SOSYAL MEDYA’DA “FENOMEN” OLMAK YA DA OLMAMAK!
Bugün, kitle iletişim araçları dönüştü, medya dönüştü, bunun yanı sıra ihtiyaçlarımız da dönüştü! İhtiyaçlarımız, bizi akıllı telefonlarımızın kahramanları yaptı! Artık o kahramanımızın başlıca adı "Sosyal Medya Fenomeni"! Bu kahramanımız anında gündemi takip edebildiği gibi anında da gündem olabiliyor; gerçekliği istediği an eğip bükebiliyor, bir çırpıda kilometrelerce uzakta bir olayın içine dahil olabiliyor, savaşlar başlatıyor, savaşlar bitiriyor.
Dünyamız artık "Sosyal Medya Fenomeni" adlı bir kahramanla baş başa yaşıyor!.. O kahraman hayatını görüntülemeden, paylaşmadan, dijitale yansıtmadan yaşanmış kabul etmiyor. Gerçekliği önce sosyal ağda yaşıyor sonra onu sahipleniyor. Sanki bir yapay zekâ ürünü! Artık reklama ihtiyacı yok, reklam tam olarak kendisi, çünkü ürün de kendisi… Peki, kim bu Sosyal Medya Fenomeni? Tabi, ki; benim ve sizsiniz… Hepimiziz!
Kitle iletişim tarihini bir insanlık tarihi olarak okumak ve olayları gelişmeleri iletişim tarihi üzerinden değerlendirmek pek ala mümkün. Peki, bugün iletişim tarihinin zirvesinde kim var derseniz, hiç şüphesiz sosyal medya fenomenleri var deriz… Sosyal medya fenomenleri kâh karşımıza Amerika Birleşik Devleri Başkanı olarak çıkıyor kâh da bir seyyar satıcının Marmaray'da yaptığı dans olarak. Yani kahramanımız aslında sıradan insan... Herkes "sosyal medya" fenomeni olabilir? Gerekli tek şart "ağa" dâhil olmak. Peki, çağları aşan insan bugün neden sosyal medya fenomeni olarak karşımıza çıktı? Hangi ihtiyaç sonucu, tüm dünyayı evi, tüm insanlığı ise aynı ırka ve dile mensup bir kitleye dönüştürdü? Hangi etki onu, dünyaları avuçları arasına alıp, bir tık ile zaman ve mekân arasında sörf yapma yetisine ulaştırdı?
Bir şov süreci
Bu soruların cevabı aslında tek… Kapitalizm, tüm dünyayı bir ticarethane olarak değerlendirmiş ve öyle sınırlar çizmişti. Bugün Neoliberalizm ise bu ticarethane olarak değerlendirilen dünyanın gerçekliğini ve değerler mekanizmasını sadece maddi şeyler için değil zihinsel ve kültürel olan şeyler için de kapsamak istiyor. Daha öncesinde fethedilecek ve keşfedilecek şeyin konusu, mekânsal ve somut şeyler üzerinden değerlendirilirken sosyal medya ile birlikte bu somut mekân, insanın kendisi olarak dönüşüm geçirmiştir.
Artık ticari ürün ve üretim; insanın, zihinsel ve bilinçsel merkezi dikkate alınarak inşa edilmeye başlandı. Neoliberal politikalara göre, insanın zihin
dünyası ve değerler yargısı da küresel sistemin kendisi tarafından alınıp satılmalı. Rüyaları dahi, bir reklamın tanıtımını konu almalı. Zaman ve mekân algısı dijital dünyanın yasalarına tabi olmalıydı. İnsan, sadece düşündükleriyle bile üretim yapabilmeli. Paylaşımlarıyla bile influencer olabilmeli ve var olan sistemi devam ettirebilmelidir. O yüzden her şey dijital dünyada var olabildiği ve kabul görebildiği oranda "gerçek" dünyada bir anlam ve değer ifade edebilecek düzeydedir. Sosyal ağlar ile birlikte insana dair her şey bir görüntü nesnesinin, bir şov sürecinin, bir etkileşim meselesinin kendisi olabilmelidir. Küresel dünyanın oyun kurucuları insana dair her şeyi bir ağa çevirerek, onu global bir köyün içerisinde tamamen görünür kılmak istiyorlar.
Görüngü olarak nitelendirilen şeylerin kurucusu ise kapitalist ahlakın kendisinden başkası değildir. Doğru olan, iyi olan, yapılması gereken veya gerekmeyen her şeyin neyin ne olacağına ağ toplumunda yaşayan sosyal medya fenomeni karar veriyor. Bu fenomenin kitlesi de o üretilen değerler mekanizmasına göre yeni içerikler ve anlam dünyaları oluşturuyor. Görüntülenme ve görüntüleme dünyası içerisindeki değer mekanizması da "görüntülenmeye değer olan ve görüntülenmeye değer olmayan" şeyin niteliği ile belirlenebiliyor. Ne görüntülenebiliyorsa "iyi" ne ekranın dışında ise" kötü".
Görünür oldukça anlam kazanmak
Bugün, sosyal medyayı kullanan herkes bir sosyal medya fenomenidir. Çünkü sosyal medyayı kullanan bireyin bütün amaç ve maksadı "görüntülenecek" olarak nitelenen şeyleri ağa dâhil etme çabasından başka bir şey değildir.
Gündelik yaşamımızda, iletişim araçlarını artık bilgi alma, haber iletme ve eğlendirmenin ötesine geçerek kullanmaktayız. Artık sosyalleştiğimiz, içinde yaşadığımız hayatımızı somut olarak gerçek kıldığımız bir fenomen haline gelmiştir. Zaman algımız, mekân algımız, toplumsallaşma algımız tamamen sosyal medya ile birlikte "değişişmiş ve dönüşmüştür". Artık bu dünya "yeni bir dünya"dır.
Bu dünyada yaşadıklarımızı "sosyal mecralar"da paylaştıkça var olma anlayışı egemendir. Ve yaşadıklarımızı da sosyal mecralarda elde ettiğimiz değer yargıları ve bilgi kümeleri doğrultusunda ele alıyoruz. Sosyal mecralarda "neye maruz" kalıyorsak onu gerçek hayatımızda arıyor ve kendimizce
dönüştürüp tekrar "ağ" ortamına sokmaya çalışıyoruz. Yaşadığımız şeylerin "mahrem ve veyahut mahrem olmayan" diye bir ayrımı artık eski dünyanın kavramları olarak değerlendiriliyor. Artık her şeye görünür oldukça ve başkaları o görünür olan şeyler üzerinden üretim ve tüketim yaptığı müddetçe bir anlam ve değer atfediliyor.
Hayatımızın merkezine artık kendi medyamızı da oluşturabildiğimiz bir sosyal ağı alıyoruz. İletişim araçlarının dönüşümü ile birlikte hayatımıza giren bu sosyal ağın merkezi ise sosyal medyalarımızdan oluşuyor. Bilgi kümelerimiz, ilişkilerimiz, dış dünya tasavvurlarımız, benlik bilincimiz artık bu sosyal ağ tarafından meşrutiyetini sürdürüyor.
Kapitalist dünya düzeninde insan bir tüketici olarak inşa edilmişti. Ama kapitalist sistem sonrası, internet ile birlikte insana bir başka rol de verdi. O da şuydu: "Her şeyi kapitalizme çevir!" "Ve sen çevir!. Ve gönüllü çevir. Ve üret. Ve Tüket. Dışarıda hiçbir şey kalmasın! Her şey sistemin bir parçası olsun!" Şu an bunu dijital mecralar ve dijital kültürle yapıyoruz. Bu her şeyi dijitale ve ağa dâhil et bilinci en çok da "insani değerler" söz konusu olduğunda devreye giriyor.
Sosyal medya kültürü yeni bir "insan" oluşturdu
Sosyal medya kültürü yeni bir "insan" oluşturdu. Bu insan, her an aktif, her an bilgi verebilen, içerik üretebilen, düşündüklerini ve duygularını aktarabilen bir insan tipi. Gördüklerini bir şov unsuruna dönüştürmeden görmüş sanmıyor. Yaşadıklarını paylaşmadan yaşayamıyor. Deprem olduğunda o depremi görüntülemeden ve yanına cesetleri almadan o depremi ve acıyı hiç olmamış sayıyor. Sadece ticari olarak düşünülmemiş bu insan. Reklam yapan, ürün pazarlayan, ürün tüketen değil. Duygular üreten ve tüketen bir insan.
Mesela, asrın felaketi olarak yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremin hâlâ sene-i devriyesi içerisindeyiz. Deprem de neredeyse 50 bin vatandaşımızı kaybettik. 100 binlerce de yaralımız oldu. Deprem olduğu andan itibaren Türkiye gündemini ve olaylarını büyük ölçüde sosyal medyadan takip ettik. Ve bu sosyal medyada ne gördük; depremden ziyade sosyal medya kullanıcısı kişilerin depremle olan kişisel yaşantısını ve yorumunu. Bu yorum depremin önüne geçmişti kimi zaman. Ve yaşanılan gerçeklik yavaş yavaş kırılma gösteriyordu. Ortadaki gerçeklik, kişilerin algısal oyuncağı olmuştu. Kimisi sahte ihbarlarda bulunarak, bu depremi yorumladı kimisi yaralı ve ölü vatandaşların arasında videolar çekti. Kimisi yıkıntılar içerisinde harabeye dönüşen evin kana bulanan görüntüsü üzerinden manzara devşirdi. Böylece amacına ulaştı ve "takipçi kastı." Ağ içerisinde beğeni aldı, favlandı ve görüntülenme sayısı arttıkça varoluşunun Nirvana'sına ışınlandı.
Sosyal mecralardaki bu her kişisel değerlendirme bir bilgi haznesine dönüşerek bir gerçeklik unsuru doğuruyordu. Sosyal medya fenomenliği aslında tam olarak buydu: Ağ içerisinde bir gerçeklik oluşturan kişi. Ve bu fenomen, hemen her an gerçeklik üretebiliyordu. Ve bu gerçekliği bükebilen kişi, algılarla oynayarak "kitleleri" manipüle etme yetisine de sahip olabiliyordu. Bu manipülasyon yetisi, sosyal medya fenomenini tarihin bütün harabelerinin üzerinde debelenme ödülünü kendisine takdim ediyordu. Günün sonunda kendi yaptığı helvaya tapıyordu.
Hepimiz birer fenomeniz
Amerika'yı zaten keşfetmemiştik. Orada binlerce yıldır insanoğlu yaşıyordu. Ama Amerika'yı, dünyanın sahibi olduğunu sananlar keşfedince dünya tarihi de öyle inşa edildi. Bugün sosyal ağlar aracılığıyla gerçeklik inşa etmek ve kullanıcıların gündelik hayatını, düşüncelerini ve rüyalarını
dahi ticari birer emtiaya dönüştürüp satabilmek ancak bu sisteme inandığımız an gerçekleşecek bir şey. Gündelik hayatımızın asli gerçekliğini sosyal medya üzerinden değerlendirirsek hepimiz birer sosyal medya fenomeniyiz. Bu fenomen olarak da kıtaları, atlasları karış karış kesip yeni gerçeklikler
inşa edebilmemiz mümkündür. Peki, insani midir? Deprem olduğunda sosyal medya fenomeni, depremin en güzel görüntüsünü ve o acının en görünür halini, gerçekliğin sosyal medya halini dikkate alarak sadece paylaşmak ister. Gündelik hayatında hayata "sadece" beğenilecek görüntüler
toplamak olarak bakar, güneşi, ayı ve yıldızları birer ikon olarak görebilir…
Savaş olduğunda, sosyal medya fenomeni, savaşın en kanlı görüntüsünü ve o en masum hikâyenin katledilişinin peşine düşer… Neden? Çünkü gerçek onun umurunda değildir. Önemli olan kabul görecek gerçekliğin ortaya çıkmasıdır… Günün sonunda ruhu olmayan yapay zekâlara dönüşüyor
sosyal medya fenomeni. Daha çok görünür olmak, daha çok tüketmek, daha çok söylemek… Bunlar yapay zekâ ürünü kahramanlar. Gerçek insan, üşüyen insandır. Yani kendi varlığına çıplak olan insandır. Kendi olabilmek için kendisi kalabilendir. Kendisi kalabilmek için ruhunu hissedebilendir. Kendisini görmek için başkasına ihtiyacı olmayan varlıktır.
Sosyal medya kahramanımız (fenomenimiz) gerçek hayatta, yalan söylemediği, ırkçılık yapmadığı, nefret söylemi oluşturmadığı, iftira atmadığı,
olmamış bir şeyi olmuş göstermediği gibi şu an var olan ağ toplumundaki sosyal mecralarda da bu kurallara riayet etmelidir. Sosyal medya kahramanımız kendisinin gerçek bir varlık olduğunu unutursa orada kaostan başka hiçbir şey hâsıl olmaz.
Bugün dünyayı sosyal medyanın ve ağ toplumunun gerçekliğini kabul etmeden okumak mümkün değildir. Bu yeni teknoloji insanoğlunun yeni oyuncağıdır. Sosyal medyayı ya da ağ toplumunu bir yapay zekâ kahramanı olarak değil de gerçek hayatımızın gerçek bir aygıtı olarak kullandığımızda inanılmaz değerler ve harikulade ilmi gelişimler ortaya çıkartacağımız da muhakkaktır. İlk kural "insanlığımızı" dışarı bırakmadan sosyal medyaya ve ağ hayatına dâhil olmaktır.