Yeni başlayanlar için Afrika atlası
Çok renkliliğin, büyük bir kültürel çeşitliliğin, binlerce dilin, hâlâ direnen doğal ve vahşi tabiatın, egzotik canlıların kıtası Afrika aynı zamanda tezatların da barınağı. Dünyanın en büyük toprak üstü ve altı zenginliklerine rağmen kıta aynı zamanda gezegenin en fakir nüfusuna sahip… En özgür ruhlu ve doğal insanları barındırıyor ama bunlar geleceklerini, kaynaklarını, yönlerini çok uzun süredir kendileri belirleyemiyor. Afrikalılar barışçıl kültürlere sahip ve dünyadaki hiçbir savaşı onlar çıkarmadı ancak iki büyük dünya savaşı onların topraklarını ve kaynaklarını doğrudan ilgilendiriyordu, şimdi de yurtlarında çatışma ve karışıklık eksik olmuyor. Bir yanda yoksunlukların, yoksullukların, bahtsızlıkların Afrika'sı, öte yanda hızla gelişmekte olan bir Afrika söz konusu. Bir tarafta belirli bölgelerde yükselişe geçmiş bir ekonomi ve toplumsal hayat beri tarafta bitmek bilmeyen aynı sorunlar; süregiden yoksulluk, patlayan bir nüfus, yetersiz sağlık altyapısı ve bazen çok vahim sonuçlar doğurabilen güvenlik sorunları… Bir başka yanda da kara kıtanın yakasını bir türlü bırakmayan geçmiş acı günlerin kötü mirası ve damgaları. Yaşlı kıtayı ve insanını tüm yönleriyle yansıtmak çok güç olsa da geçmişin izleriyle birlikte bugünün Afrika'sının bir röntgenini çekelim istedik.
HÂKİM AFRİKA İMAJI: ÇATIŞMA, FAKİRLİK, AÇLIK, KRİZ…
Vahşi hayvanların peşinde safari turları, Serengeti'de sürülerin göçü, sazdan kulübelerde yaşayan ilkel kabileler, rengârenk giysileriyle sürekli dans eden siyah tenli insanlar, hiç bitmek bilmeyen askerî darbeler, arkasına makineli tüfek monte edilmiş ciplerle dolaşan milisler, açlıktan kemikleri sayılır hâle gelmiş cılız çocuklar ve ille de günbatımında arkasında kocaman kızıl bir güneşle etkileyici bir ağaç… Dünya genelinde oluşturulmuş Afrika imajı büyük çoğunluğu sömürgecilik döneminde oluşturulmuş bu algıların karışımından ibarettir desek abartmış olmayız sanırım.
Afrika'yı karış karış gezen ve çok iyi tanıyan, bu kıta ile insanları üzerine yaygın önyargıları, hatalı klişeleri fotoğrafların gücüyle değiştirmek için Instagram'da "Everyday Africa" hesabını açan Amerikalı foto muhabirleri Austin Merrill ve Peter DiCampo'nun deneyimleri de dünyada nasıl bir Afrika algısının hâkim olduğunu göstermeye yeterli gibi. "Önyargıların sorunu yanlış olmalarından ziyade eksik olmaları" diyen iki ünlü fotoğrafçı medyanın Afrika'nın sadece belli yönlerini yansıttığını söylüyor: "Bu yansıtma sürekli çatışmalar içinde bulunan ve giderek daha da fakirleşen bir coğrafya imajını perçinlemekten ibaret."
Everyday Africa'da Afrika'nın gerçek yüzüne dair pek çok fotoğraf yayınlayan iki foto muhabiri ABD'de sunum için gittikleri okullarda öğrencilerden Afrika'yı tek kelime ile özetlemelerini istemişler. Aldıkları cevaplar içinde en yoğun olanları Afrika algısının Batı'da ve dünyanın geri kalanında nasıl olduğunu özetler nitelikte: "Kötü", "fakir", "savaş", "kriz", "sefalet", "açlık", "salgın hastalık"…
AFRİKA ÜZERİNE BAZI "MİTLER"
55 ülkenin, yüzlerce farklı etnik yapının, çok farklı kültürlerin yaşadığı ve 2 bini aşkın dilin konuşulduğu Afrika'ya dair dünyaya mal olmuş eksik ya da yanlış başlıca "mit"leri şöyle bir sıralayalım:
Afrika savandan ve vahşi hayvanlardan ibarettir: Oysa kıtada Batılı şehirleri aratmayan sanayileşmiş bölgeler de az değil.
Tüm kıta fakirlik içindedir ve öyle kalacaktır: Evet özellikle Sahra altı Afrika'da nüfusun yüzde 47'si günlük 1,25 dolar ile yaşıyor ancak kıta yavaş da olsa gelişiyor ve nüfusun üçte biri orta sınıf mensubu.
Afrikalılar modern teknolojiye ulaşamıyor: Daha 2013 yılında Afrika'da cep telefonu ulaşımı yüzde 80'lere ulaşmıştı. Üstelik mobil teknolojiler sağlıktan tarıma, yasadışı avcılıktan fakirliğin önlenmesine dek akla hayale gelmedik alanlarda yaygın kullanımdalar.
Kıtada sanat üretimi yoktur: Afrikalı şair ve yazarların popülerliği giderek artıyor. Müzisyenler ise yıllardır popüler. Sadece dünyanın ikinci büyük film endüstrisi Nijerya sineması yılda 2 bin film üretiyor.
Afrikalılar sıkıntılarından kurtulmak için çaba göstermiyorlar: Sadece Afrikalı diasporanın kıtaya gönderdiği yıllık destek 58 milyar dolar. Bu tüm yabancı organizasyonlar tarafından yapılan yardımların üzerinde.
AİDS ve benzeri hastalıklar tüm kıtada yaygındır: Bazı bölgelere mahsus bu durum 30 milyon kilometrekarede yaygınmış gibi gösteriliyor.
Afrika'da ülke yönetimleri büyük çoğunlukla antidemokratik ve darbecidir: Bağımsızlık mücadelelerinin başladığı 1960'lardan beri inişli çıkışlı bir grafik hâkim. İyi örnekler de var.
Afrika'da herkes herhangi bir yerde bir kulübede yaşar: Hâlâ kulübelerde yaşayanlar var ama Nijerya'da 21 milyon nüfuslu Lagos gibi şehirler de az değil.
Osmanlı'nın Afrika'sı
Osmanlı Devleti'nin varlığını yaydığı üç kıtadan biri Afrika'ydı. Afrika'nın özellikle kuzey ve doğu kesimlerinde 4 asır hâkimiyet kuran Osmanlı'nın buradaki varlığı sömürgeciliğin parlak dönemlerine denk gelmiş olsa da aslında emperyalistlerin ve sömürgecilerin Afrika'yı tam olarak sömürmesine 4 yüz yıl boyunca bir engel teşkil etti, en azından geciktirdi. Osmanlı'nın Mısır, Trablusgarp, Tunus, Cezayir ve Habeş eyaletleri üzerinden kıtada kurduğu nizam olmasaydı Afrika sömürgecilikle çok önceden karşılaşacaktı. Önce Kuzey Afrika'da nüfuzlarını artıran Osmanlılar sonraları Afrika'yı ikiye ayıran Sahra Çölü'nün aşağı kesimlerinden ötesine de etkilerini ulaştırmayı başardılar. Ülkemizin önde gelen Afrika uzmanı Ahmet Kavas, Osmanlı-Afrika İlişkileri kitabında Osmanlı'nın Afrika'daki hâkimiyetinin Afrika açısından değerine şöyle vurgu yapıyor: "Osmanlı Devleti'nin Afrika'daki idaresi ve nüfuzu sayesinde batılı sömürgecilerin kıtaya girişi oldukça gecikmiş ve Osmanlı Devleti'nin Afrika'daki hâkimiyeti sayesinde Afrikalı Müslümanlar, Batı emperyalizmine karşı koruma altına alınmıştır."
EKONOMİK GELİŞMENİN MOTORU
Afrika yüzlerce yıl boyunca üzerine hiç ayak basmamış milyarların zihninde şekillendi durdu: Bir yanda vahşi ama zengin kayıp bir hazine, öte yanda sadece işletilmeyi bekleyen ucuz hatta bedava el emeği ile bol kaynakları barındıran geniş topraklar ya da misyonerlik faaliyetleri ile "ruhlarının kurtarılması" gereken ilkel insanların yurdu olarak şekillendi zihinlerde. Oysa 21'inci yüzyılda yepyeni bir Afrika doğuyor. Kenya'dan Nijerya'ya, Etiyopya'dan Angola'ya, Güney Afrika'dan Ruanda'ya kadar Afrika günümüzde dünyadaki ekonomik gelişmenin önde gelen motorlarından birine dönüşmüş durumda. Örneğin daha iyi bir hayat için bugün Afrika'ya göçen Çinli işçi, esnaf, tüccar ve müteahhit sayısı 1 milyonu aşıyor. Nüfusun yüzde 60'ını 15-25 yaş arası gençlerin oluşturduğu Afrika 220 milyonluk bu genç nüfusla büyük bir potansiyele sahip. 25 yaş altı genç nüfusu ise tüm Kuzey Amerika kıtasının toplamından fazla. Yüzde 24 kadınların parlamentoya katılımı oranıyla yüzde 22,5 olan dünya ortalamasının üzerinde. Bu oran ABD'de yüzde 19, Fransa'da yüzde 26, Almanya'da ise yüzde 30. Ruanda'da gibi bazı ülkelerde ise parlamentoda kadın oranı yüzde 63'ü buluyor.
Afrikalı Türkler (Afro-Türkler)
Sivaslılar, Çemişgezekliler, Cideliler Yardımlaşma Derneği gibi hemşeri derneklerine aşinayız. Ancak günün birinde yolunuz İzmir'e düşer de Afrikalılar Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'ne rastlarsanız sakın şaşırmayın ve sadece yabancı göçmenlerle ilişkili bir dernek sanmayın. Zira derneğin kastettiği asıl olarak Türkiye'yi yurt edinmiş, Türk vatandaşı olan, bu toprakların kültürüyle yaşayan ve dilini konuşan bildiğimiz vatandaşlarımız. Tek farkları tenlerinin siyahi oluşu… Afro-Türk tabir edilen ve büyük ölçüde Ege ile Akdeniz bölgelerinde yaşayan bu vatandaşlarımızın kökenleri 15 ve 19'uncu yüzyıl arasında tarım işçisi, hizmetkâr ya da çiftçi olarak getirilen Afrikalılara dayanıyor. Anadolu'da kalan ve özellikle bu bölgelere yerleşen Afrikalılar kendi köylerini kurmuşlar. Ege ve Akdeniz'de 17 köy kurarak yerleşen Afrikalı vatandaşlarımızın kesin sayısının net olmasa da 5 bin kadar olduklarını söyleniyor. 19'uncu yüzyılda özellikle Batı Ege'de yabancı yatırımların artmasıyla tütün ve pamuk tarımında çalıştırılmak üzere getirilen Afrikalıların torunları bunların çoğunluğunu oluşturuyor. Ekseri İzmir ve Aydın'ın köylerinde yerleşik bu vatandaşlarımızın Afrikalı ataları büyük ölçüde Etiyopya, Eritre, Cibuti, Sudan, Nijerya, Kenya, Somali'den ve mağrip ülkelerinden gelmişler.
TİKA REHBERLİĞİNDE TÜRKİYE-AFRİKA YAKINLAŞMASI
Türkiye özellikle 2002'den itibaren Afrika'ya yönelik büyük bir faaliyet içerisine girdi. Yardım kuruluşlarının faaliyetleriyle başlayan bu atılım genişleyerek çok daha geniş kapsamlı bir ilişkiler ağına dönüşüyor. Afrika uzmanı Prof. Dr. Ahmet Kavas bu ilişkilerin insani boyutunu çok değerli buluyor ve şöyle diyor: "Afrika'da şu anda on binlerce köyde açılan su kuyuları bile Türkiye'nin medarı iftiharı." Türkiye'nin Afrika'ya yönelik faaliyet ve projelerinin tasarlanma ve gerçekleştirilmesinde en önemli rolü ise Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) üstleniyor. Afrika ile ilişkilerin özellikle son 15 yılda kazandığı ivmeyi göstermek açısından birkaç not oldukça dikkate değer. Örneğin bu alanda stratejik bir role sahip olan TİKA ilk Afrika ofisini 2006 yılında açtı. O tarihten bu yana işbirliği ve temaslar cumhuriyet dönemindeki en yüksek seviyesine ulaşırken bu 13 yıllık süreçte çeşitli projeler geliştiren ve gerçekleştiren Afrika'daki TİKA ofisleri de çoğalarak 25'e ulaştı. TİKA'nın dünya genelindeki 59 ofisinin yüzde 40'ı bu kıtada yer alıyor. Türkiye'nin Afrika'ya yönelik ilgisinin ve kıta ülkeleriyle tarihimizde hiç olmadığı kadar yükselen ilişkilerimizin en bariz göstergelerinden biri de Başkan R. Tayyip Erdoğan'ın hem Türkiye'de hem de dünyada Afrika'ya en fazla ziyareti yapan devlet başkanı oluşu. Son 11 yılda kıtadaki büyükelçiliklerimizin sayısının 12'den 42'ye çıkışı bile bu anlamda başlı başına bir gösterge.
TİKA'nın türbe ve camii yapımından kadınlara meslek edindirilmesine, okul projelerinden su kuyuları açılmasına, fakir ailelere tarım-hayvancılık desteğinden sağlık kurumları yapımına kadar birçok ülkede gerçekleştirilen ortak projelerle Afrika'ya aktardığı Türkiye tecrübesi özellikle tarım, sağlık, eğitim, hayvancılık ve alt yapı alanlarında yoğunlaşıyor. Afrika'ya yönelik stratejilerin ilişkilerin maddi ve ticari boyutuna katkısı da yadsınamaz. Afrika'nın 500 milyar dolara varan dış ticaret kapasitesi içinde Türkiye'nin yüzde 5 civarında bir payı var. 25 milyar dolarlık ticari ilişkiyi ifade eden bu rakam henüz tatmin edici boyuta ulaşmamış olsa da 200. yılındaki 4,1 milyar dolarla karşılaştırıldığında büyük bir mesafe kaydedildiği anlamına geliyor. 2018 itibarıyla 45 Afrika ülkesi ile ticari ve ekonomik işbirliği anlaşmaları imzalandı. Türklerin Afrika'daki doğrudan yatırımları ise 2003'te 100 milyon dolar seviyesindeyken 2018'de 7 milyar dolara yaklaşmış durumda. Türk Havayolları'nın kıtadaki 34 ülkede 52 noktaya gerçekleştirdiği uçuşların da dünyada benzeri yok.
Afrika hızla Hristiyanlaşıyor!
20'nci yüzyılda Osmanlı'nın çekilmeye başlaması sadece emperyalistler ve sömürgecilerin işini kolaylaştırmadı misyonerleri de akın akın buraya koşturarak Afrika'nın dini demografisini de etkiledi. Örneğin 120 yıl önce nüfusu 300 milyona yaklaşan kıtada o zaman Hristiyan Afrikalı sayısı 10 milyon civarındaydı. Osmanlı'nın çekilmesinden sonra bu rakam Hristiyan kültüründen etkilenmiş kişilerle 500 milyona ulaşmış durumda.
Bir zamanlar Müslümanların yoğun olduğu kıtada şeklen de olsa Hristiyanların oranı yüzde 46'ya çıkarken, Müslümanların oranı yüzde 40. Afrikalıların yüzde 12'si ise geleneksel yerel dinlere mensup… 59 ülkenin 31'inde Hristiyanlar, 21'inde ise Müslümanlar çoğunlukta. Hristiyanlık Batı'da hâkim bir din görünse de misyonerlik faaliyetlerinin 100 yılda getirdiği noktada Afrika artık Avrupa'dan bile daha fazla amelî Hristiyan nüfusa sahip.
BEYAZ ADAMIN ORDULARI ÇOĞALIYOR
Bugün sadece ABD'nin kıtadaki askeri üs ve tesislerinin sayısı en az 34. "Afrika Ordusu" Africom'un komutanlığını elinde bulunduran ABD buna ek olarak CIA marifetiyle tüm kıtada IHA'larla sürdürdüğü operasyonları genişletiyor. Africom'un varlığı ise ne tesadüf ki Batı Afrika, Arap Yarımadası gibi petrol zengini bölgelerde yoğunlaşıyor. Fransa ve İngiltere'nin eski sömürgelerinde nüfuzunu giderek artıran ABD'nin stratejisinin mihenk taşlarından biri de Afrika'nın sürekli kaynaklarını değerlendirme konusunda kıta üzerinde finansal hâkimiyetini pekiştirmek. Kıtaya dev yatırımlarla giren ve kaynaklar karşılığında büyük projelere imza atan Çin ile Afrika üzerinde devasa bir rekabet içerisinde. Bu yarışın en bariz göstergelerinden biri Cibuti gibi küçücük ama çok stratejik bir noktada konulanmış olan büyük askeri üsler… ABD, Fransa, İtalya üsleri ile II. Dünya Savaşı'ndan beri ilk defa burada askeri üs kuran Japonya'nın güçlerini barındıran minik ülkeye şimdi de Çin ve Suudi Arabistan askeri üs kuruluyor.
ÇOK ULUSLULARIN AFRİKA SEVGİSİNİN TEMEL NEDENİ
Amerikalı araştırmacı Dan Glazebrook, Batı'nın Afrika'ya biçtiği rolü şöyle özetliyor: "Batılı kapitalist ekonominin efendilerinin Afrika'ya yükledikleri rol budur: Ucuz kaynak ve ucuz emek tedarikçisi." Afrika çok zengin yer altı ve üstü kaynaklarına sahip ancak bu zenginlik Afrika halkının refahına doğru orantılı yansımıyor. Kaynaklar açısından bunca zenginliğe rağmen Afrika halkı büyük ölçüde fakirlikten kurtulamıyor. Üstelik kıtada açlıkla boğuşan insan sayısı 40 milyona ulaşıyor. Bu şu anlama geliyor; kökü 15'inci yüzyıla kadar inen Batılı devletlerin Afrika'nın kaynaklarını sömürme süreci günümüzde sona ermiş değil.
Bu paylaşım mücadelesinin son dönemlerdeki en cazip unsurları ise başta petrol olmak üzere enerji kaynakları, yer altı mineralleri ve tarıma elverişli büyük arazilerin kapışılması. Ancak dünyanın doğal kaynaklarının yani kobalt, boksit, elmas, uranyum, doğal gaz, altın ve petrol gibi hammaddesinin yüzde 30'unu barındıran kıtanın nüfusunun büyük kısmı bu kaynaklardan yararlanamıyor. Nijerya, Angola, Cezayir, Libya, Mısır, Kongo, Ekvator Ginesi, Gabon, Güney Sudan gibi ülkelerin bir numaralı ihracat kaynağı olan petrolün gelirinin topluma yansıdığını söylemek de mümkün değil. İşin ilginç bir başka yönü ise petrol bölgelerinin neredeyse tamamında iç karışıklıklar, darbeler ya da otoriter rejimlerin olması.
DEV TARIM ARAZİLERİNİ KAPMA YARIŞI
Son yıllarda kıta dışından devletleri ve çok ulusluları Afrika'ya çeken bir başka neden ise dev tarım arazilerinin endüstriyel tarım için uzun süreli kiralanması ve satın alınması. Dünyanın ekilmemiş tarıma elverişli arazilerinin yüzde 50'si de bu kıtada bulunuyor. Bununla birlikte Afrika halkını doyurmaya yetmiyor. Gıda ihtiyacı yüksek Arap ülkeleri ve Çin başta pek çok ülke ve çok uluslu şirket Madagaskar benzeri bölgelerde bu tür alanları kapışarak tarımsal üretim yapıyor. Oxfam'a göre sadece 2003-2012 arasında endüstriyel tarım yapmak için uzun vadeli kontratlarla tahsis edilen ya da satılan toprak miktarı 203 milyon hektarı buluyor ve bu toprakların üçte ikisi ise Sahra altı Afrika'sında yer alıyor.
Afrika için pahalı olan ürünler ülke dışına çıkıyor ve Afrikalılara yansımıyor. Bu toprak varlığına rağmen halkın temel gıdasını oluşturan buğday, pirinç ve mısırı kıta dışından ithal eden Afrika sadece bu üç tahıl için yılda 10 milyar doların üzerinde para ödüyor. Afrikalı siyasetçi Abdoulaye Wade Afrika İçin Bir Kader adlı kitabında kıta insanının içinde bulunduğu yoksunluk durumundan kurtuluş yolunu şöyle gösteriyor: "Afrika modern tarım olmadan hayatta kalamaz, bir başka deyişle çiftçiye sahip olmadıkça. Bu, geleneksel köylüyü kademeli olarak çiftçi ile değiştirmemiz gerektiği anlamına gelir."
Avrupa'da ilk Afrikalılar: İnsanat bahçelerine hoş geldiniz
Avrupalıların kendi yurtlarında Afrikalılar ile ilk temaslarına göz atmadan önce Fransız millî futbol takımının siyahi oyuncularından Lilian Thuram'ın Avrupa'daki ırkçılıkla ilgili sözlerini hatırlamakta fayda var: "Toplumumuzda neden ırkçılık bulunduğunu anlamak istiyorsanız insan hayvanat bahçelerini sorgulamanız gerekiyor. Sömürgeciliği, köleliği sorgulamanız gerekiyor. Bugün hâlâ mevut olan tahakkümün nedenini o zaman anlarsınız."
Batıda yeniden zirve yapan ırkçılığın mağdurları hiç de az değil ancak bunlar arasında birincilik Afrikalılara verilse bu seçimi kimse haksız sayamaz zira bundan yüzyıl öncesine kadar onlar Avrupa'nın en "medeni" başkentlerinde kurulan "insan hayvanat bahçelerinde" sergileniyorlardı. Batılıların kolonileştirdikleri bölgelerdeki "yabani, ilkel ve aşağı" topluluklardan insanları ve yaşam tarzlarını tıpkı hayvanat bahçesine benzeyen kafesli, tel örgülü alanlarda biletli seyircilere izlettikleri sergilere insan hayvanat bahçeleri adı yeni bir şey ama bir dönem oldukça ilgi çeken bu "etnolojik" faaliyet 19'uncu yüzyılda egzotik bir merak olarak başladı.
Okyanusya, Patagonya, Samoa, Yeni Gine yerlileri ve Eskimolar gibi "vahşi ve ilkel" kabul edilen topluluklardan örneklerin birer hayvan gibi sergilendikleri bu insanat bahçelerinin en gözde unsurlarından birini de Afrikalı yerliler teşkil ediyordu. Ancak işletmecilere göre onlar sözleşmeli ve ödeme yapılan personeldi. II. Dünya Savaşı'na kadar süren bu uygulama Avrupa ve Batı'nın geri kalanında bugün bile hâkim olan Afrikalı imajının kökenini tek başına göstermeye yeterli.
Kültürel çeşitliliğin zirvesi
54 ülkenin bulunduğu kara kıtada modernitenin ve küreselleşmenin dayattığı tek tip kültürlülüğün etkisi henüz zayıf olduğu için binlerce etnik kimlik ve kültür varlığını hâlen sürdürebiliyor. Örneğin kıtada varlığını sürdüren etnik grup sayısı 3 bini aşıyor. Bunların en popülerlerini Zulu, Ashanti, Yoruba, Namdinka, Somali, Tutsi, Hutu, Fulani, Dinka ve Amharalar oluşturuyor.
Dünyada mevcut olan 3 bin dilin bini bu kıtada konuşuluyor. Bunlara diyalektler de eklendiğinde bu rakam 2 bin 100'e ulaşıyor. Sadece sayısız kültürün birleşme potası niteliğindeki Nijerya'da 514 dil konuşuluyor örneğin. Afrika'nın kültürel çeşitliliğine mahsus kayda değer bir özellik ise kıtada etnik gruplar arası iletişimde ortak tek bir dil yerine birçok dilin birden kullanılabilmesi. Bununla birlikte günlük iletişimde, medyada, çarşı-pazarda kullanılabilen bu binlerce dilden sadece bir kaçı resmî dil niteliğinde. Buna mukabil ironik olarak Afrika ülkelerinin büyük kısmında İngilizce ve Fransızca resmî dil konumunda.
"UZUN ÖMÜRLÜ İKTİDARLAR" DİYARI
Çoğunun rejiminin demokrasi olduğu söylense ya da adında demokrasi ibaresi yer alsa da iktidarda kalma süresinin monarşilerden daha uzun olduğu bir kıta Afrika. Seçimle ya da darbe ile gelip de 30-40 yıl iktidardan inmeyen devlet başkanlarının sürüsüne bereket. Kongo'da iktidardaki 18'inci yılına giren Joseph Kabila, Burundi'de 14 yıldır iktidarda olan Nkurunziza, 2000'den beri Ruanda'nın başında bulunan Paul Kagame, Ekvator Ginesi'ni 40 yıla yakın yöneten Teodoro Obiang Nguema Mbasogo, 26 yıldır Çad'ın başında bulunan İdris Deby Itno, Cibuti'de iktidarının 20'nci yılını kutlayan olan İsmail Ömer Guelleh, 35 yıldır Kongo'da hüküm süren Denis Sassou Nguesso, 33 yıldır Uganda'nın başında bulunan Yoweri Museveni, Sudan'ı 1989'dan beri aralıksız yönetirken geçtiğimiz aylarda bir darbe ile devrilen Ömer el-Beşir mesela… Ya da 20 yılın ardından ordu tarafından geçtiğimiz haftalarda istifaya zorlanan Cezayirli Abdülaziz Buteflika, 30 yıla yakın Zimbabwe'nin başında bulunduktan sonra birkaç yıl önce iktidardan ayrılan Robert Mugabe, 42 yıl hüküm süren Gabon Devlet Başkanı Ömer Bango, Angola'yı 38 yıl yönettikten sonra 2017'de emekliye ayrılan Jose Eduardo dos Santos, Yemen'de 34 yıl hüküm süren Ali Abdullah Salih… 37 yıldır Kamerun'da hüküm süren Paul Biya, Eritre'nin 1993'teki bağımsızlığından beri ülkenin başında bulunan ve ömür boyu başkanlık yapacağı söylenen Issayas Affeworki, 1969'dan öldürüldüğü 2011'e kadar Libya'nın başında kalan Muammer Kaddafi de bunlar arasında ilk akla gelenler.
Bir kısmı seçilmiş, bir kısmı ise darbe ile gelenler. Afrika'nın bir özelliği de darbe ve diktatörlüklerin bereketi! Darbelerle iktidardan düşürülen diktatörlere rağmen 54 ülkeli kıtada 20 civarında dikta ya da otoriter rejim hüküm sürüyor.