Aile nereye?
Olgular, oluşlar ve kavramlar hakkında konuşmadan evvel bunların hangi düzlemde neye tekabül ettiğini ortaya koymak, sağlıklı bir sistem meydana getirmenin veya problemin kaynağının sağlıklı tespitinin ilk adımıdır. Bu bağlamda "Aile nedir, ne işe yarar, neden kurulmuştur ve neden muhafazası gerekir?" sorularına verilecek cevapları, aile hakkında yapılan tüm diğer konuşmalardan daha önemli görmeliyiz.
Aile derken kastımız, Sanayi Devrimi ile birlikte oluşan bir düzenin işlerliğinin devamı için planlanmış ve oluşturulmuş en ufak çark ise, böyle bir aile yapısının devamının toplumda nasıl sorunların baş göstermesine vesile olduğunu, içinde bulunduğumuz zaman ve şartlar dâhilinde kimse inkâr etmeyecektir.
Bu düzenin ihtiyacına binaen şekillendirilmiş bir aile yapısı, düzenin formu değiştikçe değişmeye veya düzenin diktesi doğrultusunda ifsat olmaya mahkûmdur. Nitekim günümüzde yüzleşmek zorunda kaldığımız ve müşteki olduğumuz değişimlerin sebebi de bu yapının çıkış noktasıdır.
Aile, ancak ve ancak helal daire içinde temiz nesillerin oluşması için rahmanî rıza gözetilerek bir araya gelinen bir birlik ise ideal gayesine erer. Aile ancak bu formda teşekkül ederse insana, topluma ve dünyaya faydalı bir ilk birim olur. Ailenin sağlıklı oluşumu ve toplumu sağaltıcı ve iyiye dönüştürücü bir etkisi olabilmesi içinse müşterek sorumluluk paylaşımı elzemdir.
Bu müşterek sorumluluk paylaşımı kulluk bilincinin farkında olan "fert"lerle mümkündür. İnsan, dünyaya geliş gayesi ile dünyada oluş sürecinin beraberinde getirdiklerini, dünyevi doğasını reddetmeden veya onun içine sorgusuzca dalmadan bir dengede idare edebildiği sürece insandır.
Ailenin başlangıcı olan eşler arasındaki ilişkinin temeli de buna dayanmalıdır. Bu başlangıcın mihveri de "Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" ihtarı olmalıdır. Sevmek için ise hadis-i kutsinin başka bir bağlamda işaret ettiği gibi önce bilmek gerekir.
Buradaki bilme, kişinin karşısındakinin huyunu, zevklerini vb. bilmesi değildir; buradaki bilme, onu öncelikle varlığı ve benliği ile kendine denk bir varlık olarak kabul etmek ve varoluşuna, varlık alanına saygı göstermektir. Bu saygıyı gösterebilmek içinse, kişinin kendi yaratılış anlamına saygı duyması gerekir ki bu da yine başa dönerek çemberi tamamlarsak ancak kulluk bilincinin olgunlaşması ile mümkündür.
Ailenin anlam dünyası
Kulluk bilincinin olgunlaşması ile sorumluluklarının da ayırdında varmış kişiler, kulluk görev ve vazifelerini hayatlarının orta yerine koyarak yaşamaları gerektiğini de bilirler. Bu duruş ve bakış, insanın ve hayatın anlamını beşerin nefsâni ihtiyaçlarının, emel ve heveslerinin, gündelik telaşlarının karşılanmasında değil; insanın mesuliyetlerini yerine getirme çabasında ve vakte dair farkındalığında arar. Bu niyet ve amaç ile bir araya gelen fertlerden husule gelen aile içindeki vazifeler olarak annelik-babalıkevlatlık, manevi bir konumlanışa tekabül ettiklerinde anlamlı bir yere otururlar. Ailenin kuruluşunun ve devamının da ancak bu manevi vazifeler etrafında bir anlamı olur. Gaye kulluk, hedef kulluğun kemalidir.
Öyleyse, ailenin güçlü bir şekilde yeniden ortaya çıkabilmesi için önce kendi anlam dünyasının manasını haiz fertlere, sonra bu fertlerin birbirleri ile kurdukları güçlü bir bağa ve ortaklaşa yürütülen bir ilerleyişe ihtiyaç vardır. Bu anlam dünyası oluşturulmadan, bu bağ kurulup aynı yolda yoldaş olunmadan aileden söz etmenin faydası tartışmaya açıktır.
İçinde yaşadığımız, her türlü maneviyata karşı her türlü şekilde şedid bir savaş açılmış bu çağda, ailenin güçlü bir şekilde tesisi ve fertleri doğruya iletip asrın kötülüklerinden muhafaza edici etkisi olmadan yenilmemek çok güçtür.
Bu mücadelede, tüm iman edenler birbirlerini herhangi bir kıta, bölük, kısma ayırmamalı, her bir fert teker teker ve aynı anda, üstadın ifadesinde olduğu gibi "Ben varım!" diyerek omuz omuza durmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmek için de öncelikle, hangi ön kabullerin alaşağı edilmesi gerektiğini sorgulanmalıdır.
Müslüman fertler olmak gayesindeki kişilerin ayırdına varmaları gereken husus, ekmel olarak indirilmiş dinlerinin akidelerini bırakıp kendilerinden öncekilerinin kabullerini devam ettirmelerinin veya mevcut müfsit dünya sisteminin kendilerine sağladığı rahatın rehavetine kapılmalarının helaklarına sebep olacağıdır. Müslüman fertler olmak gayesindeki kişiler, cinslerden birinin diğerine maddi-manevi tahakkümü üzerine kurulmuş sosyal düzenin de, beşerin heva ve heveslerini kışkırtarak insanlığından uzaklaştırıp kendi amaçlarına ulaşmak için kullanan ekonomik sistemin de vazgeçilmez unsurlar olarak gösterdiği kabul ve kalıpları reddetmekle mükelleftirler.
Şüphesiz, bu düzen ve sistemin beraberinde getirdiği, beşerin nefsine hoş gelen hâller, konumlandırmalar bulunmaktadır. Ama kişi bunların, varlığın esaslarına aykırı birer aldatmaca olduğunu ve hesap günü kandığı her bir aldatmacadan ve bu kanışı sebebiyle hakka girdiği durumlardan mesul tutulacağını unutmamalıdır.
Müslüman erkeğin imtihanı
İslam, kendine uymayan her şeyi yakıp kavurarak yok etmek isteyen bu deccal çağda, insana ve dünyaya kurtuluş müjdesidir, bu müjdeyi hayata tatbik mesuliyeti de yeryüzünün halifesine düşer. Yeryüzünün halifesi olduklarını bilen Müslümanlar, kendilerine teslim edilen emaneti en güzel şekilde muhafaza ve en güzel şekline ikmal ile mükelleftirler.
Müslüman erkek, kadının kendisi ile varoluş ve kullukta denk, bunların getirdiği vazifelerde eşit konumda olduğunu; bunların üzerine, rabbinden kendisine bir emanet olması gibi bir makamı haiz olduğunu ve bu hususun kendisine Allah Rasulü tarafından ihtar edildiğini unutmamalıdır. Kadınlarla alakalı her türlü mevzuya emanete hıyanet etmenin münafıklık alameti olduğunun bilinciyle yaklaşmalıdır. Bu, erkeğin nefsi ile imtihanıdır.
Bu imtihanın bir sonraki evresinde ise erkeğin düzen ve sistem ile imtihanı gelir. Erkek, mevcut sistem tarafından, bu sistemi devam ettirebilmek için kendisine sunulan gözboyayıcı, gönül oyalayıcı avantaj ve kabulleri reddetmelidir. Bu, erkeğin en büyük cihadıdır.
Erkeğe, "Sen sadece sabah dokuz-akşam beş işe git-gel, bu sistemin süreğenliği sağla, bunun dışında hiçbir şey yapmana gerek yok, başka hiçbir şeyden mesul değilsin, geri kalan her şeyi ben senin için başkalarına yaptıracağım" diyen sistem, erkeği, ona kulluğunu unutturarak içselleştirilmiş bir imtiyazlar çukuruna gömer.
Bu imtiyazlar çukurunda artık onun için her şey mubahtır ve yaptığı hiçbir şey temize çıkartılamayacak, mazur görülemeyecek kadar kara değildir. Dahası, bu imtiyazlar çukurundan bakınca ağzından çıkan her şeyin dinin ilkesi olduğunu kabul eder. Artık o, din için değil, din onun içindir. Bu, erkeğin helakidir.
Erkek, ailesinden, eşinden, evlatlarından git gide uzaklaşır çünkü sistem onun ailesinden uzaklaşmasını, unutmasını ister. Erkek, ailesinin mesuliyetini üzerinde taşıdıkça, evlatlarının gönül terbiyesiyle, ahlaki eğitimiyle meşgul oldukça, annesinin, hanımının, kardeşinin hayır duasını aldıkça hayatında bereketin de rızanın da artacağını unutur. Bu, erkeğin fakirliğidir.
Müslüman kadının imtihanı
Kadın, içine itildiği sistemde kendisine biçilen ve varoluşunu, kulluk bilincini sıfırlayan, insanlık haysiyetini yok sayan, "Seni yaratılış gayenin ancak bir kabuğu haline getireceğim, seni olman gerekenin çok aşağısına çekip manan şeklinmiş gibi uyutacağım, başkalarının gözünde ve kendi nazarında kıymetini sadece şeklî hassalarına indirgeyeceğim" diyen kalıpları ve kabulleri reddetmelidir.
Kadın, düzenin her tarafından gelen baskılara, esası itibariyle kulluk bilincine ve varoluş gayesine ters "makbul kadın" imgesine karşı Allah rızası için mücadele etmeyi göze almalıdır. Kadın bu mücadeleyi hem kendi nefsine hem de dış etkenlere karşı gerçekleştirir. Bu, kadının en büyük cihadıdır.
Bu yolda karşılaşacağı zorluklara, önüne her aşamada çıkarılacak engellere, hor görülmelere, küçük düşürülmelere, insan olarak ancak ikincil bir değerinin olduğu imalarına göğüs germelidir. Bu ön kabullerin ve şartlanmaların sebebinin kendisini en güzel şekilde yaratan rabbi, onun indirdiği din ve âlemlere rahmet olan elçisi değil, yeryüzünde bozgunculuk çıkartan müfsit nefisler olduğunu unutmamalıdır. Bu, kadının en büyük imtihanıdır.
Kadın, sistemin ve düzenin getirdiği kabullere yenilip veya onları hiç sorgulamayıp kendisini sadece şekle indirgerse kendisine verilen varlık ve kulluk emanetine ihanet eder. Bu, kadının helakidir.
Kadın, bu şeklin dikte ettirdiklerinden fazlasını görmek istemeyip suretin hapishanesi içinde yaşarsa kendisini ve ailesini, yetiştirdiği, bakımı ile mükellef olduğu, elinin dokunduğu her yeri ve her şeyi bu bereketsizliğe mahkum etmiş olur. Bu, kadının fakirliğidir.
Kadın, kendisinde rahîm ism-i cemîlinin tecelli etmesi şerefine nail olduğunu aklından bir an bile çıkarmamalıdır. Bu da, düzenin ve sistemin tüm hoyratlıklarına karşı onun muhafazası ve tesellisidir.
Müslüman fertler karşılıklı hüsn-ü niyet, nefsi ikinci plana atan bir vazife bilinci, emaneti muhafazaya yönelik bir sorumluluk isteği ve vakti hükmü altına alan bir dirayet ile kendilerine ve birbirlerine sahip çıkmalı, Allah-u Teala'nın meleklere karşı verdiği "Şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim" hükmüne layık olmaya gayret etmelidirler. Aileden hâsıl olması istenen murat ancak bu fertlerin bir araya gelmesi ile zuhur eder.