Benim Müziğim Ezanla Başladı
Şeb-i Arus ayin ve törenlerinin düzenlendiği aralık ayı Ramazan'dan sonra tasavvuf müziğinin de en görünür olduğu zaman dilimi sanki. Dinî v e tasavvufî müzik ise son 20-30 yıldır bir hayli popüler oldu; bir kenara atıldığı yakın tarihimize göre daha çok dinlenir, duyulur, yayınlanır, meşk edilir oldu. Tasavvuf müziği denilince ülkemizde ilk akla gelenler den biri Sami Savni Özer. Tasavvuf müziğini daha sık duyacağımız bu ayki sayımızda dinî mu sikimizin yaşayan en meşhur seslerinden biri olan Özer ile yakın tarih tasavvuf müziğimizle birlikte kendi macerasını da konuştuk.
Tasavvuf musikisi denilince akla ilk gelen isimlerdesiniz. Sizin tasavvuf müziği hikâyeniz nasıl başladı? Uzun süre ihmal edilen bu müziğe siz nasıl çekildiniz?
Müziğe 61 yıl önce 8 yaşındayken okuduğum ilk ezanla, ikindi ezanıyla başladım. Ezana başlayınca cami kuşu olduk; 11-12 yaşlarına kadar okudum, müezzinlik yaptım. O zamanlar saat 5 civarında radyoda akşam fasılları çalardı. Ailemde müzisyen yoktu. Ben de teneke çalarak başladım bu işe. Sonra 16-17 yaşlarımda bir düğün salonunda orkestrada amatörce şarkı söylemeye başladım. Askere gitmeden önce Paşabahçe'de Sultan III. Mustafa Camii'nde müezzinlik yapıyordum. Dönüşte de bir seneye yakın devam ettim, sonra ayrıldım.
Döndükten sonra Bestekâr Amir Ateş hocayla tanıştım. Amir hoca beni Üsküdar Musiki Cemiyeti'ndeki Emin Ongan hocaya götürdü. Hem cemiyette hem evinde 12 yıl talebesi oldum. Türk musikisini Emin hocadan öğrendim. 1974'te Altın Ses Yarışması'na girdim. Her dalda kategoriler vardı. Ben sanat müziği dalında birinci oldum ve İstanbul Radyosu'na sözleşmeli sanatçı olarak girdim. İki sene çalıştıktan sonra ayrıldım. Müzik yılları böyle devam etti.
Sonra 1986'da bir gün Karagümrük'te Safer (Dal) Efendi'nin evladı olduk. Ondan sonra tasavvuf hayatı başladı. Tasavvuf müziğini ondan öğrendim. Onun sayesinde besteler de yaptım. Ondan öğrendiğim tasavvuf ve müziği İslam'ın hakikatini anlatıyordu. Dışarıda uyduruk uyduruk şeyler anlatıyorlar. Ne ayet ne hadis desteği göstermeden "sağa baktın günah, sola baktın günah" diyorlar. Herkes kendi şahsi görüşüne göre "haram" diyor. Haram olmayan şeye haram demek de şirktir biliyorsunuz.
Safer Dal ile tanışmanız sizin için hem müzik hem maneviyat açısından dönüm noktası olmuş sanırım. Tasavvuf müziği ile popülerlik kolay iş olmasa gerek.
Safer Efendi ile 1986'dan 1999'a kadar birlikteydik. İlk albümüm 1992'de çıktı. Ondan önce ilk büyük konserimi Abdi İpekçi'de vermiştim. Bosna Hersek savaştan henüz çıkmıştı. Kazanılan para onların yararına kullanıldı. Ardından albümler peş peşe geldi; Ey Allah'ım 1, Ey Allah'ım 2 ve Ey Allah'ım 3. Ey Allah'ım 3'ten sonra 1999'da Safer Efendi beni yetim bırakıp âlem-i cemale gittiler. Ondan sonra bir teklif geldi ve Divane Gönlüm albümünü yaptım. Daha sonra 2000 yılında İnliyoruz Hasretinle ilk senfonik albümüm. Bostancı Gösteri Merkezi'nde üç tasavvuf klibi de çektik. Star ve Kral TV'de yayınlanınca gençler de çok sevdi. Rumeli Hisarı konserlerini biliyorsunuz; 2002- 2003 yıllarındaydı. ABD'den Bosna'ya kadar uzanan geniş çapta yurt dışı konserlerim oldu. Sonrasında Polat Yağcı'dan Alimallah albümü çıkarttık. O da tam senfonikti; 111 kişi çaldı bu albümde ama maalesef bu ülkede sanatın ve sanatçının kıymeti bilinmiyor. O albüm, dünya raflarında yer alan bir albüm. Şimdi menajerliğimi Polat Bey yapıyor. Bu şekilde erenlerin himmetiyle yetiştik.
"Benim müzikle bağım ezanla başladı" demiştiniz. Müezzinlik dönemlerinizden biraz bahsedebilir misiniz? Sizi müziğe nasıl yaklaştırdı?
Aile baskısıyla falan değil, bizim mahallede güzel sesli bir imam vardı. Ben de mahallede ezan okumaya başladım. Vakitli vakitsiz okuyunca yaşlı teyzeler şaşırıyordu, "Daha yeni namaz kıldık" diyorlardı. O beni hiçbir kırmazdı. "Hadi çık oku Sami" derdi. O işe öyle başladım. Bir müddet lakabım "ezancı" diye kaldı. Ezanla ve dinî musikiyle başladı aslında benim müziğim.
Dinî musikide herhâlde hazıra konmadınız. Bir dönem yasaklı olduğunu biliyoruz. O süreç nasıl gelişti? O dönem bu musikiyi kimler korudu?
O dönemde dinî musikiyi koruyan Safer Efendi'dir. Bugün Karagümrük'teki vakfımızda 5 binin üzerinde repertuar var. Bunları toparlayan Safer Efendi'dir. O zaman böyle şeyler yoktu. Bir de Hüseyin Sebilci, Salâhî Dede, Cüneyt Kosal gibi az sayıda insan devam ettiriyordu. Bugün tasavvuf musikisi dünyada varsa, dünyanın neresine gidersen git bütün okullar Karagümrük'ten almıştır.
Safer Efendi vakıfta bir ekip çalışması oluşturmuş sanırım.
Orkestra ustası Aslan Hepgür'dü. Allah rahmet eylesin. Abdi Coşkun kıymetli kardeşim Ahmet Özhan gibi isimler oranın müdavimiydi. Pazartesi günleri de müzik meşki var. Meraklı gençler, heves edenler gelip öğreniyorlar. Şöhret için gelirlerse bir ay gelirler, ikinci ay gelmezler. Büyük emekler tabii, öyle kolay değil. Meşke gidip geliyorduk ama bazen 25 kuruş otobüs parasını bulamıyorduk. Hamallık bile yaptım, her işi yaptım. Ailemin durumu o kadar iyi değildi. Biz geldik, gidiyoruz, şimdikiler çok şanslı. Bu işin kıymetini bilsinler.
Tasavvuf müziği dediğimiz şey herhâlde sadece ilahilerden ve ayinlerden oluşmuyor. Çok daha geniş olsa gerek.
Tasavvuf müziği, ayet ve hadis tercümelerinden, birtakım zatların ilham ve doğuşla söylediklerinden yapılan şiirlerin müziğe ve melodiye aktarılmasıdır. Tasavvuf müziği sadece ilahi ve naatlardan ibaret değil; kaside, tekke musikisi, cami musikisi, Mevlevi ayinleri, duraklar, kasideler, naatlar, ilahiler, temcit, salat-ü selam, doğuş, nefes, gazel gibi çok şey var. Âcizane düşünceme göre tasavvuf müziği insanlara melodili vaaz etmek gibidir. Tasavvuf müziği sırf müzik olarak değil de sözleri dinlenirse oradan belki bir-iki kişinin kalbi Allah'ı duyar ve Allah'a yönelir.
Böyle şeyler oluyor mu gerçekten?
Bir defa Niğde'den, bir üniversite öğrencisinden mektup geldi bana. Diyor ki: "Ben dinle pek alakası olan bir çocuk değildim. Bir müzik markete gittim. Tarkan'ın, yabancı şarkıcıların albümlerini aldım. Bir de öylesine Ey Allahım 1'i aldım. Dinledikten sonra namaza başladım. Kendime şaşırıyorum." İşte bunlara vesile oluyor, bir kapı açıyor. Milyonlara konser versem bu kadar mutlu olmazdım. "Hayra vesile olmak, hayrı yapmak gibidir" der Peygamberimiz. Onun sevabından bize de veriyor Allah. Bunun gibi bir sürü örnek var.
Tasavvufi ve klasik musikinin göz ardı edildiği dönemler vardı. Siz o zaman dinleme, meşk etme şansı bulabiliyor muydunuz?
Ben ilkokuldan sonra Türk müziğini çok sevmeye başladım. Benim zamanımda 45'lik plaklar vardı. O zamanın ekolü Gönül Akkor'du. Benim de en sevdiğim sanatçı oydu. Hâlâ çok hasta, Allah şifa versin. Ondan sonra Muazzez Abacı ekolü geldi. Sonra da maalesef hiç sanatçı yetişmedi. İş, maddeye dönüştü artık. Bir kere bana sordular, sinirlendim: "Artık tasarruf müziği var, tasavvuf müziği yok" dedim. İş buna dönüştü daha çok. Nihayetinde müzikle insanları sevindirebiliyorsan ne mutlu. Adam vaaz dinler namaza başlamaz ama ilahi dinler namaza başlar.
Peki, sonrasında bu müziğin neşvünema bulması, gelişmesi, yayılması nasıl oldu?
Tasavvuf müziği ilk önce bir kalıp içindeydi. Klasik Türk müziği enstrümanlarıyla yapılıyordu. Onun da belirli bir dinleyici kitlesi vardı. Onun dışına çıkmıyordu. Bir albüm çalışmamı dinleyen Safer Efendi bir gün şöyle dedi: "Kemanları kullan, ritimleri artır. Tasavvuf nedir? Gönül çalmaktır." Onları koydurdu efendi ve çok beğenildi. Ama sonrasında "arabesk" bulup eleştirenler, "Böyle Orhan Gencebay gibi oldu, ne güzel seni dinliyorduk" diyenler de oldu.
Sonra çalışmalarınıza Batılı formlar da girmeye başladı ama…
Safer Efendi hayattayken. "Kemanları bundan sonra biraz artır, ritimler ilave et" dedi. Tabii, yarı senfonik çalışmalara başladık. Orada zaten… Sevdirmek burada, Safer Efendi sayesinde başladı. Senfonik eserler hazırlayınca bir gün pop sanatçılarından biri yanıma geldi. Albümün başında arp çalıyor; dinleyince çok şaşırmış. Popçusu, rock'çısı, Bağdat caddesinde hanımlar "Aman hocam" diye söyleniyorlar, "Resmen canlı orkestra var" diye. Orkestranın içinde Türk müziğine ait enstrümanlar var. Tamamen Batı formatında değil. İlahilerin hiçbir orijinalliğini bozmadan… Tezyinatın Kuran'ı süslemesi gibi orkestra da müzik için böyledir. Muhabbetle dinlenir.
Bu sizi daha geniş kitlelerin tanımasını da sağladı sanırım. Ardından bir de MFÖ ile çalışmalarınız oldu; pop dinleyenler de sizi tanıdı.
MFÖ ile de çalıştık. Tabii, onlara da söyledim bunu. Bir gün Mazhar geldi. Safer Efendime yeni bir çalışmaları için tasavvuf müziği bilen ve okuyan biriyle çalışmak istediklerini söyledi. Safer Efendi de bana yönlendirdi ve sonra çalışmaya başladık. Onlar da "Sağ olasın, senin sayende yeni kitlelerle tanıştık" dediler.
Sizlerin dışında tasavvuf müziğini yaşatanlar var mıydı?
Benden önce kıymetli kardeşim Ahmet Özhan, hakikaten bu işe yöneldi. Bir sürü gencin bu işi sevmesinde büyük katkısı var. Ciddi olarak bu işi yapan isimlerden Mustafa Demirci, Mehmet Emin Ay, Halil Necipoğlu var. Bazı isimleri özellikle söylemiyorum, Safer Efendi'nin oradan öğreniyorlar ama ilk defa kendileri yapmış gibi gösteriyorlar. Ben bildim bileli Enderun usulü hep var. Siz de gelip orada öğrendiniz oysaki.
Dinî musikide de rekabet var demek ki?
Kıskançlık her yerde var. Tasavvuf musikisine yakışmasa da maalesef yapanlar var. Belediye programlarında da çok oluyor bu durum. Önemli isimleri çağırmayan belediyelerle nasıl kültür olur.
Şebi Aruz törenlerine katılan isimlerden birisiniz. Sizin için ne ifade ediyor?
Hz. Mevlâna, Allah dostu, Resulullah aşığı büyük bir insan. Tasavvufta tarikatlar vardır biliyorsunuz. Meşrepleri ayrıdır ama nihayetinde yaptıkları şeyler aynı yere toplanır. Hz. Mevlâna, aşkı bu yolla insanlara sevdirdi. Şuna da dikkat etmek lazım, Mevlevilik ayrı bir din değildir. Ona bu açıdan iftira atılmaması gerekir. Bir kere Safer Efendi ile gittim Konya'ya. Orada yapılan sema ayinleri gerçekten muhteşem. O zaman çok duygulandım. İstanbul'da yapılan Şeb-i Arus törenlerine de katıldım. İnsanlar gerçekten çok etkileniyor bu etkinliklerden. İstanbul'da da benzerlerini yaptık. "İstanbul'da Mevlâna etkinliği olmaz" diye karşı çıkanlar oldu ama bir evliyayı her yerde anabiliriz.
"Musiki haramdır" ya da "mubah değildir" diyenler var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Müzik haram değildir, Safer Efendi de anlattı bunu defalarca. Müzik nereden geliyor, bir kere bunu biliyorlar mı? Müzik, ruhlar yaratıldığındaki ilk sesten gelir. Kısmeti olanlar hep alıyorlar bunu. Bir müzik dinlersin, şarkı dinlersin gözün yaşarır ağlarsın. Niye? Orada bir ses duyar senin ruhun, o "Elestü bi-rabbiküm?" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) hitabındaki güzel sesten bir şeyler duyarsın, odur. Allah'ın insanlara bir hediyesidir müzik. Kuran'da hiçbir ayette, hiçbir hadiste müzik haram diye bir şey yok. Yaptıkları o kadar büyük günah ki; Allah'ın haram demediği şeye haram demek küfre gitmektir.
Yeri geliyor niyete göre o da ibadet hükmünde olabiliyor değil mi?
Tabii, imamlar, müezzinler, hafızlar makamla okuyorlar… Ben Paşabahçe'de müezzinken bütün mevlitlere çağırırlardı. Onda da müzik var çünkü. Muzaffer (Ozak) Efendi'ye bir gün Amerika'da biri "Müzik haram" demiş, o da "İsmin ne senin" diye sormuş. Adam "Kemal bilmem ne" demiş. "Bak şimdi sen ismini söylerken uşşak makamı yaptın" demiş Muzaffer Efendi…
Konuşma tonunda bile makam vardır. Müzik tabiatımızda var. Müziğin haramı, helali şudur: Büyüklerin (velilerin, âşıkların, ariflerin) sözü söz konusuysa müzik aşığın aşkını, fasıkın fıskını artırır. Bir müzik seni Allah'a yönlendiriyorsa, aklına Medine Arafat ya da bir Allah dostu geliyorsa o müzik helaldir kardeşim. Ama aklına şeytanlık geliyorsa haramdır. Allah ıslah etsin hepimizi… Biliyorsunuz sırf müzik değil, başka şeylerde de öyle…
Benim bas gitarist arkadaşım vardı, orkestrada -o zamanlar saçları uzun- dedi ki "Samiciğim ben de namaz kılmak istiyorum ama korkuyorum camiye gitmeye bir şey söylerler diye." "Gel gidelim cumaya" dedim, gittik. Her şey güzel, kıldık namazı, tam çıkıyoruz, seksen yaşına yakın bir amca "Böyle camiye mi gelinir, böyle geleceğine gelme" dedi. "Neden" dedim ben. "Blue jean pantolonla camiye mi gelinir" dedi. "Sen ne zamandan beri namaz kılıyorsun" diye sordum, "Doğduğumdan beri kılıyorum" dedi. "Peki bir ihlas oku da dinleyelim", okuyamadı. Sonra gel ben sana bir Kuran okuyayım dedim, okudum, o zaman cemaat "Sizin gibiler yüzünden bu gençler camiden kaçıyor" diye amcayı azarlamasın mı. Yani her şeyde "yanlış, haram" algısı var bizde ne yazık ki.
Din anlayışımız içinde bu şekilde estetik, musiki, gusto, zarafet, nezaket gibi uyumlu şeyleri böyle böyle ıskalıyor muyuz yoksa?
Belki zamanında bilinçli bir şekilde ıskalamışlar. Tasavvuftan arıtmışlar her şeyi. Oysa İslam; muhabbet, sevgi dini… Ben çok şahit oldum; alkolik biri vakfa gelse Muzaffer Efendi kapıdan çevirmez ona bir kahve yaptırırdı. Ve o adam sonra tövbe ederdi. O yüzden herkese muhabbetle yaklaşacaksın. Ve kendini hep nefis olarak aşağıda göreceksin. Şimdi herkes kendini ötekinden yüce görüyor.
Müziğin ve tasavvuf musikisinin dindeki, evrendeki, kâinattaki ve fıtrattaki yeri nedir sizce?
Güzel ses, güzel musiki demek… Mesela Resulullah Efendimiz, neden ezanı Hz. Bilal'e okuttu? Güzel sesi olduğu için. Yani o zamanlardan musiki var. Sonra Peygamber Efendimiz Medine'ye teşrif ederken Medine halkı "Tala el Bedru" ile karşıladılar onu, yani müzikle. Müzik hayatımızda var. Müziksiz hayat olmaz. Doğuşumuzda bile var müzik. Doğduğumuzda kulağımıza ezan okuyorlar. Tasavvuf müziği tekke musikisidir. Bu musikiler, cami musikisine göre farklıdır. Ritimle kaside okuyorsunuz, zikir içinde uyumlu olarak. Mesela bir sürü meşhur hafızlar geliyor, veriyorsun kasideyi olmuyor, zikri öldürüyor. Tekke tarzı farklıdır ve o kadar çok okuyan da yok. Ahmet Özhan var mesela. Tasavvuf musikisini söylemem ve insanların ne güzel okumuş demesi de esas mesele değil. Orada sözlere bakmak gerekiyor, önemli olan odur. Bu musiki sözlerle anlamlıdır.
Siz tasavvuf musikisini konservatuarda değil, doğrudan yaşandığı ortamda öğrendiniz…
Evet, hâl olarak öğrendik, önce kendimizi okumayı öğrendik. Ağlamayı öğrendik.
Peki, bu müziğe ilgi duyanlara nasıl dinlemelerini tavsiye ediyorsunuz?
Tasavvuf müziğinde sözleri dinlesinler, sözlere dikkat etsinler, nasıl ki ariflerin sohbetini dinliyoruz lezzet alıyoruz, bu musiki de onların sözlerinden alınmıştır zaten, o yüzden bu sözleri de onları dinliyor gibi dinlesinler.
SAMİ SAVNİ ÖZER KİMDİR?
1950 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Sami Savni Özer tasavvuf müziği sanatçısıdır. Erken yaşlarında dönemin ünlü bestekârlarından dersler aldı. 13 yıl boyunca Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde Klasik Türk müziği eğitimi gördü. 1974 yılında düzenlenen Altın Ses yarışmasında Türk sanat müziği dalında ödül alan Özer, İstanbul Radyosu'nda da görev aldı. Daha sonraları tamamen tasavvuf müziği ve dinî musikiye yöneldi. Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı'nda Cerrahi postnişini Sefer Dal'ın yönlendirmesi ve teşvikiyle tasavvuf müziği alanında birçok çalışmaya imza attı.