Aralık 2015 | Editör Yazısı
Hayret bu ya, bu akılsızların bile bir memleketi var!
Evet, herkesin kendince bir memleketi var, bazen yaşar, bazen doyar, bazen de aldatır…
Bazen büyütür kalbinde, büyütür uzak bir yer, sonra bir bakar ve aldatılır,
Memleket dediğin, günü yavaş yavaş ağartır,
Bizi mutlu yaşlandırır ve nerede görse uzun ve yalnız düşüncelere daldırır…
Soğuk ülkelerin susuz yazlarını bile bir özleyen vardır, memleketin kokusunu ve kâbusunu birlikte gözleyen, kendini belli etmeden bir yangınla eğleyen, belki umursamazlığında kaybolup giden…
Perşembe günü gözlerinde bir kırmızılık belirdi, cuma günü bir perde indi,
Kendini göremiyordu adam, neredeyim ben, dedi, belki de bir yangın yerinde…
Doğru, dünyanın her yerinde bazı yangınlar vardı, burada sadece eskimez yazılı kitaplar yandı,
Bütün kötü şeylerin bütün iyi insanların başına geldiği,
Ve daha bir milyon doğru yanlış biliniyordu.
Bu filme mutlu bir son değil, doğru bir son bakıyordu,
Son yazıldı ve bir çınarın sabit dallarına asıldı,
Altında gölgeler, cambazlar, ipler, bizler ve kâğıttan kaleler…
Yol gidilmiyordu, çare bilinmiyordu. Oturuyorduk çınarın altında öylece,
Çay içilip şiir okunuyordu ve dallardan bir saat sarkıyordu.
Zaman bir düşman gibi bizi esir alıyor, zaman bizi geri bırakıyor, zaman bizi uçurumdan atıyordu.
Bir saat yapmak istiyorduk, bizi bu zamanda ve bazı yerlerde bıraksın, unutsun, peşimizi bıraksın,
Özgür olmak, heyecan ve dalga ve hız… Bunlardan pek çoğuna yanlışlıkla alışmışız.
Isaac, bir saat yapsın bize ve bırakmasın İstanbul'u, olacak olan olmasın böylece,
Eğer durdurmak her şeyi mümkünse;
Müptela olalım sürekli kısık gözlerle bakılan bir maziye.