ESMERLERİN ÖLÜMÜ
Sokakta iri yarı, yetişkin bir adamın küçük, cılız bir çocuğu dövdüğünü görseniz ne düşünürsünüz? "Kavga ediyorlar, ben karışmayayım. Neme lazım" mı dersiniz? "Adam sokak ortasında dövdüğüne göre bu çocuk çok yanlış bir şey yapmıştır. Gidip adama yardım edeyim" mi? Yoksa "Olacak iş mi bu, koca adam küçücük çocuğu döver mi?" deyip çocuğa yardıma mı koşarsınız? Bu farazi durumda kabaca yukarıdaki üç tutum benimsenebilir: Zayıfa yardım, güçlüye destek, tarafsızlık. İsrail'in Gazzeli mazlumlar üzerine yürüttüğü son vahşi saldırılarda her üç tutumu da gözlemledik.
Batı emperyalizminin Arap coğrafyasının ortasına pimi çekilmiş bomba olarak bıraktığı İsrail korsan devletinin, kuruluşundan bu yana izlediği yayılmacı işgal, etnik temizlik ve soykırım siyaseti hız kesmeden devam ederken "küçük çocuğu" suçlayanlara da kafasını öte yana çevirenlere de sık sık rastladık. Hatta "İri kıyım adama" desteğe koşanların arttığına şahit olduk. Bir tarafta dünyanın süper gücü ABD'nin her türlü (ekonomik, askeri, siyasi ve moral) desteğini arkasına almış, Batı'nın kültürel hegemonyasıyla tahkim edilmiş, elinde nükleer dâhil çok sayıda gelişmiş silahıyla korsan İsrail devleti. Diğer tarafta elektriği, suyu, gıdası bile kesilmiş, elinde su borusundan üretilmiş az etkili roketler ve sapan taşları bulunan, ezici büyük çoğunluğu sivillerden oluşan mazlum Gazze ahalisi.
Gazze katliamında algı seferleri
İsrail'in devasa propaganda aygıtı dünya çapında işlemeye başlar başlamaz dünyanın egemenlerine biat etmiş aparatlar hemen taraflarını seçtiler: İri kıyım adamın yanında yer aldıklarını haykırıp cılız çocuğa sahip çıkmaya çalışanları da terörist sevicilikle itham ettiler. Elbette önce siyaset dünyası devredeydi. İsrail yalanlarını dünya kamuoyuna duyurup meşruiyet devşirme çabasının başını ABD siyaseti çekiyordu. Örneğin, Başkan Biden ilk günden desteğini açıklayıp "Hamas 40 İsrailli bebeğin kafasını kesti" gibi büyük bir yalanı basın önünde açıkça söyleyebildi. Beyaz Saray'ın bu açıklamayı sonradan düzeltmesi işe yaramadı, o yalan hâlâ dolaşımda.
Avrupa Birliği'nin (AB) önde gelen ülke siyasetçileri de İsrail'i aklamak için sıraya girdi. Mesela Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen şöyle dedi: "Hamas'ın terör saldırısı bir savaş eylemidir. İsrail'in kendini savunma hakkını da tamamen destekliyoruz. Avrupa bu trajedide İsrail'in yanındadır." Oysa aynı kişi geçen yıl Rusya'nın Ukrayna altyapısına saldırılarını şöyle tarif ediyordu: "Rusya'nın sivil altyapılara, özellikle de elektriğe yönelik saldırıları savaş suçudur. Kadın, erkek ve çocuk sivillerin suyunu, elektriğini, kış yaklaşırken ısınma sistemlerini vurmak apaçık terör eylemleridir."
Ülke ismini çıkarıp yerine İsrail'i koyduğunuzda tam olarak İsrail'in Gazze'ye yaptıklarını söylediğini görürsünüz. Ama Rusya'nın yaptığı terör, İsrail'in yaptığı kendini savunma hakkı oluveriyor. Aynı duruma Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'da da rastlıyoruz. Geçen kasım ayında Rusya-Ukrayna savaşı için yazdığı bir tweette aynen şunları söylüyor Bay Macron: "Ukrayna bugün büyük bir bombardımana maruz kaldı. Ülkenin büyük bir kısmı su ve elektrikten mahrum kaldı. Sivil altyapılara yönelik saldırılar savaş suçudur ve cezasız kalamaz." Macron tweetinde birebir bugün İsrail'in
yaptıklarını tarif ediyor. Bir farkla ki İsrail'in kendini savunma hakkını hararetle savunuyor.
İsrail'in yalanlarını tekrarlayan medya
Üstelik Karadeniz kıyısındaki savaşta batı dünyası Ukrayna'ya çok büyük destekler yağdırdı. Sadece askeri ve ekonomik olarak da değildi bu yardımlar. Avrupa'da Dostoyevski kitaplarının, Çaykovski müziklerinin yasaklanmasına, festivallerden Rusya'yla ilgili her şeyin çıkarılmasına varacak kadar büyük bir akıl tutulmasıyla desteklediler Ukrayna'yı. Putin hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi tutuklama kararı çıkardı ve bu karar ömür boyu geçerli. Netanyahu ise kendisini Tel Aviv'de ziyaret eden batılı devlet başkanlarıyla sarmaş dolaş pozlar vermekle meşgul. Alışık olduğumuz üzere, siyasilerin demeçlerinin ardından, propaganda makinesinin medya ayağı hiç zaman kaybetmeden devreye girdi.
Dünya basınına yön veren en büyük ajanslar, TV kanalları ve yazılı medya organları İsrail'in yalanlarını kelimesi kelimesine tekrarlayan yayınlara imza attılar. Bunlardan birinde ABD eski Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, şimdiki Ulusal Güvenlik Konseyi Koordinatörlerinden John Kirby'i CNN ekranlarında ağlamaklı gözlerle konuşurken izledik. Eski bir amiral olan Kirby'nin yaşlı gözlerle boğazının düğümlenmesine yol açan şey İsrail'den geldiği söylenen görüntülerdeki çocuk ölümleriydi. CNN bu canlı röportajı uzun uzun verdi. Ancak o sırada ekranın sağ tarafında, akşam karanlığında üzerine bombalar yağan Gazze görüntüleri vardı. Tabii kamuoyu, uzaktan izletilen Gazze görüntüsüne değil eski amiralin duygularına odaklandırılmıştı.
New York Times gazetesindeki bir diğer örnekte ise aynı haberin üç ayrı başlıkla yayınlandığına tanık olduk. Gazze'deki El-Ehli Hastanesinin vurulması sonrası New York Times haberi "İsrail'in saldırısında hastanede yüzlerce kişi öldü" şeklinde vermişti. Kısa süre sonra başlıktaki "İsrail" ibaresi çıkarıldı ve "Gazze hastanesine saldırıda en az 500 ölü" olarak değiştirildi. Ancak bu da yetmemiş olacak ki haberin son başlığı "Gazze hastanesindeki patlamada en az 500 ölü" olarak yer aldı. Haberin başlığından "İsrail" ve "saldırı" kelimeleri tamamen çıkartılmış oldu. Kaynağı belirsiz bir patlama olmuştu (!)
İngiliz The Times gazetesi daha rezil bir habere imza attı. Baş sayfaya yerleştirilen, kanlar içinde yan yana oturmuş üç çocuğun fotoğrafının üzerine "İsrail parçalanmış çocukların görüntülerini paylaştı" başlığı atılmıştı. Ancak fotoğraftaki çocuklar Gazze'deki bir hastanede yaralanmış Filistinli çocuklardı. "Kafaları kesilen 40 bebek" fotoğrafı bir türlü bulunamayınca arşivde bulunması en kolay olan yaralı Filistinli çocuk fotoğraflarından birini koymuşlardı.
"Filistin'i desteklemekten asla vazgeçmeyeceğim"
Siyaset ve medyanın ardından sıra propaganda aygıtının "sanat sepet" ayağına geldi. Dünyaca ünlü "sanatçılar" adeta birbirleriyle yarışırcasına İsrail'e desteklerini ve Hamas'ın "korkunç katliamlarını" kınayan mesajlar yayınlamaya başladı. Fakat bazıları baltayı taşa vuruyordu. Örneğin sosyal medyada 300 milyon takipçisi olan şarkıcı Justin Bieber, yıkılmış bir şehri gösteren siyah beyaz bir fotoğrafın üzerine "İsrail için dua ediyorum" notunu paylaştı.Ama bilmediği (ya da bildiği ama İsrail'e ait olanlar var olmadığı için) bir şey vardı, fotoğraftaki görüntü Gazze'dendi.
Amerikalı aktris Jamie Lee Curtis de benzer bir hataya (?) imza attı. Büyük harflerle yazdığı "göklerden gelen terör" notuna İsrail bayrağını iliştirmişti. Fotoğrafta dehşet içinde gökyüzüne bakarak kaçışan çocuklar vardı. Elbette o çocuklar Filistinlinliydi. Her iki ünlü de gerçek hatırlatılınca paylaşımlarını sildiler ama milyonların hafızasına bu mesajlar çoktan kazınmıştı bile. Bunlardan farklı bir örneğe daha bakalım. Filistin asıllı ABD'li model Gigi Hadid çatışmaların ilk dört günü sessiz kalmıştı. Oysa herkes onu ve yine model olan kardeşini Filistin'e verdikleri destekle tanıyordu. Ama ilk günlerdeki yoğun propaganda öylesine baskıcı bir ortam oluşturmuştu ki en net tavırlar takınabilen kişiler bile seslerini çıkaramadı.
Hadid sonunda yayınladığı mesajda epey "yumuşak" bir dille "masum insanların terör saldırısında katledilmesini" kınadı. Filistin mücadelesine desteğini yineleyen Hadid "tek bir Yahudi'nin bile zarar görmesini istemediğini" belirtti. Mesajındaki tereddüt bariz biçimde hissedildi. Buna rağmen mesaj İsrail'in öfkesini çekmeye yetti. Resmi hesaplardan "rahat uyuyor musun? Seni görüyoruz" tehdidi yazıldı. Bunun üzerine ünlü modelin telefon numarası internette yayıldı ve binlerce ölüm tehdidi aldığını açıkladı. Babası da FBI'a başvuracağını duyurdu. Siyonist propaganda aygıtının nasıl çalıştığını gösteren bariz bir örnek.
Ancak İsrail'in El Ehli Hastanesi'nde yüzlerce sivili katleden saldırısından sonra, kardeşi Bella Hadid çok daha net bir mesaj yayınladı. Şöyle diyordu: "Kariyerim bitse bile Filistin'i desteklemekten asla vazgeçmeyeceğim. Modellik işle rini kaybetmekten korkmuyorum, sesimi yükseltmeye devam edeceğim. Netenyahu yeni Hitler'dir! 2,5 milyon Filistinliye yeni bir mezarlık yaratmaya uğraşıyor".
Fenomenlerin Filistin duyarlılığı (!)
Bu kervana eklememiz gereken bir grup daha var: Fenomenler. Son yıllarda, sosyal medyanın geleneksel medyayı geride bırakmaya başlamasıyla birlikte, sayıları gittikçe artan bu grubun ne iş yaptığını tanımlamak kolay değil. Kimisi kendisine "içerik üreticisi" diyor. Çeşitli sosyal medya platformlarında "içerik" üreterek kazanç elde ediyorlar. Kimisi de sadece eğlence amaçlı yapıyor ancak bunlar arasında siyasallaşmış olanlar da bulunuyor. Konumuz itibariyle bunlara da değinmekte fayda var.
Türkiye'den bir fenomen, Hamas saldırısına karşılık İsrail'in sivillere karşı günler süren barbarca saldırılarından dikkati dağıtmak için, Filistinlilerin "toprak satan aç gözlü ataları" diye bir söylem ortaya attı. Tarih cahili bu kişiye sosyal medya üzerinden usulünce cevap verenler oldu ancak bu şahsın bir de canlı yayın yaptığı, epey yüksek bütçeli olduğu anlaşılan bir programı var. Bu programa tarihçi İlber Ortaylı ve tarihçi olmayan Celal Şengör'ü davet ederek konuyu sordu. Her iki figür de (tarihsel bağlamında değil, magazin gibi ele alarak) bunun doğru olduğunu söyleyince bizim fenomen derin bir "oh!" çekti.
Milyonlarca izleyici ve takipçiye ulaşan bu fenomen şahıs ne yapmış oldu peki? Ortada soykırıma varan bir İsrail saldırganlığı sürmekteyken, suçlunun saldıranlar değil, yüz yıl önce küçük bir miktar toprak satan Filistin'in yerlileri olduğunu söyleyerek neyi murat etmişti? Öncelikle Türk halkının konuya temkinli yaklaşmasını, daha doğrusu uzak durmasını istiyordu. Bir asırdır tarih kitapları dâhil her türlü yolla toplumsal hafızaya nüfuz ettirilmiş Arap önyargılarını kaşımak gerekirdi. Bugün başlarına gelenler Arapların kendi suçuydu, bize neydi (cılız çocuk dayak yerken karışmamak için bahane arayan yaklaşımı hatırlayalım). Ama belki de daha önemlisi, o sırada süren zulümden yüz çevirip dikkatimizin dağılmasını istiyordu. Kısmen başardı da çünkü sosyal medya ve TV'lerde birkaç gün bu kişiye cevap vermekle zaman harcayanlar oldu. Konuyu bilmeyen birçok genç de bu söylemden etkilenerek duyarsızlaştı.
Batılı hegemonlar savaşı medyada da yürütüyor
Benzer şeyleri yaparak dikkat dağıtmaya çalışan başka "fenomenler" de oldu. İsrail polisinin Kudüs'te namaz kılan Müslümanların üzerine TOMA'lardan sıktığı sıvının mahiyeti hakkında tartışma başlatanlar, El-Ehli Hastanesi'ni bombalayanın kimliğini muğlaklaştırmaya çalışanlar, Hamas'ın müzik festivalinde yaralanan Alman kızı öldürüp, tecavüz ettiğini kanıtlamaya çalışanlar… Hep bu "fenomenler" oldu.
Maalesef ne iş yaptığı pek de anlaşılamayan bu kişiler sosyal medyada oldukça fazla insanı etkileyebiliyor. Odak kaydırmakla kalmıyor bir suçun failinin tespitini zorlaştıracak söylemlere de girişiyorlar. Bana kalırsa bilinçli eylemlerinin en hazin sonucu insanların bir süre sonra o konuya duyarsızlaşması oluyor. Savaşlar sadece cephede sürmüyor. Paranın, silahın ve iletişim araçlarının gücünü elinde bulunduran Batı hegemonları savaşı medya ve sosyal medyada da yürütüyor. Elbette istihbarat örgütleri de buralarda yürütülen savaşları kampanyaya dönüştürerek çalıştığı yer adına bundan fayda sağlıyor.
Esmerlerin ölümü sayılardan ibaret
Hafızası kuvvetli okur hatırlayacaktır. Rusya-Ukrayna savaşı başladığında, bölgeden ilk görüntüleri çekmeye giden Avrupalı muhabirler, bombalardan kaçan Ukraynalı sivilleri göstererek, dehşet içinde şöyle sesleniyorlardı: "İnanamıyorum! Burada sarı saçlı, mavi gözlü insanlar ölüyor! Bunlar bizim gibi Avrupalı insanlar."
Bugün Gazze'deki soykırım girişimini Batı'nın gözünde meşrulaştırmaya çalışan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın "İnsansı hayvanlarla (human animal) savaşıyoruz ve buna uygun hareket edeceğiz" sözlerinin kökeninin nerelere dayandığını iyi düşünmemiz gerek. Geçen yıl bu zamanlar, AB Komisyonu Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borell'in "Biz (Avrupa) bakımlı bir bahçeyiz, dünyanın geri kalanı balta girmemiş orman" küstahlığının
köklerini çok iyi düşünmeliyiz.
Mavi gözlü, beyaz tenlilerin ölümü tüm dünyada infial uyandırırken, esmerlerin ölümü haber bültenlerinde dile getirilen sayılardan ibaret kalmaya devam ediyor. Yanı başında patlayan bombaların şokundan fal taşı gibi açılmış gözlerini kapatamayan, artık ağlayamayan esmer çocukların gözlerindeki dehşete değil rengine değer verilen bir dünyada yaşıyoruz.