Şehir ve Ramazan
Ramazan ayı her sene ülkemize, şehrimize, evimize bir konuk gibi gelir. Onu özenle ağırlamak gerekir. Ramazan yaklaştıkça insanlarda da birtakım değişimler gözlenir. Biraz daha munis belki, biraz daha merhametli oluruz. Çünkü Ramazan gelince sadece beden orucu değil, ruh orucu da tutarız. Evimiz, şehrimiz ona göre şekillensin, ona göre renklensin isteriz.
Ramazan'ın kendisine has kokuları, sesleri hatta renkleri vardır. Pide kuyruğu ve sıcacık ekmek kokusu… Sonra camilerden yükselen sesler. Ve kabul edelim, hepimizin kendimize özgü bir Ramazan'ı vardır. Eski Ramazanlar deriz ve bir duyguyu özleriz. İşte o duygu aslında çocukluğumuzdur. Ramazan ayı içimizde çocuksu, saf bir damarı ortaya çıkarır. Kirlenmemiş, ak pak bu duygu, dünyanın ilk sabahına doğmak gibi bir huzur duygusuyla kardeştir. Ve elbette oruç ibadeti... Gösterişten uzak, riyadan azade… Modern hayatın bütün hazlarına dur deme özgürlüğüdür.
İçten içe orucun Allah katında en makbul ibadetlerden biri olduğu bilgisini haizizdir. Bu yüzden normal vakitlerde namaz kılmayanlar teravihte safa dururlar. Hatta Kadir gecesi gidin bakın, nasıl da doludur camiler. Bu uhrevi atmosfer, bu manevi iklimdir ki canlı cansız tüm şehri kuşatır, sarar. Dünya gurbetinin içinde yaşayan bizler için sanki ötelerden bir haber gelmiştir. O yüzden mutlu oluruz. O yüzden ibadetlere neşe gelir. Bereketlenir evimiz barkımız.
Din bireysel olduğu kadar toplumsaldır da. Ramazan ayı o toplumsallığa çok başka bir bakış açısı getirir. Dışarıdan bakıldığında olağanüstü devrimci bir harekettir. Düşünsenize tüm ümmet Allah için bir ay boyunca belirli vakitlerde yemiyor içmiyor ve kendini birtakım dünyevi hazlardan geri çekiyor. Yaşamı bir kez olsun durdurmanın bir metodudur bu. Ramazan devrimidir bu. Hepimize kutlu olsun.