindiremedikleri her acıda biraz paylarının olduğunu düşünürler, ve dokunamadıkları her kederde.
Her yanlış olanda, kötü gidende, her acıda kendi suçlarını ararlar, herkese karşı her şey için sorumludurlar. İyilik için uğraşıp güç yetiremeyenler, zamanında evlerinden kaçıp iyiliğe adanan ruhlar.
Aidiyetsizlikleri, olamamaları ve her an canlarının yanması, evlerinden kaçarken ruhlarında taşıdıkları açık yaralarındandır. Üstüne dindiremedikleri dünya acıları da binince kaçıp eve saklanmak birden çok iyi gelir.
Henüz kendi yarasını kapatamamışken başkalarının acıları ile yaptıkları pansumanlarla hayata devam etmeye çalışırken kendilerini evde bulanlar... Evden kaçarken yangından yaralanmış ruhları ile birlikte kaçmışlardı ne de olsa.
Maalesef o yaralar ev dışında iyileşmiyordu. Zor olanı yapıyorlardı; yaralarıyla birlikte yaşarken canları acımıyormuş gibi yapıp, kimseye yaralarını göstermeden dünya hengâmesi içerisinde hayatlarını devam ettiriyorlardı. Ah ne zordu, bir bilseniz...
Açık yara ile yaşamak alevler içerisindeki bir evde yaşamak gibiydi. Gidecek yeriniz yok, ama kalmak canınızı yakıyor her an. Evden ilk kaçış kısmi kurtuluş olsa da kaçarken ruhunuza aldığınız yaralar sizinle birlikte her yere gelir.O yüzden evden kaçış acı içinde bir ruhla kaçmaktı.
Kaçmak, kaçtıkça daha yaralanmak...
Yangınını içinde, bedeninde, ruhunda taşıyarak kaçmak, kurtulmak için kaçmak, kaçtıkça daha da yaralanmak... Ne dilemma... Yeşil Yol'da John'un söylediği gibi yorulmuşlardı; "Yoruldum, patron.
Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri…
İnsanların birbirine kötü davranmasından bıktım.
Her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan bıktım.
Çok fazla var, sanki her an için kafama cam parçaları batıyor.
Anlıyor musun?" (Yeşil Yol) İşte o yangından kaçanlar, evlerine dönmek istediklerini bilmeden oradan oraya savrulurken, bir anda eve dönmek zorunda kaldılar.
İlk başta afallasalar da artık ne kendileri eski kendileri ne de evler o eski evler. Bu yeni dönülen evler onlara iyi geldi sanki. Yıllar içinde kaçıp kurtuldukları evler, şimdi içinde yaşayamadıkları dünyadan kaçıp sığındıkları yuva oldu. O eski kendileri olmadıklarını anlayana kadar biraz afalladılar. Sonra oranın yeni bir ev, kendilerinin de, o evden kaçan kişi olmadıklarını anladıklarında mutlulukları görülmeye değerdi.
Yuvaya dönmek iyi geldi
Açılan yaralar var olmaya devam etse de dört duvar arasında incinecek daha az ortam incitecek daha az insan vardı. Elbette bir de zaman içinde büyüyen, güçlenen ve yaraları biraz da olsa kabuk tutmuş kişilerdi artık.
Haa, bir de dünyanın onlardan istediği, her an yeniden üretme, tüketme, harcama, yaratma, ilişki kurma gibi daha bir sürü ruh yoran beklentiden de kaçtılar eve sığınarak.
Onlardan beklentisi olan insanlar sadece dört duvar arasında olanlardı ve dış dünyanın acımasızlığı ile kıyaslayınca onlara göre daha katlanabilirdi bu durum, ama elbette bunu söyleyemezlerdi, çünkü evdeki hengâmeden bıkan ve bunalan insanlara haksızlık etmiş olurlardı. Hâlbuki herkesin kendini, duygu ve düşüncesini ifade etme hakkı vardı, ama onların hep daha az.
İşte böyle savrulurken Korona günlerinde buldukları bu zoraki sığınak onlara pek iyi geldi. Onlara nasılsın diye sorduğunuzda "İyiyim, bana iyi geldi evde olmak" der geçiştirirler. Yüzlerine dikkatli baktığınızda az da olsa iyi bir şeyler olduğunu anlarsınız.
Dünyanın, başkalarının, geçmişlerinin ya da vesveselerinin beklentilerinden onları koruyabilecek bahanelerinin olmasından mutlular. En çok da bu bahaneyi kendileri bulmak zorunda kalmadıkları için mutlular. Eve, yuvaya dönmek iyi geldi onlara.
Bu günler elbet geçecek. Hatta belki de çok az kaldı her şeyin daha iyiye ve güzele dönüşmesine. Ölüm sayılarımız azalıyor; ne acı, sayı azalması bile bizi mutlu ediyor, hastalık teşhis sayılarımız artmıyor ve iyileşenlerimizin sayısı gün geçtikçe çoğalıyor. Hepimiz rutin hayatlarımıza ve gündelik meşgalelerimize döneceğiz.
İşlerimize gidip, evlerimize dönüp hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. İşte o günler geldiğinde hayatında büyük değişikliler yapan insanlara dikkatle bakın; geçmişlerine, geldikleri yere ve sonra gidecek oldukları yerlere. İşte bunlar bu süre sonunda eve dönerek yeniden dünyaya da dönenler olacaklar.
Şairin de dediği gibi;
"Herkesin bahanesi var,
senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın,
başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön!
Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön!
Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön!
Şarkıya dön!"
Onlar da önce eve, sonra kalplerine,
en son da kendi şarkılarına
dönecekler...