Öyle demeyin! Oruç var, oruç var!
Bu yıl da ramazan geldi. Bizleri ona kavuşturan Allah'a hamdolsun. Ramazanla birlikte televizyonlarda ve gazetelerde uzmanlar arz-ı endam edecekler, o çok değerli görüşlerini bizlerle paylaşacaklar; dinleyeceğiz, okuyacağız, öğreneceğiz.
Bir kısım uzmanlar bizi tok tutacak yiyeceklerden bahsedecekler. Hangi meşrubatı içersek susamayacağımızı onlardan öğreneceğiz. İçimizden bir kısmımız uzmanların bu tavsiyelerine uymaya çalışacak, gün boyunca kendilerini tok tutacak yiyecekleri sahur sofralarına koymakla meşgul olacaklar. Oruçluyken acıkmamak ve susuzluk çekmemek için ne yenmesi ve içilmesi gerekiyorsa onları hazırlayacaklar. Böylece açlık ve susuzluk hissetmeden ramazanlarını geçirecekler.
Allah tuttukları oruçları kabul etsin.
İçimizden bir kısmımız ise bu ayı kilo vermek için mükemmel bir fırsat olarak görecek. Uzun zamandan beri niyet ettikleri hâlde başlayamadıkları diyetlerini hatırlayacaklar, ramazanı değerlendirecekler. Eh, senede bir defa gelen bu fırsat kaçırılır mı? Kaçırılmaz tabii. Bu arkadaşlarımız buzdolaplarını kendilerine kilo verdirecek yiyeceklerle dolduracaklar, iftarlarını ve sahurlarını diyetlerine göre hazırlayacaklar. Her sabah kalktıklarında teraziye çıkıp o gün kaç kilo verdiklerini öğrenmeye çalışacaklar. Ramazanın sonuna doğru en az beş kilo verdiklerini görünce mutluluktan uçacaklar ve ramazanın kendilerine çok ama çok iyi geldiğini düşünecekler.
Allah bu arkadaşlarımızın tuttukları oruçları da kabul etsin.
Bir kısmımız ramazanı dinî bakımdan önemli mekânları ziyaret için bir fırsat olarak görecekler. Gidebilenler umreye, gidemeyenler başta Eyüp Sultan olmak üzere ne kadar türbe ve selatin cami varsa ziyarete gidecekler. Allah bu arkadaşlarımızın tuttukları oruçları da kabul etsin.
Bir grup insan daha var aramızda yaşayan; onlar ne aç kalma korkusu ve kilo verme endişesi taşıyacaklar ne de ziyaret zamanı olarak görecekler ramazanı. Onlara göre ramazanda aç kalınmalı, kuvvetten düşmeli, halsiz olunmalıdır. Susuzluk çekilmeli, susuzluğu âb-ı kevserle gidermek ümit edilmelidir. Susanılan şeyin su olmaktan öte bir şey olmasıdır. Demek oluyor ki herkesin bir başka ramazanı var, bir başka oruç tutma şekli var.
Orucun dört mertebesi
Eskiler dört türlü oruç olduğunu söylerler.
İlki şeriat orucudur. Kişiyi kısmen aç bırakarak, nefsimizin arzularını dizginletir. "Ramazanda şeytan bağlanır" sözüyle insanın oruç tutarak kendi nefis şeytanını bağlaması kastedilir. Çünkü gıda, insanın nefsani güçlerini arttırıcı bir etkiye sahiptir. Oruçla, alınan enerji miktarının azaltılması ve ferdin hayvani yahut nefsani isteklerinin frenlenmesi "şeytanın bağlanması" demektir. Allah'ın insandan beklediği de, onun insan gibi davranmasıdır. Şer'i orucun amacı nefsi dizginlemektir. Bu hâliyle oruç; kendini tutmak demektir.
Devamlı kendimizi tok tutmaya çalışırsak bunu nasıl becerebiliriz?
İkincisi tarikat orucudur. Burada orucun gayesi insanın kötü huy orucudur. Bu çeşit oruç iftarla birlikte bozulmaz. Kişi oruçlu olduğu sürece kötü huylarından vazgeçecek, "Allah'ın ve Resul'ünün huylarıyla huylanacak"tır. Bu nedenle şeriat orucunun aksine bir ay değil, bir yıl süren bir oruçtur.
Üçüncüsü ise hakikat orucudur. Burada gaye masivadan yani Allah'la kul arasına giren her şeyden kurtulmaktır. Bu dünyada bize sevimli gelen her şeyden sakınmak, yani oruç tutmak, bunların hepsini sahibine vermek ve benlikten uzaklaşmak demektir. Bunun için de konsantre olabilmek şart. Çünkü konsantre olamayan, benlikten uzaklaşamaz. Benlikten uzaklaşamayan da bu orucu tutamaz. Hakikat orucu benlikten sıyrılmak ve Allah'ta yaşamak demektir ki, ancak bu yapılabildiğinde insan bayram yapmaya hak kazanır.
Dördüncüsü ve sonuncusu ise marifet orucudur. Her şeyi yerli yerinde yapmak, avamla avam, havasla havas, ahass-ül havasla ahass-ül havas olmak; yani evvelce anlatılan üç orucu birden tutmak demektir. Bu sebeple diğer oruçlardan daha zordur. Ehl-i marifet Hakk'ı ve halkı tanıdığı için kimsenin gönlünü kırmamayı, kimseyle kavga etmemeyi şiar edinir.
Şer'an, kara ve ak iplik ayırt edilebilir hâle geldiğinde oruca başlanır ve güneş batıncaya kadar bir şey yenip içilmez. O hâlde gerçek anlamıyla oruç güneşin doğuşundan batışına, yani doğumdan ölüme kadar kötü ahlaktan ve o ahlâk ile yapılacak kötülüklerden sakınmak ve o kötü ahlaka bir daha düşmemek olarak algılanmalıdır. Ramazan ayı orucu da bize her sene bunu hatırlatır ve hatırlatmalıdır.