Denetimsiz dijital medya, atom bombasından daha tehlikeli
Daha Facebook-Cambridge Analytica, ABD Ulusal Güvenlik Merkezi'nin hack'leme araçlarının sızdırılması, Çinli sosyal medya uygulaması TikTok ile ilgili veri ihlalleri gibi skandalların mürekkebi kurumadan Mark Zuckerbeg'in Facebook'unun sahibi olduğu ve milyarlarca insan tarafından kullanılan WhatsApp'ın tüm kullanıcılarına getirdiği dayatma bir kez daha gösterdi ki siber güvenliğimizle ilgili kaygılar hiç de kuruntudan ibaret değil. Dijital iletişim araçlarını ve sosyal medyayı kullanan milyarlarca insanın içten içe duyduğu tedirginliğin somut ve haklı gerekçeleri mevcut. Üstelik bunlar artık pişkin pişkin ve açıktan açığa bize dayatılmaya başlandı bile. Gezegenin dört bir yanında, 6 kıtasında gündemin değişmeyen başlıca maddesi insanların dijital platformlar, sosyal medya ve mobil uygulamalarla ilgili kuşkuları, güvensizlikleri, şikâyetleri ve korkuları. Dijital teknolojilerin ve sosyal medyanın kontrolsüz ve kötüye kullanımının neden olduğu bu paranoya durumunu, bu alana yönelik eleştirel çalışmaları ve kitaplarından tanıdığımız Dr. Murat Dağıtmaç Lacivert için değerlendirdi.
Dijital teknolojiler insan hayatını küresel çapta ve hızla büyük bir dönüşüm içine soktu? Bu dönüşümün getiri ve götürüleri, olumlu ve olumsuz etkileri insanlığı sizin bakışınızla psikolojik açıdan nasıl etkilemiş olabilir?
Bahsettiğimiz dijital dönüşüme maalesef biz hazır değildik. Yanlış anlaşılmasın teknoloji açısından söylemiyorum. Sosyolojik, psikolojik ve dinî açıdan bahsediyorum. Örnek verecek olursak bir ebeveyn çocuğunu korumakla mükelleftir. Biz küçükken annemiz/babamız sokağa çıkarken sokağın kurallarını söylerdi bize. "Tanımadığınız kişilerden bir şey almayın, bilmediğiniz kişinin arabasına binmeyin" vs. Çünkü kendileri de sokak ve mahalle kültüründen gelmişlerdi fakat günümüze geldiğimiz zaman kaç ebeveyn çocuklarını dijital dünyanın zararları hakkında uyarabiliyor. "Oğlum/kızım Wattpad hacklenmiş, eğer orada hesabın varsa şifreni değiştir, Deepweb'de dolaşırken şu katmanlarda zarar görebilirsin" diye, kimin ailesi uyarabiliyor? Bırakın uyarmayı birçok ebeveynin bu bahsettiğim platformları bile duymadığına eminim. Şimdi kişiliği oturmamış, kültürel olarak yeterli kaynaktan beslenmemiş bir genci rol modelsiz bir şekilde bir ortama sokarsanız, o ortamın istediği gibi şekle bürünür. Bu bilgiler ışığında psikolojik açıdan pozitif etkilendiğini söyleyemeyeceğim. 2014 yılında yapmış olduğum doktora tezinde "Instagram kullanıcılarının yüzde 35'inden fazlasının narsisizm hastalığı olduğu ortaya çıktı. Literatürde mevcut hastalıkların yanında birçok yeni psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkmaya başladı. Daha çok Japonya'da görülen ve oyun bağımlılarını ölüme kadar götüren "hikokomori" gibi, anı kaçırma korkusu olan "fomo" hastalığı gibi literatüre giren birçok rahatsızlıklar çıktı.
Dijital teknolojiler ve araçlar insanlık adına gelişme ve kolaylık adı altında sunuluyor ancak pek çok kesimden gelen şikâyet ve eleştirilere bakıldığında aynı zamanda birer tehdit, korku ve endişe unsuru olarak da nitelendiriliyor. Ne dersiniz, bunlar tamamen paranoyakça yaklaşımlar mı yoksa bu eleştiri ve kaygılar tamamen yersiz sayılabilir mi?
Bu eleştiri veya kaygılar yersiz değil. Bundan kaçışın da olmadığını söyleyeyim. "Ben köyüme gideceğim, tarla süreceğim gibi yaklaşımlar" devekuşu misali, kafanızı kuma gömmekten başka bir işe yaramaz. Önümüzde iki tercih var; ya dijital köle olacağız, ya da dijital lider olacağız. Bugüne kadar toplum olarak maalesef dijital köleydik. Çünkü dijital dünyaya içerik üretmiyoruz, hep verileni tüketiyoruz sonra şikâyet ediyoruz. Yeni gelişen teknolojiler bizi tembelliğe itti aslında, "WhatsApp var, yenisine ne gerek var, Twitter kullanıyoruz zaten millî bir sosyal medya platformuna ben niye güveneyim" gibi yaklaşımlar var maalesef. Fakat bu yakın süreçte gördük; Amerika Başkanı Donald Trump'ın hesaplarını kapadılar. Bu faşizanlıktır, bu ayrımcılıktır. Eğer biz kendimize ait platformlar oluşturmazsak önümüzdeki yıllarda bu bize de olacak. Bana göre denetimsiz bir dijital medya platformu, atom bombasından bile daha tehlikeli.
Dijital imkânların da etkisiyle dünyada hızla mevzi kazanan ırkçılık, yabancı ve göçmen düşmanlığı, antisemitizm, İslamofobi, terör gibi olumsuz eğilimlere bakınca dijital teknolojilerin faydalarının yanında bir Pandora Kutusu niteliği taşıdığı da söylenebilir mi?
Aslında tam öyle denmez. Dijital medya platformları, Pandora Kutusu gibi içinde kötülük barındıran bir şey değil. İlla bir örneklem yapacaksak "bıçak" örneğini verebiliriz. Katilin elindeki de bıçak, doktorun elindeki de bıçak. Nasıl kullanırsan o amaca hizmet eder. İşte benim de değinmek istediği konu aslında bu. Bu dijital dönüşümden geriye dönüş yok. Dijital dünyadan gelen dehşet büyüklükte Big Data-Büyük Bilgi var. Bu bilgiyle insanları istediğiniz gibi kategorize edebilirsiniz, yönlendirebilirsiniz ve psikolojileriyle oynayarak istediğinizi yaptırabilirsiniz. A partiye oy atan birisini, sempatisi olmadığı B partisine oy attırabilirsiniz. Yine bu bilgileri kullanıp, gençlerin akademik başarılarını artırıp psikolojik rahatsızlıkları varsa bunları tedavi edebilirsiniz. O bilgiyi nasıl kullanacağınıza bağlı. Bugüne kadar bu bilgiler insanlığın faydasına kullanılmadığı için korkumuz bu yüzden. Bu korku bize geri adım attırmasın; bilakis motive etmesi lazım. Bu ülkede yaşayan her bir kişiye bu anlamda görev düşüyor. Benim işim değil diyerek kenara çekildiğimizde ilerde kesinlikle bunun daha çok sıkıntısını çekeceğiz.
Şüphesiz geçmişte de insanların gözetlenme, izlenme, gammazlanma endişeleri, korkuları vardı. Ancak dijital teknolojilerin hayatımızı sarmalamasıyla tüm dünyada bunlar bir paranoya seviyesine vardı diyebilir miyiz? Bu durumda "paranoya" tabiri abartılı denebilir mi?
Açıkçası paranoya yerine ben "Anksiyete" tabirini daha çok kullanıyorum. Psikolojide "Kaygı Bozukluğu" (Anksiyete) diye bir hastalık var. Bu yönde bir araştırma yapılsa inanıyorum ki Türkiye'de birçok sosyal medya kullanıcısında kaygı bozukluğu vardır. Hatta detaylandırırsak Sosyal Anksiyete Bozukluğu var diyebiliriz. Yani "başkalarının sizin yaptıklarınızı yargılaması, alay etmesine karşı endişe, stres duyma hâli." Twitter'da her gün yüzlerce kişi linç ediliyor. Instagram'da ünlü kişilerin "hater" (nefret eden) sayfaları açılmış durumda. Instagram'da bu kaygıdan dolayı post paylaşmayan binlerce hesap var. Tabi anksiyetenin yanında Makyevalizm, sadizm, psikopatlık gibi birçok etkilerinden bahsedebiliriz. Akran zorbalığı veya zorbalık diye nitelendirdiğimiz kavram artık "Siber Zorbalık" diye isim değiştirerek dijital dünyaya kaymış durumda.
Dijital Haçlı Seferleri kitabınızda dijital dönüşüm ile ruhlarımızın işgal edilmesi gibi bir tehdide dikkat çekiyorsunuz. Burada kastettiğiniz nedir, açıklar mısınız? Dijital Haçlı Seferleri kavramı nasıl bir durumu tasvir ediyor? Böyle bir zihniyete sahip olanlar günümüzde hedeflerine ulaşmak için ne gibi yol ve yöntemleri kullanıyorlar?
Bildiğimiz Haçlı Seferleri'nin amacı neydi? Bu toprakları ele geçirmek, paramızı ve değerli eşyalarımızı almak ve kültürümüzü/ dinimizi değiştirmek. Şimdi günümüze gelelim, artık dijital dünyada sınır diye bir kavram kalmadığı için "sınırın senin olsun" diyor. "Bayrağın dalgalansın çok sıkıntı değil" diyor. Paramızı ve değerli eşyalarımızı alıyorlar mı? Kesinlikle evet. Kültürümüzü/ dinimizi değiştiriyorlar mı? Kesinlikle evet. Bunun adı Dijital Haçlı Seferleri değildir de nedir?
Bunu yaparken dijital yerliler ve dijital göçmenler diye bizi ikiye ayırdılar. Çocuklarımız birçok şeyi internet vasıtasıyla öğrendiği için ve bizde dijital platformlarda olmadığımız için çocuklarımızla iletişimimiz koptu. Eğer ebeveyn olarak dijital dünyada yoksanız, çocuğunuzun ebeveyni Youtuber'lar ve fenomenler. Eğer eğitimci olarak siz dijital dünyada yoksanız çocuklarınızın öğretmenleri Youtuber'lar ve fenomenler. Eğer din adamı olarak siz dijital dünyada yoksanız çocuklarınızın dini imanı Youtuber'lar ve fenomenler. Hem dijital platformları yapıp tüm bilgilerimizi alıyorlar hem de bu platformlara kendileri içerik yüklüyor ve aldıkları bilgilerde içerikleri destekleyip istediklerini yaptırıyorlar.
Bunu yaparken hiçbir zahmete de girmiyorlar. Ne askerleri ölüyor, ne ekonomik krize giriyorlar. Tabiri caizse "tereyağından kıl çeker" gibi bizi istila ediyorlar.
İnternet, sosyal medya mecraları, görüntüleme teknikleri, internet odaklarının takip ve kayıtları göz önüne alındığında sanırım insanları bu açıdan endişelendiren nedenler pek de yersiz sayılmaz? Zira bu mecraların yol açtığı tehditler arasında insanların kültürü, gelenekleri, inançları ve mahremiyetleri de söz konusu. Bunları korumak adına dijital teknolojilere karşı nasıl bir yaklaşım geliştirebiliriz?
Kültürümüzü korumak, kimin göreviyse onlar bu işe el atacaklar. Ebeveynler, öğretmenler, camideki imamlar yani bu ülkemizin gençlerini kültürel ve gelenek olarak kim yetiştiriyorsa bu kişiler dijital dünyada bu dijital yerlilerin diliyle kültürümüzü anlatmaları lazım. Bu dil cami kürsüsündeki dil olmaz veya öğretmenin sınıfta kullandığı dil olmaz. Çünkü o çocuk sınıfa mecburen gidiyor, ne anlatırsanız mecbur dinleyecek veya Cuma namazına gençler gidiyor, cami vaizi de gelen kitleye istediği gibi konuşma yapıyor. Dijital dünyada ise, bu gençlerin onlar için en değerli vakitlerini almaya çalışacaksınız. Yani eğlence vaktini... Youtube'da popüler bir Youtuber yerine sizi niye seyretsin? O yüzden dijital yerlilerin dilini kullanarak dijital dünyada içerik oluşturmamız gerekiyor. Dijital dünyanın gelişiyle birlikte biz çocuklarımızın rol modelliğini kaybettik. Biz tekrar çocuklarımızın rol modeli olursak bu süreci lehimize çevirebiliriz.
Giderek yaygınlaşan ya da revaç gören bir paranoya göstergesinin tüm dünyada yaygınlaşmakta olan komplo ve felaket teorileri olduğunu düşünüyorum. Sizce bu teorilerin fazlaca gündeme gelmesi, alıcı bulabilmesi insanların dünya meseleleri karşısında endişeli, karamsar ya da umutsuz hâle geldiğinin göstergesi olabilir mi?
Aslında komplo teorilerinin her dönemde alıcısı olmuştur. Bu dönem iletişim çok kolay, daha geniş kitlelere ulaşabildiğimiz için daha yaygın hâle geldi. Tabi yaşadıklarımız, bu komplo teorisyenlerini haklı çıkaracak pozisyona getiriyor. Bu tutumda fütüristlerin açıklamalarının da katkısı var. Örnek verecek olursak, önde gelen fütüristlerden Ray Kurzweil İnsanlık 2.0 kitabında 2045 yılında "yapay zekâlı sistemlerin insan zekâsını geçeceğini" belirtiyor. Bunu ben söylesem "Murat Hoca biraz sıyırmış" dersiniz ama Ray Kurzweil'i biraz araştırırsanız görürsünüz; bu adamın 20 yıl önce söylediği şeyleri bugün yaşıyoruz. Bu arada Ray Kurzweil hâlâ Google'ın üst yönetici ekibinden ve Singularity (Tekillik) kavramının önderlerinden.
Komplo teorileri başta olmak üzere olumsuzlukların, karamsar tabloların köpürtülmesi konusunda medya ve dijital mecralar nasıl bir rol oynuyor? Aslına bakarsanız dijital teknolojiler de komplo teorilerine konu oluyor. Bu anlamda bu alanların bazı odaklarca bilinçli ve örgütlü olarak toplumların psikolojisini hedef aldığını söylemek abartılı mı olur?
Medyanın işleyiş sistemi, maalesef çoğu zaman bizim kültürümüzle pek eşleşmiyor. Mesela, herkes kadın şiddetine karşıdır ama dizilerden tutun da ana haber bültenlerine kadar birçok programda kadın şiddeti işleniyor. Çünkü alıcısı var. Burada da aynı durum söz konusu; bunlar birbirini tetikleyen unsurlar. Dijital dünyada yaşadıklarımız bizi komplo teorilerine itiyor, medyadaki komplo teorilerini seyrettikçe daha fazla korkuya kapılıyoruz, korkuya kapıldıkça daha fazla komplo teorisine inanıyoruz. Medyanın bu tutumunun bilinçli olduğunu söyleyemem ama rating için maalesef bu tutuma giriliyor. Sosyal medyada da 3-5 fazla "like"(beğeni) almak için bu tarz paylaşımlar yapılıyor. Kullanıcıların bu açıklamalardan korunmasının en iyi yolu "iyi bir medya okuryazarı" olmasından geçiyor.
Başta Amerika olma üzere bazı dijital teknoloji üreticisi ülkelerin Çin dijital teknolojileri ve mecralarına karşı ulusal güvenlik kaygılı tepki, itham ve engelleme çabalarını şöyle okuyorum: Bu tepkileri kendilerinin de ürettikleri teknolojilerle diğer toplum ve devletlere yönelik birer güvenlik tehdidi olduklarını ispatlıyor? Ne dersiniz?
Açıkçası Amerikalılar Çin'e karşı yapmış olduğu bu açıklamalarla hırsızlıklarını ve suçlarını itiraf ediyorlar. Amerika diyor ki "Dijital dünyada bilgileri sadece ben çalabilirim, Çin çalmasın." Bu, "Çin size zarar verebilir ben vermem" demekten başka bir şey değildir. Ben bu olayı farklı açıdan değerlendirmek istiyorum. Bizim önümüze sürekli bir şeyler veriyorlar biz de onu konuşuyoruz, onu tartışıyoruz. "Facebook bilgilerimizi çalıyormuş, Tiktok bilgilerimizi Çin hükümetiyle paylaşıyormuş" vs. Şunu artık kesin kabul etmemiz lazım. Dijital dünyada paylaşılan her bilgi kayıt altına alınıyor. Sormamız gereken asıl soru şu; "Bunlar olurken biz ne yapıyoruz?" Eğer biz toplum olarak dijital lider olamazsak bugün Whatsapp'ı konuşuruz, yarın Telegram'ı konuşuruz ama sadece başkalarının yaptığı sistemlerin güvenliğini konuşuruz. Ben söyleyeyim: Hiçbirisi güvenli değil.
Ülkemizde bu tür tehditleri bertaraf etmek ve dijital güvenliği sağlamak adına yerli ve millî teknoloji oluşturma çabaları var? Bu konuda ne gibi çalışmalar yapılıyor ve bu nasıl sağlanabilir? Yerli ve millî dijital teknolojilerde başarılı olursak neler kazanıp nelerden güvencede olacağız?
Siber güvenlikle alakalı T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanlığı'nın ciddi çalışmaları var. Bununla alakalı Siber Güvenlik Kümelenmesi ismiyle bir oluşum da kuruldu. Eğitimler veriliyor, çalıştaylar yapılıyor. Tabii ondan önce istediğimiz kadar siber güvenlikte iyi olalım millî ve yerli yazılım kullanmadığımız takdirde hep bunun dayağını yeriz. Çünkü bu milletin tüm bilgileri yurt dışına gidiyor ve oradaki server'larda saklanıyor. Bazı yerli girişimler oldu ama biz maalesef biraz kopyacı bir toplumuz. Hadi beraber bir sosyal medya platformu yapalım, iki yazılımcı, iki tasarımcı işe alıyoruz. Sonra Facebook, Twitter ve Instagram'a bakıp onların tüm özelliklerini barındıran "ortaya karışık" bir sosyal medya platformu çıkıyor ve proje teknoloji çöplüğünde yerini alıyor.
Burada ilk önce yapılması gereken sosyologlar, psikologlar, iletişimciler tarafından bir yol haritası çıkarılması. Bu toplumun dijital dünyadaki iletişim ihtiyaçları nedir? Bunları listeledikten sonra planlama yapılıp tasarım ve yazılım sürecine girilmesi gerekir. Yayınlandıktan sonra alınacak geri bildirimler ve değişen iletişim ihtiyaçlarına göre planlamanın ve yazılımın gelişiminin yapılması gerekiyor. Aslında karşımızda güzel bir örnek var; biz ilk önce Facebook'u kullanmaya başladık, sonra Twitter'ı kullandık sonra Instagram çıktı ve onu da kullanmaya başladık. Facebook bizim iletişim ihtiyacımızı karşılamıyor muydu, biz Twitter kullanmaya başladık. Sonra çıkan Instagram kullanıcı sayısı Twitter kullanıcı sayısını geçti. Bunun nedeni nedir? İnsanların değişen iletişim ihtiyaçlarıdır. Belki 4-5 sene sonra "kendisini geliştirmezse" Instagram'ı hiç kullanmayacağız. Bizim de bu değişen iletişim ihtiyaçlarımızı takip edip bu yeniliğe göre sosyal medya platformları açmamız gerekir. Sırf yerli ve millî diye işimize yaramayan bir platformu kullanmayız. Bu gerçeği hiçbir zaman unutmayalım.
MURAT DAĞITMAÇ KİMDİR?
2004 yılında Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek lisansını 2010'da Haliç Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Grafik Tasarım alanında tamamladı. Doktorasını ise "Sosyal medya tercihlerinde kullanıcıyı etkileyen faktörler" üzerine Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi'nde 2011-2015 arasında yaptı. Akademik hayatıyla birlikte uzun yıllar reklam sektöründe sanat yönetmeni olarak da çalışan Dağıtmaç STK'lara siyasi partilere ve eğitim kurumlarına Sosyal Medya ve İletişim konulu seminerler verdi. Dr. Murat Dağıtmaç akademik kariyerini hâlen Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak sürdürüyor. Bilişim, bilgisayar, insan ve toplum kategorilerinde araştırma ve inceleme, makale ve kitaplara imza attı. Yayımlanan kitapları arasında Sosyal Medya Bizi Neden Kullanır, Dijital Haçlı Seferleri, Dijital Psikolojik Devrim sayılabilir.