Batılıların Leo Africanus dediği Endülüslü tarihçi El Hasan İbn Muhammed el Vazzan el Fasi'ye göre (1494-1554) Afrika kelimesi Tunus'taki Berberilerin dilinde "toz" anlamına gelen "afar" veya "ifri" sözcüğünden gelmedir.
Afrika kelimesinin "rahim", "doğum yeri" veya "ruhun evi" anlamına gelen Mısır hiyerogliflerindeki "af-rui-ka" kelimesinden geldiği de söyleniyor. Latincede ise "aprica" sözcüğü "güneşli" demek. Kartaca ve Etyopya yazıtlarında da "insanlığın anası" yahut "cennet bahçesi" anlamında kullanılmış Afrika.
Ne yazık ki bugün bu cennet bahçesi adeta bir cehennemden farksız durumda... Batı'nın izlediği sistematik sömürüyle koca kıta sefalet, yokluk, salgın hastalık, şiddet, iş savaş, terör ve geri bırakılmışlığın "tema parkı" hâline getirildi
Her bakımdan yeryüzünün en talihsiz kıtası olan Afrika, büyük güçlerin rekabetinde, geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi 21'nci yüzyılın jeo-politikasında da yine en önemli cephelerden biri konumunda. Fransa, İngiltere, ABD ve Rusya gibi aktörlere son olarak Çin de katıldı.
Klasik sömürge yöntemlerinden sonra Avrupa ve ABD'nin 1990'larda Afrika'yı kültürel, ekonomik ve siyasi anlamda tamamen çökertmeyi planlayan ve sosyal mühendislikteki son aşama olarak gösterilen 'ideolojik kolonizasyon' hamlesi devreye sokuldu.
Bu kapsamda Afrika ülkelerine göstermelik yardımları bile "eşcinsel evlilikleri yasallaştırma" şartına bağlayan bir Batı dünyası belirdi karşımızda. Örneğin Barack Obama yönetimi ABD'nin Nijerya'ya yapacağı insani yardımlar için aynı cinsten kişilerin evliliklerini yasaklayan hükmü kaldırmayı şart koştu. Sanki "ölümün tema parkı" hâline getirilen Afrika'nın başka sorunu kalmamış gibi.
Afrika'ya destek adı altında kondom ve doğum kontrol haplarına milyar dolarlar ayıran ABD liderliğindeki Batılı ülkeler; su, ilaç ve diğer temel gıda yardımlarında ise hep üç maymunu oynadılar, en ufak insani katkılar için bile bin dereden su getirip akıl almaz kültürel şartlar ileri sürdüler.
Jeo-kültürel asimilasyon
Amerikan yönetimi ve onun taşeronu konumundaki Avrupa ülkelerinin Afrika söz konusu olunca izledikleri bu yeni politikayı "fazla saplantılı" diye nitelemek yanıltıcı olur. ABD'nin öncelikli hedefleri ideolojik kolonizasyon yoluyla Afrika'daki klasik sömürüyü perdelemenin yanında Çin, Rusya ve Türkiye gibi alternatif aktörlerin kıtaya yönelik jeo-politik, ekonomik ve kültürel hamlelerini daha başlamadan boşa çıkarmaya dayanıyor.
ABD ve Avrupa'nın jeo-kültürel asimilasyona dayanan yeni sömürge stratejisi özellikle Afrika'daki Müslümanlığın bugünü kadar yarınını da yakından ilgilendiriyor. Atlantik dünyasının iki temel korkusu, Afrika'nın Türkiye liderliğinde yeniden ikinci bir İslam yurduna dönüşmesi ile Çin öncülüğündeki yükselen Asya güçlerinin denetimine girmesidir.
Unutmayalım ki 1 milyar 216 milyon nüfuslu Afrika'da bugün 700 milyondan fazla Müslüman yaşıyor. Avrupalı güçlerin Endülüs Devleti'ni (711-1492) yıktıktan bu yana Afrika'da izlediği Hıristiyanlaştırma projesine rağmen bu rakam büyük bir başarıdır. Özellikle günümüzde Müslüman nüfuslu ülkelerde ortaya çıkan belli başlı terör örgütlerinin çoğunun Batılı devletlerin kontrolüyle hareket etmeleri ve Müslüman halkların en masum siyasi, ekonomik ve kültürel hak taleplerini terörize etmeleri, Batılı sömürgecilerin en temel politikasıdır.
1990'larda AIDS ve diğer salgın hastalıklarla felç edilen Afrika ülkeleri 2000'lerde terör siyasetiyle sömürgecilerin müdahalelerine açık bir yara hâline getirildi. Bugün İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) 57 üye ülkesinden 27'si Afrika'dadır. BM'de de en güçlü grubu yine 54 Afrika ülkesi oluşturuyor. Ancak bu devasa maddi, siyasi, coğrafi ve ekonomik kaynaklarına rağmen sömürgeci aktörler dinlerini değiştirip ülkelerini yağmaladıkları Afrikalıların başta dilleri olmak üzere bütün tarihi ve sosyo-kültürel geçmişlerini de silmeye çalışıyor.
Osmanlı'dan miras kalan strateji
Avrupalıların İspanya'daki Endülüs devletini yıkıp Afrika'daki Müslümanlara yöneldiği sırada harekete geçen Osmanlı İmparatorluğu, ilk önlem olarak 1517 yılında Mısır'ı alarak Büyük Mağrip bölgesi başta olmak üzere Hint Okyanusu, Kızıldeniz ve Akdeniz'de Avrupalılarla güç mücadelesine girişti. Osmanlı devleti, Afrika ülkelerini 1900'lerin başına kadar Avrupalıların saldırılarından korudu.
Osmanlı İmparatorluğu ile Afrika ülkeleri arasında 400 yıl süren tarihî ilişkiler bu gün Türkiye'ye büyük stratejik avantajlar sunuyor. Ne var ki Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra Afrika ülkeleriyle ilişkilerimiz alt seviyede kaldı. Bu olumsuz durum 1998-2012 yıllarında değişmeye başladı. 2005 Afrika yılı ve 2008'deki Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi'yle ilişkilerde yeniden yapılanma dönemi start aldı. 2010'da kabul edilen Afrika Strateji Belgesi ile Afrika açılımı tamamlandı ve Türkiye-Afrika Ortaklığı'nda son aşamaya geçildi.
Mayıs 2009'da Afrika'da toplam 12 büyükelçiliğimiz varken bugün bu sayı 42'ye çıktı. 2008'de sadece 10 olan Afrika ülkesinin Ankara'daki büyükelçilik sayısı 33'e ulaştı. Afrika ile ticaret hacmi de dört kat artarak 24 milyar dolara dayandı. İşte bu yüzden ABD ve Avrupa ülkeleri, kıtaya 1990'larda ayak basan Çin ile 2000'lerde Afrika açılımıyla yeniden kıtaya dönen Türkiye'yi hedef alıyor.
Çin'in yeni başlayan Afrika hikâyesi
Modern sömürgeciler kendilerini artık 'ticari ortak' diye pazarlıyor. Şu an dışarıdan yapılan yatırımlarla kıtanın kaynakları büyük oranda Çin, Avrupa ve ABD'ye taşınıyor. Afrika hikâyesi çok yeni olan Çin'in stratejisi formel bakımdan ayrı görünmekle birlikte mahiyet açısından eski sömürgeci aktörlerden pek bir farklılık içermiyor. Büyümesi hızla devam eden Çin hem ihtiyaç duyduğu doğal kaynaklar hem de altyapı yatırımlarında ucuz işgücü bakımından Afrika'ya yöneliyor.
AidData Project verilerine göre Çin şu an Afrika'da 3 binden fazla projeyi finanse eden aktör konumunda. 2015'teki altıncı Afrika-Çin İşbirliği Forumu'nda (FOCAC), Çin Devlet Başkanı Şi Jinping kıtaya yapılacak yatırmaların yıllık 20 milyar doları bulacağını açıklamıştı. Şu an kıtanın en büyük kreditörü Çin. 49 ülkeden oluşan Sahra Altı Afrika'nın toplam borcunun yüzde 14'ü Çin'e ait. Örneğin Pekin'in Kenya'ya verdiği kredi miktarı Fransa'nınkinden altı kat daha fazla.
Son yirmi yılda Çin-Afrika arasındaki ticaret 40 kat arttı. Çin'in toplam yatırımları 500 milyar doları geçti. McKinsey'in 2017 raporuna göre Afrika'da 10 binden fazla Çinli firma var. Çin'in yatırımları istihdam yaratıyor. Tek çocuk politikasından dolayı Çinli işçi bulmakta zorlanan Pekin yönetimi, daha az maliyetli Afrikalı işçilere yatırım yapıyor. Çin ayrıca teknoloji transferinde de Avrupa ve ABD'den farklı bir yol izliyor.
İnşa yerine kaos ve yıkıcılık
Afrika'daki temel politikasını Pekin'i durdurma üzerine kuran Amerikan yönetimi, Çin'in kredi merkezli ekonomik modelini borç tuzağı diye niteliyor. Çin ve Avrupa'yı düşünerek hareket eden ABD, 2000'lerden sonra Afrika'ya yeniden eğilmeye başladı. Kıta ülkeleri ile Afrika'nın büyümesi ve Fırsat Anlaşması (AGOGA) adı altında yeni bir kolonyal anlaşma yapan ABD, 40 kadar ülkenin 6 bin 400 ürününü gümrük vergilerinden muaf tuttu.
2008 yılında Afrika-ABD ticaret hacmi 100 milyar dolarken bu rakam 2017'de 39 milyar dolara gerilemiş durumda. ABD'de kaya gazı devriminden sonra Afrika ile ticaret dramatik şekilde düştü. 13 Aralık 2018'de ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton "Yeni Afrika Stratejisi"ni ilan etti. Çin'i yırtıcı ve vahşi diye niteleyen Bolton, temel hedeflerinin kıtaya yatırım değil Çin'in durdurulması ve yatırımlarının engellenmesi olacağını vurguladı. Yani inşa değil kaotik ve yıkıcı bir strateji izleyeceklerinin altını çizdi.
ABD'nin stratejisi daha çok Müslüman Afrika'yı dönüştürme ve Cibuti'den Senegal'e uzanan Demokratik Kongo, Zimbabve, Nijerya, Batı Sahra, Çad, Burkina Faso, Mali, Moritanya ve Somali'yi kapsayan Sahel denilen bölgeyi kontrolden oluşuyor.Bir de Sahel'in kuzeyindeki Mısır, Sudan, Güney Sudan, Libya, Tunus ve Cezayir'i Çin'e karşı örgütlemeyi hedefliyor ABD.
54 Afrika ülkesinden AB'ye rest
Avrupa-Afrika ilişkilerine gelince… Tarihi avantaja sahip olan Avrupa ülkeleri özellikle de Fransa, İngiltere, Portekiz ve Belçika eski kolonyal yöntemlerini devam ettiriyor. Afrikalı liderler Avrupa karşısında eskisi gibi çaresiz değil. 2007 yılındaki Afrika-AB stratejik zirvesinde 54 Afrika ülkesi ilişkilerde yeni bir ayarlama için Avrupa'dan reset istedi ama bu talep kabul edilmedi.
Avrupa ülkeleri, Serbest Ticaret Anlaşmaları (EPA) ile eski sömürü düzenini sürdürüyor. Karşı çıkan ülkeleri ise darbe, terör ve iç savaş ile yola getiriyorlar. Nijerya, Somali, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti, Libya, Mısır ve Çad gibi ülkeler, EPA'nın millî endüstri ve ekonomi stratejilerini yok ettiğini söyleyip bu zincirden kurtulmaya çalışıyor.
ABD ve Çin'den sonra Afrika, AB'nin üçüncü ticaret partneri. Son beş yılda Avrupa Birliği'nin (AB) Sahra Altı Afrika ülkelerine ihracatı 119 milyar dolar kadar. Almanya yıllık 8,5 milyar avro Fransa ise 5,6 milyar avro ihracat yapıyor kıtaya. Afrika ile en kapsamlı askeri yapılanmaya sahip ülke olan Fransa ekonomik düzeyde zemin kaybediyor.
Fransa'nın ithalatının yüzde 80'i Afrika'dan geliyor. Maden ve ürünlerin çoğu kara kıtadan alınıyor. "La Françafrique" denilen Fransa sömürge sistemi artık zorda. Burada en büyük avantaj Fransızca dilinin kullanılması. Ne var ki Ruanda soykırımı, Libya ve Fildişi Sahilleri benzeri fiyaskolar nedeniyle Fransa'nın etkisi kıtada giderek azalıyor.
21'inci yüzyılın jeo-politik anahtarı
Afrika, büyük güçlerin 21'inci yüzyıldaki jeo-politik mücadelesinde ve küreselleşmenin seyri konusunda hayati bir rol oynayacak zira dünyadaki hidrokarbon ve mineral rezervlerinin yüzde 30'u bu kıtada… Bunun çoğunluğunu da nadir mineraller oluşturuyor. Akıllı telefonlar, yapay zekâ ve insansız araçların üretiminde vazgeçilmez önemdeki bu minerallere sahip olan ülkeler, rakiplerine fark atacak ve savunma sanayinde üstünlük sağlayacaktır.
Afrika'nın demografik gücü de artıyor. BM tahminlerine göre Nijerya 2050'de Çin ve Hindistan'dan sonra dünyanın üçüncü kalabalık ülkesi olacak. 2100'de ise Afrika'nın nüfusu Çin'i de geçecek. Dünyanın doğurganlığı en yüksek 21 ülkesinden 19'u Afrika'da yer alıyor. Bu nedenle Çin, kalifiye işçi alımında Hindistan ve Afrika'ya yönelik uzun vadeli projeler geliştiriyor.
Ne var ki enerji yatırımlarında Çin de tıpkı ABD ve Avrupa ülkeleri gibi fosil yakıtlara yatırım yapıyor. Kendi ülkelerinde yenilenebilir yeşil enerjiye yönelen sömürgecilerin Afrika'daki bu yatırımları hem kısa vadeli hem de çevreye oldukça zararlı. Ayrıca bu yatırımlar uzun vadede Afrika'nın kalkınmasına öldürücü darbeler indirecek.
ABD ve Avrupa ise Afrika'ya hala ideolojik gözlüklerle ve eski sömürü yöntemleriyle bakmanın bedelini ağır ödeyecek. Son 20 yılda Batı'nın gözden düşmesiyle birlikte Afrika'da Türkiye ile Çin'in önü açılıyor. Çin ile Afrika arasındaki ekonomik ticaret hacmi yarım trilyon doları aşarken ABD ve Afrika arasındaki ticaret hacmi ise yerlerde sürünüyor.
Gana ve Eritre gibi ülkeler son yıllarda tamamen Çin ile ticari ve stratejik ilişki içindeler. Nil deltasındaki ülkelerle Zambiya ve Ruanda da aynı şekilde Çin'e yaklaşıyor. 2017'de ilk deniz aşırı üssünü Cibuti'de açan Çin, Afrika Boynuzu'ndaki bu üs ile oyunu değiştiren bir hamle yaptı. Cibuti üssü, Çin'in savaş uçağını demirleyeceği bir liman hizmeti de görecek aynı zamanda.
Rusya'nın Afrika'sı
Rusya'nın Afrika politikasını kısaca "silah ve enerji karşılığında BMGK'da ABD ve AB'nin hedef seçtiği Afrikalı liderleri veya ülkeleri veto kartını devreye sokarak savunmak" şeklinde özetleyebiliriz. Geldiğimiz aşamada büyük güçlerin 19'uncu yüzyıldaki rekabetine benzer bir mücadeleye sahne oluyor Afrika yine. Fransa ve İngiltere yerine bu kez ABD, Çin ve Rusya var karşımızda.
Avrupa ve ABD'nin ideolojik kolonizasyonu ters teptiği için Pekin daha avantajlı görünüyor. Türkiye ise yeni paradigmasıyla farklı bir kulvarda yer alıyor. Tarihi ve kültürel bağları da baz alınca Türkiye, her açıdan kıta için en cazip aktör konumunda görünüyor. Unutmayalım ki bugünkü Afrika, ABD ve Avrupa'nın eseridir. Batı'nın bu saatten sonra bu talihsiz kıtaya sunacağı yeni bir şey yok.
Rusya, Çin ve Türkiye yeni blok olarak Afrika'da farklı bir anlayışı temsil ediyor. Özellikle lokomotifini Türkiye ve Çin'in oluşturduğu Asya güçlerinin Afrika ile bütünleşme stratejisi Batı'nın sömürgeci saltanatını eninde sonunda yok edecektir.
İşte ancak o zaman yaralarını sağaltan Afrika eskiden olduğu gibi yeniden bir cennet bahçesine dönüşme imkânına kavuşabilir.