''Müslüman Irkçılık'' Küresel Bir Trend Haline Geldi

Lacivert Yazı İşleri 15 Aralık 2020, Salı
Müslüman karşıtlığı Batı'nın yeni ideolojisi.

ENES BAYRAKLI

İslam korkusu ve düşmanlığı, Müslümanlara yönelik nefret söylemleri, şiddet eylemleri, baskı politikaları, hatta katliamlar ve kimi yerlerde soykırımlar… Dünyada son 30 yıldır sür ekli yükseliş gösteren İslamofobik eğilimler giderek yaygınlaşırken kurumsallaşarak baskın bir küresel ideolojiye, bir nefret endüstrisine, yeni bir ırkçılık trendine dönüştü dönüşüyor. Özellikle Batı ülkelerinde İslam ve Müslüman aleyhtarı duygu ve düşüncelerin sokaktaki insanın tahammülsüzlüğünün çok ötesind e sistematik boyutlara ulaşıp, makyajlı bir ırkçılık üzerinden kür esel stratejilerin bir parçasına dönüştüğü görülüyor. Bu görüşte olanlardan biri de Türk-Alman Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve SETA Avrupa Araştırmaları Direktörü Doç. Dr. Enes Bayraklı. Bayraklı, İslamofobinin seyrini, geleceğini ve altında yatan nedenleri Lacivert'e değerlendirdi.

Uzun süredir İslamofobi üzerine araştırmalar yapıyorsunuz. Bazıları İslamofobi eğiliminin mevcut ve yaygınlaşmakta olduğunu, ithamlara maruz kalan çevreler ise abartıldığını söylüyor. Sizce durum nedir?

Bence, İslam düşmanlığı ya da İslamofobi dediğimiz olgu -ki biz bunu "Müslüman karşıtı ırkçılık" olarak tanımlıyoruz– artık küresel bir trend hâline geldi. Bu düşmanlığı sadece Batı'da değil, Hindistan'da, Myanmar'da, Çin'de ve dünyanın başka bölgelerinde de görüyoruz. İslamofobi artık dünya siyasetini kasıp kavuran önde gelen ırkçılık türlerinden biri hâline geldi. Ben İslamofobiyi 21'inci yüzyılın başat ideolojisi olarak nitelendiriyorum. Nasıl ki Soğuk Savaş döneminde antikomünizm Batı'nın belirleyici ideolojisiyse şu anda da İslam ve Müslüman karşıtlığı Batı'nın yeni belirleyici ideolojisi hâline geldi.

Anladığım kadarıyla İslam ve Müslümanlara yönelik düşmanca tavırların ardında toplumsal tepkilerin ötesinde başka nedenler aramak gerekiyor. Küresel stratejilerle ilgili olabilir mi acaba?

Biz burada İslamofobi derken Almanya'da sokaktaki Hans'ın Müslümanlara yönelik önyargılarından, yanlış anlamalarından bahsetmiyoruz. Asıl mesele bu değil. Bu durum geçmişte de mevcuttu. Başka dinlere yönelik önyargılar her toplumda olabiliyor. Bizim burada asıl üzerinde durduğumuz sistematik bir ayrımcılığa, ırkçılığa ve küresel olarak bir stratejinin parçasına dönüştürülmüş İslamofobi… Müslümanların şeytanlaştırılması, düşmanlaştırılması ve bunun üzerinden İslam dünyasına yönelik bazı politikaların meşrulaştırılması… Ayrıca yine Batı'daki Müslüman azınlıklara yönelik -normal şartlar altında kabul ettirilmesi mümkün olmayanayrımcılığın ve ırkçılığın meşru hâle getirilmeye çalışılması. Dolayısıyla İslam ve Müslüman düşmanlığı/karşıtlığının küresel bir boyutu var.

Özellikle Batı'da 1990'lara kadar Müslümanlara olumlu ve sempatik bir bakış söz konusuydu. Aniden ne değişti de böyle oldu? Soğuk savaş bitince her şey bozuldu mu?

Aslında Soğuk Savaş, Batılılar açısından Müslümanlarla ilgili bir parantezdi. Olumlu imaj çizilen bir dönemdi ve Soğuk Savaş bitince kapandı. Tarihin gerilerine gidersek Batı'da tabii ki İslam'a negatif bir bakış açısı var. O zamanlar Müslümanlar Batı'da dış düşman olarak tanımlanmıştı, iç düşmansa Yahudilerdi. Soğuk Savaş ile birlikte komünizm ile mücadele ön plana çıkarıldı ve Müslümanlar bu mücadelede müttefik olarak algılandılar. Rambo filmlerini hatırlayın; bugün Hollywood filmlerinde şeytan gibi gösterilen sakallı mücahitlerle omuz omuza komünistlere karşı savaşıyordu. Komünizmin çökmesiyle birlikte Batı'nın yeni düşmanı İslam ve Müslümanlar olarak tanımlandı. Bu algı tedricen inşa edildi. Aslında Müslümanlara karşı düşmanlık Soğuk Savaş döneminde bile Batı'nın medya dilinde mevcuttu. Hatta Edward Said Haberlerin Ağında İslam kitabında da 80'li yıllarda bunu ifşa etti. Ancak sistematik Müslüman düşmanlığının asıl patlaması 90'lar ve ardından 11 Eylül saldırıları sonrası gerçekleşti ama İslamofobinin işaret fişeklerinden biri Salman Rüşdi'nin 1988'de yayınlanan Şeytan Ayetleri kitabı ile Soğuk Savaş daha bitmeden atıldı ve 90'lar boyunca tartışmalar yapıldı: "Fundamentalizm, köktenciler geliyor, medeniyetler çatışması" vs. dendi. 11 Eylül 2001'den sonra ise artık "terörle mücadele" konsepti içerisinde Müslümanların doğrudan terörle özdeşleştirildiği bir düzleme girildi. İslamofobi, Batı'nın dünya üzerinde kurduğu tahakkümü sürdürebilmesi için İslam dünyasında yürüttüğü çeşitli operasyonları meşrulaştırmanın bir aracı hâline geldi.

İslam dünyasına bakıldığında manzara pek iç açıcı değil.. Böyle bir manzaradan Batı'nın karşısında durabilecek bir güç çıkabilir miydi ki?

Şu an Batı'nın askerî, teknolojik, kültürel gücüyle rekabet edebilecek bir İslam dünyasından bahsedemeyiz. Ancak burada yine de böyle bir potansiyel olduğunu düşünüyor Batı. Şu an temelini İslamiyet'ten alarak kapitalizme ve Batı'ya kafa tutacak bir devlet yok ama İslamiyet'in kendisi kapitalist hayat tarzına, kapitalistleşmeye direniyor. Dolayısıyla kapitalist Batı tarafından düşman olarak tanımlanıyor. Aslında çok soyut bir düşman... İslam ve Müslümanlar ile mücadele ediyoruz diyemeyeceklerine göre o zaman terörizm kılıfının ardına saklamayı tercih ettiler bu savaşı: "İslami terörle ve radikal İslamcılarla mücadele ediyoruz" diyorlar.

İslamofobik eğilimlerin sebebi olarak DAİŞ, El Kaide gibi terör örgütleri de gösteriliyor.

İslam dünyasında çeşitli problemler mevcut: Kadına şiddet, teröre bulaşmış, radikalleşmiş insanlar var mı; var. Ama neden İslam ve Müslümanlar şiddetle, terörle özdeşleştiriliyor. Bu sorunun cevabı İslamofobide gizli. Bu imaj üretiliyor ve Müslümanlarla özdeşleştiriliyor. Oysa aynı problemler başka toplumlarda da mevcut. Kadına karşı şiddet Batı'da, Hindistan'da, Asya'nın çoğu yerinde yok mu; var. Müslümanlar bu sorunlarla özdeşleştirilerek problemli bir grup hâline getiriliyor; terbiye edilmesi, ehlileştirilmesi, modernleştirilmesi ve Batılılaştırılması gereken bir güvenlik sorunu hâline getiriliyor. Bunun üzerinden de Müslümanlara yönelik operasyonlar meşrulaştırılıyor. Bu imajın da her vesile ile her terör olayı ile canlı tutulduğunu görüyoruz.

Bu açıklama bana daha önce sizden duyduğum bir tabiri hatırlattı: "İslamofobi endüstrisi" Bu nasıl bir endüstri ve nasıl işliyor?

"İslamfobi endüstrisi" benim ürettiğim bir kavram değil, bunun üzerine yazılmış kitaplar var. Böyle bir sektör mevcut… Özellikle Avrupa'da ekmeğini İslam düşmanlığından çıkaran, işi gücü bu olan çevreler ve yazarlar var. Bir de bunların finansmanı söz konusu. Bunların çeşitli lobiler tarafından finanse edildiğini görüyoruz. Finansörlerin bir tarafında Siyonist gruplar var. Bunların Filistin'deki projelerini meşrulaştırmaları için İslamofobi çok uygun bir araç. Mesela Ariel Şaron'un yaptığı gibi "Ben Gazze'de, Cenin'de 11 Eylül'ü gerçekleştiren teröristlerle mücadele ediyorum" diyorlar. Böylece orada yaptıkları katliamları bunun üstünden meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Putin bile II. Çeçen savaşında "Ben İslamcı teröristlerle savaşıyorum" diyerek, Çeçenistan'ı dümdüz etti. ABD de aynı şeyleri, aynı bahanelerle Irak'ta yaptı. İslamofobinin kaynaklarından biri Siyonist lobi ise diğeri de maalesef Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri.

Tezat gibi görünen bu durum nasıl oluyor?

Batılıların İslam dünyasındaki tahakkümlerini sürdürmelerinin temelinde en büyük rol İslam ülkelerindeki diktatörlere ait… Bu coğrafyayı bunlar üzerinden kontrol ediyorlar, dolayısıyla bunların yönetimde kalmalarına destek veriyorlar. Bu tür iktidarlara karşı da en büyük tehdit İslam'dan ve Müslümanlardan geliyor. Dolayısıyla İslam dünyasındaki bir demokratikleşmeye en fazla bunlar karşı çıkıyorlar. Türkiye'ye de en fazla düşmanlık yapanlar bunlar çünkü Türkiye İslam dünyasında demokratik bir modelin mümkün olduğunu gösteren bir ülke ve demokratik bir dalga önce o rejimleri yıkacaktır. Batı'daki İslam düşmanlığını körükleyerek ve köpürterek kendi otoriter rejimlerini de meşrulaştırıyorlar ve Mısır'da Sisi'nin yaptığı gibi şunu diyorlar: "Bakın biz olmazsak bu İslamcılar iktidara gelir."

Vehhabi ve Selefi örgütleri özellikle Suudi Arabistan ve BAE'nin finanse ettiğini biliyoruz. Bunun üzerinde Batı'daki İslam korkusunu iyiden iyiye körüklüyorlar. Örneğin Avrupa'da Almanya'da Türk gençleri arasında DAİŞ'e katılım neredeyse sıfır. Millî Görüş, Diyanet ya da diğer Türk cemaatlerinin camilerine giden, Sünni Müslümanların DAİŞ ideolojisine kapılmadıklarını görüyoruz. Ama aynı Avrupalı devletler en fazla Diyanet ve Türk cemaatlerine saldırıyorlar. Mesele radikalizmle mücadele ise siz neden onların önünde engel olan camileri ve cemaatleri hedef tahtasına oturtuyorsunuz, neden diğerleri ile uğraşmıyorsunuz?

İslamofobinin birçok ülkede siyasi kariyer aracına dönüşecek kadar siyaset alanındaki evrimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu an Batı'da Müslümanlar hem iç düşman hem de dış düşmana dönüştü. Yahudilerin yerini de Müslümanlar aldı. Geçmişte Yahudiler, daha sonra komünistler, sonra yabancılar bu ırkçılığın hedefi oldu. Irkçılık değişmiyor ama ırkçılığın hedefindeki kitle değişiyor. Biyolojik ırkçılık artık meşru ve kabul edilebilir bir şey olmaktan çıktı. Batı'da bir insan çıkıp artık "ben zencilerle aynı otobüse binmek istiyorum" diyemiyor. Dolayısıyla ırkçılık kabuk değiştirdi ve onlar açsından daha kabul edilebilir bir forma girdi. Ama hâlâ özünde ve temelinde yine siyahilere ve Yahudilere düşman. Müslümanlar zayıf bir azınlık oldukları için bu ırkçılığın hedefi hâline geldiler ve Müslümanlar üzerinden de bütün Avrupa siyasetinde tüm spektrumun sağa kaydığını görüyoruz. Batılılar bu sorunun Müslümanlarla ilgili bir şey olduğunu düşünüyorlar oysa hayır, bu Müslümanlarla ilgili değil. Müslümanların ön planda olduğu bir film çevriliyor ancak arka planda başka bir şeyler oluyor. Kaçınılmaz biçimde bunun sonuçlarını tüm Avrupa çapında görüyoruz; aşırı sağ iktidara geliyor. Camilerin, minarelerin, ezanın, burkanın, başörtüsünün, sünnet olmanın, helal et kesiminin yasaklandığı bir Avrupa'ya doğru gidiliyor. 2000'lere kadar Hollanda'yı hatırlayın; Avrupa'nın en özgürlükçü, çeşitlilik taraftarı ülkesiydi 20 yılda nereden nereye geldi bakın. Söylemek istediğim, bütün siyasette sağa kayış var ve bu yaratılan "şeytan" yani Müslümanlar üzerinden normalleştiriliyor. Bu ırkçılık, bu nefret aslında onların sorunu ama hedefe kondukları için dolayısıyla Müslümanların da sorununa dönüşüyor. Özünde Müslümanların değil, onların sorunu.

Müslüman düşmanı bu gidişat özellikle Batı'da nerelere varabilir sizce?

Bu gidişatın gün geçtikçe daha da radikalleşeceğini öngörüyoruz. Mesela Fransa'da durum bu; Macron liberal siyasetin umudu olarak iktidara geldi ancak şu an söylemleri aşırı sağcı Le Pen ile yarışır hâle geldi. Batılı devletlerin Müslümanların hayatını kısıtlamaya, onları disipline etetmeye, ehlileştirmeye, İslamiyet'i Protestanlaştırmaya, bir "Fransız İslam'ı", bir "Alman İslam'ı" üretmeye yönelik tavır takınmaya başladığını görüyoruz. Müslümanlara yönelik şiddetin arttığını ve bunun bir terör dalgasına dönüştüğünü görüyoruz. İslamofobik bir terör dalgası geliyor. Bunu Norveç'te, Yeni Zelanda'da, Hanau'da gördük. Bunun yanında kamuoyunun pek dikkatini çekmeyen, birkaç Müslüman'ın öldüğü onlarca terör eylemi gerçekleşti özellikle Avrupa'da. Bu ancak şöyle bir durumda değişebilir: Batı jeopolitik açıdan İslam dünyası dışında başka bir gücü kendisine düşman edinirse, rakip olarak görürse-Mesela Çin gibio zaman biz bu İslamofobinin azaldığını, Sinofobik bir dalganın yükseldiğini göreceğiz.

Fransa'da bazı vicdanlı siyasetçiler "İslamofobinin bir devlet politikasına dönüştüğü" ikazında bulunuyorlar. Bana sorarsanız laikliğin mucidi Fransa laikliği 28 Şubatçılardan öğrenmiş gibi davranmaya başladı. Size göre asıl dertleri nedir?

Avrupa'daki tartışmalara bakacak olursanız 28 Şubat ile benzerlikler çok fazla. Türkiye'de dindarların kamusal alanda var olmaları tartışmaları vardı şimdi Fransa'da var. Bizde kurban tartışması vardı şimdi Fransa'da helal et kesimi üzerinden var. Türkiye'de Taksim Camii tartışmaları vardı şimdi Fransa'da ve diğer ülkelerde bizim şehirlerimizde camilere yer yok" tartışmaları yapılıyor. Birçok açıdan benzerlikler var. Fransa radikal laikliği benimsemiş ve dinle çok problemler yaşamış bir ülke. İslamiyet'in görünür hâle gelmesinden son derece rahatsızlar. Bugün Fransa'da dördüncü beşinci kuşak Müslümanlar mevcut ve bunlar iyi eğitim alıp kariyer basamaklarını tırmanmaya başlıyorlar. Bunların bir kısmı da görünür dindarlar. Fransa bunu sindiremiyor, asimile etmeye çalışıyor ama edemediği için nereye koyacağını bilemiyor. Bunun aşırı sağın yükselişiyle de ilgisi var. O nedenle Macron gibi siyasetçiler aşırı sağın söylemlerini alıp "Ben daha iyi yaparım" yarışına giriyorlar. Diğer taraftan da Fransa iç siyasette sıkışmış durumda, ekonomik sorunlar başta birçok sorunları var. Bunu örtmek için bir günah keçisi lazım; o da Müslümanlar. Ne de olsa zayıf bir azınlık. Şimdi gidip Yahudilere saldırsalar, antisemit olsalar bunun bedeli çok büyük olur.

Mesele çoğunlukla "Radikal İslamcı" hareketler bahanesi üzerinden yürütülüyor.

Tamamdır, radikalizmle mücadele edilmeli. Türkiye'de zaten bu tür terörle, hem de El Kaide ile mücadele ediyor. Fakat bunun yöntemi helal et kesimini yasaklamak mıdır? Sakal bırakmayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, karşı cins ile el sıkışmamayı ya da helal et tüketmeyi radikalleşme ile bağdaştırdığınız zaman bütün Müslümanları hedef alıyorsunuz demektir. Radikalleşme ile böyle mücadele edilmez. Ayrıca radikalleşme sadece Müslümanlarda mevcut değil, aşırı sağcılar da radikalleşiyor. Bunlara yönelik de bir radikalleşmeyle mücadele yapılması da gerekmiyor mu?

İslam ve Müslümanlara olumsuz bakış açısının tohumlarını atma ve yeşertme konusunda önemli ayaklardan biri de medya sanırım.

Batı'da İslamofobi hakkındaki bütün çalışmalar yazılı ya da dijital olsun medyanın tamamında Müslümanlara yönelik olarak yapılan haberlerin yüzde 90'lara kadar varan bir oranda olumsuz olduğunu gösteriyor. Medya aslında siyasetin karar verdiğini uygulayan bir araç sadece. Müslümanlar sürekli negatif bir haberciliğin konusu yapılıyorlar: Terör, kadına karşı şiddet, hırsızlık vs. ne isterseniz var. Algı bu mekanizma üzerinden oluşturuluyor.

11 Eylül olaylarının İslamofobi açısından bir milat sayılması gibi Charlie Hebdo dergisine terör saldırısının da Avrupa için bir milat olduğu söyleniyor. Ne diyorsunuz?

Sanırım şöyle bir hesap yapılıyor: "Müslümanların kırmızıçizgileri var. Peygamberleri de bunların başında geliyor. Biz bu çizgilere saldırırsak onlardan mutlaka bir tepki alırız. Bu tepki de çoğunlukla bizim istediğimiz şekilde terör ve şiddet olarak gelir" düşüncesi ve dolayısıyla sürekli bu kırmızıçizgileri kaşıma durumu söz konusu. Bu durumlarda şu görüşe başvuruyorlar: "Biz bunu ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriyoruz. Her şey ifade edilebilmeli." Eğer sen ifade özgürlüğünü test etmek istiyorsan onu zayıf bir azınlık üzerinden değil, dokunulamayacak olan gruplar üzerinden test et. Demek ki asıl amaç bu değil. Bunun Batı'nın ekonomik gerilemesi ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Batı'nın dünya pastasından aldığı pay azalıyor, azaldıkça da içeride kavgalar başlıyor. Geçmişte dünyanın zenginliği Batı'ya akıyordu. Şu an bu pay azalıyor ve aralarında gerilim yükseliyor. Gerilim yükseldikçe nefret azınlıklara yöneliyor. Batı'nın böyle kimlik krizi, ekonomik kriz, liderlik krizi, siyasi kriz gibi bir seri krizi söz konusu… Tüm bunların ortasında hassas bir konumda duran Müslümanlar herkesin vurabileceği bir günah keçisine dönüştüler.

Müslümanlara yönelik düşmanlığın artışında Müslümanların da hataları yok mu?

Müslümanları bu meselenin bir ırkçılık meselesi olduğunun farkına varmaları, özür dilemeci bir yaklaşımdan kaçınmaları gerekiyor. "Müslümanlar da çok cahil, çok eğitimsiz, çok hataları var, kendilerini dünyaya anlatamıyorlar" gibi bir tavır doğru değil. "Biz kendimizi daha iyi anlatsak bunların hiçbiri olmayacak" demek yanlış. Mevzunun kesinlikle bunlarla bir alakası yok. Müslümanları bu tür sorunları tabii ki var ancak şu an yaşadığımız düşmanlık dalgasının bununla ilgisi yok. Jean Paul Sartre'ın meşhur bir sözü var: "Yahudiler var olmasaydı, antisemitler onları muhakkak icat ederlerdi". İslam düşmanı, Müslümanın gerçekliğiyle kavgalı değil, o kendi zihninde ürettiği bir düşmanla savaşıyor. Bu meselenin özünü kavrarsak, gerçek İslam'ın ne olduğunu anlatmanın yeterli olmayacağını görmemiz lazım. Müslümanlara karşı bu siyaseti geliştiren Batılı elitler İslamiyet'in, Müslümanların ya da radikalliğin ne olduğunu çok iyi biliyorlar aslında ama onların derdi bu değil. Siz mahallede bir insanı dövmek istiyorsanız onu itibarsızlaştırırsınız, hakkında söylentiler çıkarırsınız. Yarın onu sokağın ortasında dövmeye başladığınızda kimse size "yahu ne oluyor" demez. Aynen bu politikanın Batı'da Müslümanlara uygulandığını görüyoruz. Antisemitizm de böyleydi. Antisemitizm sokaktan gelen bir şey değil, elitler tarafından üretilen bir ırkçılık türüydü. Müslümanların bu meseleyi Batı'da güçlü kurumlar, STK'lar oluşturarak, Human Rights Watch gibi bir İslamofobi İzleme Merkezi kurup, bunu tüm Batı ülkelerinde temsil ettirerek, tüm İslamofobik olayları günlük olarak kayda geçirerek raporlar hâlinde yayımlamaları lazım. Müslümanlar kendilerini daha iyi ifade etsinler, anlatsınlar ama bunların hiçbiri bu sorunu çözmez. İslam düşmanlığının temelinde Müslümanların bir şeyi doğru ya da yanlış yapması yatmıyor. Temelde tamamen İslam dünyası üzerinde tahakkümün sürdürülmesi, azınlık Müslümanların disipline ve asimile edilmesine yönelik siyasi küresel bir hedef yatıyor.


ENES BAYRAKLI KİMDİR?
Siyaset bilimci Doç. Dr. Enes Bayraklı lisans, yüksek lisans ve doktorasını Viyana Üniversitesi Siyaset Bölümü'nde tamamladı. Londra Nothingham Üniversitesi'nde doktora araştırmalarında bulundu. 2011-201 arasında Londra Yunus Emre Türk Kültür Merkezi'nde uzman ve müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 2013 yılından beri Türk-Alman Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyeliği yapan Bayraklı, aynı zamanda SETA Avrupa araştırmaları direktörlüğü görevini de yürütüyor. Avrupa'da aşırı sağ hareketler, Alman siyaseti, dış politika etütleri ve İslamofobi ağırlıklı çalışma alanlarını oluşturuyor. Yayımlanan belli başlı çalışmaları arasında European Islamophobia Report 2015-2016-2017-2018- 2019 (Avrupa İslamofobi Raporu), Islamophobia in Muslim Majority Societies ( Müslüman Toplumlarda İslamofobi), Avrupa'da PKK Yapılanması, FETÖ 'nün Anatomisi bulunuyor.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.