Paranoya bizi kötülükten koruyacak mı?
Dünya giderek daha tekinsiz bir yere dönüşüyor. Nerede, ne zaman başımıza ne geleceğini; güvendiğimiz insanların, düşmanlarımızın ya da hiç tanımadıklarımızın bize nasıl bir kötülük yapacağını bilemiyoruz. Sadece akşam haberlerini izlemek bile ruhlarımızı sıkıştırıyor, yaşamak için en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan güven duygumuzu elimizden alıyor. Bir de büyükşehirlerden birinde yaşıyorsanız işler sizin için daha da karmaşık bir hâle geliyor.
Sokakta yürürken çantanızı, cüzdanınızı, telefonunuzu çaldırmamak için daha dikkatli olmak; gece uyurken eve hırsız girmesin diye kapıyı, pencereyi dikkatlice kilitlemek; trafikte canınızı ve malınızı korumak için karşı tarafın yapabileceği her türlü kuralsızlığı önceden tahmin etmek; eş, dost ziyaretleri için evden çıkarken üçüncü sayfa haberlerine konu olmamak için akşam vaktine kalmamaya çalışmak en temel vazifelerinize dönüşüyor.
İş bununla da bitmiyor. Gerçek dünyada beden ve ruh sağlığını korumak için mücadele eden insan, dijital dünyada da kendini korumak için yoğun bir çaba harcıyor ve ne yazık ki bu mücadele kullandığı bilgisayarın kamerasını bantla kapatmakla nihayete ermiyor.
Büyük teknoloji şirketleri, hizmetimize ücretsiz sundukları uygulamalar karşılığında açık bir şekilde telefonumuzdaki bilgilere ulaşmayı talep ediyorlar. Konuşmalarımız, mahremiyetimiz, dijital ayak izlerimiz dijital baronların ilgisini çekiyor ve bizlere daha çok ürün satmak için bu bilgileri kullanmak istiyorlar. Bu durum elbette insanın güven duygusunu zedeliyor ve kendisini bir kat daha çaresiz hissetmesine neden oluyor.
Tedbirli olmak başka, paranoya başka
Sadece teknoloji değil, artık pandemi sebebiyle yeniden gündem olan aşı tartışmaları da insanların sağlık konusunda endişe duymalarına neden oluyor. İlaç şirketlerinin koronavirüs aşısı ile kendilerine çip takacağına, takip edileceklerine, genleriyle ve sağlıklarıyla oynanacağına inanan yüz binlerce insan var.
İşte burada dikkatli olmamız gereken bir alan var; elbette bir takım kurumlara, şirketlere gözü kapalı bir şekilde inanmayacağız, teslim olmayacağız fakat bizi hastalıklardan koruyan, bilimsel olarak kanıtlanmış ilaç ve aşılara da düşman olmayacağız, insanların rızalarına saygı duyacağız.
Tedbirli olmak ve paranoyak olmak iki farklı kavramdır. Tedbir, bizim beden ve ruh sağlığımızı korurken, paranoid düşünceler daha yorgun, daha kaygılı ve daha mutsuz bir insana dönüştürür. Her eylemin, her söylemin arkasında gizli bir güç aramak, hiçbir kuruma ve kişiye güvenmemek, doğru bilginin kaynağını sadece kendisi olarak görmek hayatı bir ıstıraba dönüştürür. Bunun yerine tüm seçenekleri göz önünde bulundurmak, uçlarda dolanmamak, dengeli olmak, hayatın gri kısımlarını kabul etmek, bilime ve yeri geldiğinde insana inanmak, güvenmek bizleri daha rahat hissettirecektir.
Peki, bazı insanlar için bir kişilik örüntüsüne dönüşen paranoid düşüncelerin özellikleri ve sebepleri nelerdir? Neden bazı insanlar paranoyaya daha yatkındır?
Sanrı kavramı
Bir kişilik bozukluğu türü olarak nitelenen paranoid kişilik bozukluğunu oluşturan en önemli kavram sanrıdır. Sanrı; yanlış veya olanaksız olmasına rağmen doğru olduğuna kati bir şekilde inanılan düşünce, inanç veya kanaatlerdir. Genel olarak sanrılı düşünceler, inandırıcı gerçeklerden veya karşıt-savlardan etkilenmez ve uzun süre devam edebilir. 2013 yılında yayınlanan son psikiyatri tanı kitabında (DSM-5) sanrıların tanımı kısa ve özdür: Tersi kanıtlarla değiştirilemeyen sabit düşünceler.
Klinik anlamda "Son derece sistemli, inatçı, kalıcı, zulüm ve/ veya görkemlilik kuruntuları ve kuruntulu kıskançlık, kuşkuculuk, güvensizlik, kavgacılık, vb. özelliklerle tanımlanan ve net, tutarlı düşünme eşliğinde gelişen psikotik bir rahatsızlık olarak tanımlanan paranoya üzerinde yapılmış bilimsel çalışmalar oldukça azdır. Bu bilgi azlığının temel sebebi paranoid bozukluğa sahip olan kişilerin genel işlevselliklerini koruyarak hayatlarına devam etmeleri ve genellikle herhangi bir tedavi arayışı içerisine girmemelerinden kaynaklanır.
Çevresi tarafından "büyük resmi gören" ya da "komplo teorisyeni" olarak tanımlanan bazı bireylerde sanrılar çok yüksek seviyede olsa da bahsedilen kişi bu durumdan rahatsız olmaz ve almış olduğu olumlu geri bildirimler ile bu paranoid düşüncelerini sürdürmeye, hayatını hem kendisi hem de ailesi için zorlaştırmaya devam eder.
Paranoid bozukluğun; perseküsyon, grandiyöz, kıskançlık, somatik, erotomanik ve karma sanrılar olarak adlandırılan çeşitli türleri vardır. Fakat bizim en sık gördüğümüz sanrılar perseküsyon ve grandiyöz sanrılardır. Perseküsyon sanrılara sahip olan kişiler, başka insanların kendisini planlı bir şekilde zarar vermeye çalıştığına inanırlar.
Zarar verme düşüncesinin içeriğini; takip edilme, taciz edilme, gizlice izlenme, hakkında sürekli kötü konuşulmasını ve aşılarla, ilaçlarla zehirlenme oluşturur. Perseküsyon sanrılara sahip kişiler için hayat gerçekten zordur; sürekli tetikte, ketum, aşırı kontrollü ve öfkeli insanlar olarak hayatlarına devam ederler.
"Mehdi", "Peygamber" veya "Tanrı"
Grandiyöz türünde sanrılara sahip olan kişiler ise insanlığa faydalı olacak özel bir yeteneğe sahip olduklarına, ülkesinin siyasi kaderini değiştirebilecek ideolojik bir görüşe sahip olduklarına veya medeniyetin gelişmesine katkıda bulunabilecek derecede önemli bir buluş yaptıklarına inanırlar.
Bazı durumlarda önemli bir insanla özel bir ilişki içinde olduklarına veya söz konusu önemli kişinin kendileri olduğuna da inanırlar. Bu durumda o kişinin gerçek olmadığına, kendisinin kopyası olduğuna dair inançlar geliştirebilirler. Grandiyöz türünde sanrıların ağırlık kazanan içeriği, dinsel nitelikli olabilir. Dinsel nitelikli grandiyöz sanrılara sahip olan kişiler "Mehdi", "Peygamber" veya "Tanrı" olduklarını iddia edebilirler.
Hem perseküsyon hem de grandiyöz sanrılar ne kadar da tanıdık geliyor değil mi? Çünkü; dünyadaki sosyal ve ekonomik varlığını olduğundan çok daha büyük gören, daima bir oyunun parçası olduğunu düşünen, her teknolojik ve sosyal gelişimin ardından kendisine muhakkak bir zarar geleceğine inanan ve buna göre davranan çok sayıda örnek var etrafımızda. Ve bu örnekler kendilerine sürekli olarak bir komplo kurulduğunu ya da bir zarara uğrayacaklarını düşündükleri için yaşam kalitelerinde azalma görülür, çeşitli psikopatolojilere daha açık hâle gelirler.
Tek suçlu Zukerberg mi?
Teknoloji devlerinin daha çok kazanmak için neler yaptığını ve yapabileceğini biliyoruz. Sadece Facebook kurucusu Mark Zukerberg'in 2018 yılındaki yargılama görüntülerini izlemek bile bu patronların ne yapmak istediklerine dair bir fikir veriyor.
Burada bize düşen kendi hür irademizle zararlı olduğunu düşündüğümüz uygulamaları kullanmamak, dijital dünyada mahremiyetimizi ifşa edecek paylaşımlarda bulunmamak ve mümkünse çıkan her yeni uygulamanın müşterisi olmamaktır.
Gönül isterdi ki bu tür kaygılara kapılmadan yeni uygulamaları gönlümüzce kullanalım fakat ''bir ürüne para ödemiyorsanız, ürün sizsinizdir'' cümlesi hep haklı çıkar. Bize düşen de buna göre konum almaktır, aksi hâlde kendimizi daima bir komplonun içinde sanarak başımıza gelebilecek felaketleri düşünürüz.
Paranoid düşüncelerin oluşumunda dış faktörlerin varlığı elbette kritik fakat paranoid bozukluğun etiyolojisine yönelik yürütülmüş bilimsel çalışmalara baktığımızda nörobiyolojik, nöropsikolojik ve genetik etmenlerin payı oldukça yüksek.
Yani paranoyaların oluşumunda kişinin payı oldukça büyük...
Olasılıksal Akıl Yürütme Yanlılığı Teorisi'ne göre paranoid düşüncelere sahip bireyler karar vermenin olasılıklara bağlı olduğu durumlarda doğrudan sonuca atlarlar, karar vermek için daha az bilgi toplarlar. Topladıkları bilgiler de genellikle kendi inançlarına yakın bilgiler olur. Erken sonuca varma eğiliminin sanrısal düşünceleri kabul etmeyi hızlandırdığı düşünülmektedir. Bu eğilimin kesin sonuca duyulan ihtiyaçla değil, çalışan belleğin kapasitesinin zayıf olması ile alakası olduğu ortaya konulmuştur ve yine bu eğilimde toplanan veriler genellikle incelenmez.
Yüksek paranoya, düşük analitik düşünce
Genel nüfusa bakıldığında yüksek paranoya düzeyine sahip kişilerin düşük düzeyde analitik düşünme faaliyeti gösterdikleri dikkati çekmektedir. Perseküsyon sanrılara sahip olan kişilerin analitik akıl yürütme, alternatif açıklamaları hesaba katma, farazi çelişkilere direnme, hatalı olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurma konularında yetersiz ve gönülsüz oldukları ileri sürülmektedir. Bu alanlardaki yetersizlikleri ise bu kişilerin inanç esnekliğinden mahrum olduklarını göstermektedir.
Paranoyalar genellikle, kişinin benliğini savunmasız ve zayıf gördüğü durumlarda ortaya çıkar. Kişinin benliği hakkında sahip olduğu olumsuz düşünceler ve olumsuz benlik temsili perseküsyon sanrılarını doğurur, kişi bu düşüncelerle zayıf benliğini korumaya çalışır. Yine bu bağlamda perseküsyon sanrılarının ortaya çıkmasına neden olan faktörler anksiyete ve depresyondur.
Yapılan araştırmalarda kendilerine karşı bir komplonun kurulduğunu düşünen katılımcıların komplo kurulduğunu düşünmeyen katılımcılara göre 10 kat daha yüksek anksiyete düzeyine sahip olduklarını, kendilerine karşı bir komplo kurulduğunu düşünen katılımcıların komplo kurulduğunu düşünmeyen katılımcılara göre 7 kat daha yüksek depresyon düzeyine sahip olduklarını ortaya çıkarmıştır.
Özellikle 18 aydan daha fazla süren endişenin bireylerde yeni paranoid düşünceleri ortaya çıkardığı görülmüştür. Endişe akıldışı paranoid düşünceleri akla getirmekte ve bu düşüncelerin akılda kalmasına neden olarak kişiyi huzursuz etmektedir.
Hayat bir denge sanatıdır…
Pandemi döneminde insanların yoğun endişe yaşaması ve artık her gelişmeyi (aşı çalışmaları da dâhil) bu gözle yorumlaması aslında beklenen bir durumdur.
Çaresizce eve kapanan, kendini güçsüz hisseden insan bu kötü hislerle mücadele edebilmek ve içinde bulunduğu durumu anlamlandırmak için tuhaf düşünceler geliştirip bu düşüncelere sorgusuz, sualsiz inanabilir. Tüm bunlara ek olarak fiziksel istismar, düşük sosyo-ekonomik seviye, düşük sosyal uyum ve uykusuzluk gibi faktörlerin de paranoid düşünceleri tetiklediği bilinmektedir.
Hayat bir denge sanatıdır… Tüm duygularımızın, davranışlarımızın ve düşüncelerimizin bir dengeye ihtiyacı vardır. Bu dengeyi tutturmaya çalışırken de kontrol alanımızın içinde ve dışında olan yaşam olaylarını iyi belirlememiz gerekiyor. Kendimiz dışında gelişen olaylar üzerinde sınırlı bir söz ve eylem hakkına sahibiz ama kendimiz ile ilgili konularda kontrol bizdedir; aşı olmak ya da olmamak, sosyal medya kullanmak ya da kullanmamak bütünüyle bize ait bir sorumluluktur. Bu sorumluluk da yine makul bir seviyede tutulmalıdır.
Sabah uyanıp gözünüze kırmızı camlı bir gözlük takarsanız, akşam eve döndüğünüzde anlatacağınız her şey kırmızı renge dair olacaktır. Paranoid düşünceler de böyledir, eğer bu düşünceleri daima gözünüzde taşırsanız dünyaya dair anlatacağınız tek şey paranoyak hikâyeler olacaktır.