Yunus Arslan: Ayaklı hafızalar

Ayaklı hafızalar
Giriş Tarihi: 9.08.2018 10:37 Son Güncelleme: 11.08.2018 11:39
Hafızaları kütüphanelerden daha zengin olan nice isim var kültür tarihimizde. Öğrendikleri her bilgiyi aynı zamanda hafızalarına da nakşeden bu kişiler, kitaba bakarak cevap vermeyi, koluna kabak bağlayarak yüzmeye benzetirlermiş. Aslında yaptıkları bu benzetme, okuduklarını hangi sebeple hıfzettiklerini de açıklıyor bizlere. Hafıza dosyasını hazırlarken unutulmak üzere olan bu simalardan bazılarını hatırlatmak istedik.

İbn Sina: Kitaplarını hafızasında taşıyan adam

Sahip olduğu üstün zekâsı sayesinde çok küçük yaşlarda dikkatleri üzerine çekmeyi başaran İbn Sina, hem İslam hem de Batı dünyasında "filozofların prensi" olarak biliniyor. Matematik, felsefe ve fıkıh gibi temel alanlarda çok iyi bir eğitim alan düşünürümüzü, felsefe ve tıp alanlarında yaptığı çalışmalarla tanıyoruz daha çok.

Bilinen bu özelliklerinin dışında insanı dehşete düşüren bir hafızaya sahip olması da, İbn Sina'yı farklı kılan meziyetlerinden. Ömrünün bir döneminde Samani hükümdarı Nuh bin Mansur'u tedavi etmesi için saraya davet edilen İbn Sina'nın bu saray tecrübesi esnasında yaşadığı bir olay, onun ne denli kudretli bir hafızaya sahip olduğunu gösteriyor bizlere. Hükümdarı tedavi etmekte gösterdiği başarı sonrasında sarayın kütüphanesinde sınırsız çalışma imkânı bulan İbn Sina, bu süre boyunca tutkunu olduğu tıp alanına dair bilmediği pek çok dokümanla karşılaşıyor. Okuduğu yeni kitapları yanında götürmesi mümkün olmadığından satır satır ezberine alıyor hepsini.

İbn Sina'nın hafızasının kuvvetine dair kaynaklarda geçen başka bir olay da şu şekilde çıkıyor karşımıza: Anlatılanlara göre kaçak olarak yaşadığı sırada, bir gün Isfahan'a yolu düşmüş İbn Sina'nın. Bunun haberini alan yörenin âlimleri de İbn Sina'ya, Kanun isimli eserini görmek istediklerini belirtmişler. Kaçak halde seyahat ettiğinden kitaplarını yanında taşıyamayan İbn Sina; "Kitap yanımda yok ama isterseniz ezbere yazdırabilirim" dedikten sonra kâtiplere metnin tamamını yazdırmış. Mecliste bulunan herkes, böylesine uzun metni nasıl yazdırabildi diye şaşırmış haliyle. Bahsi geçen kitabın daha sonraları, Horasan'dan istenen nüshası ile İbn Sina'nın ezberden yazdırdığı hali karşılaştırılınca şaşkınlıkları daha da artmış meclistekilerin zira iki metin arasında satır farkı dahi olmadığını görmüşler.

İmam Gazali: Derin bir deniz

Hakikat yolundaki çalışmaları ve keskin zekâsıyla meşhur olan İmam Gazali, "Hüccetü'l-İslâm" yani ilmi ve ameliyle İslam dininin hak din olduğunu gösteren kimse manasına gelen unvanıyla tarihe geçmiş bir ilim adamı. Filozoflar, kelamcılar, sufiler ve Batıniler üzerine yaptığı tafsilatlı çalışmalarıyla tanıyoruz onu. Fikirleri ve eserleriyle Selçuklu Devleti'nin büyük veziri Nizamülmülk'ün de dikkatini çekmeye başaran Gazali'nin, Bağdat Nizamiye Medresesi Başmüderrisliği görevi esnasında yaptıklarıyla da ününe ün kattığını biliyoruz.

Gazali'nin ilmi anlamda zirve bir isim olmasının yanında bir başka özelliği de çok kuvvetli bir hafızaya sahip olması ve çalışmaları esnasında tuttuğu hemen her notu hafızasına nakşedebilmesi. Onun böyle bir prensip geliştirmesinin nedeni ise başından geçen bir olayla yakından ilişkili. İslam dünyasında hemen her talebenin ilim için yollara düştüğü ve çıkılan bu yolculuğa da "rıhle" ismi verildiği biliniyor. Gazali de gençlik yıllarında böyle bir ilim yolculuğuna çıkmaya ve günümüzde İran sınırları içinde bulunan Cürcan şehrine gitmeye karar vermiş. Cürcan dönüşü ise eşkıyalarca yolu kesilerek tüm eşyaları gasp edilmiş. Gazali, beş yıl boyunca tuttuğu notların elinden gitmesi halinde tüm emeğinin buhar olacağını düşünerek dehşet içinde eşkıya reisine koşmuş ve: "Ne olur onları almayın. Ben onları senelerimi vererek elde ettim. Onlar sayesinde ilim sahibi oldum. Zaten sizin işinize de yaramaz" demiş. Eşkıya reisi ise gülerek şu cevabı vermiş genç Gazali'ye: "Sen nasıl ilim sahibisin ki, elinden defterlerin alındığı zaman sende ilim namına bir şey kalmıyor." Eşkıyanın sözlerinden çok etkilenen Gazali, yaşadığı bu olayda bir ibret olduğunu düşünerek o günden sonra öğrendiği her yeni şeyi hafızasına da yerleştirmeye karar vermiş.

İbnülemin Mahmut Kemal İnal: Hafızası kütüphanesinden daha zengin

Osmanlı'nın son dönemlerinin en büyük hafızalarından biri olan İbnülemin Mahmut Kemal İnal, 1870 yılında İstanbul'da doğar. Şehzade Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra mülkiye ve hukuk mekteplerine başlasa da hastalığı sebebiyle okula devam edemez. Fatih Medresesi hocalarından, Mehmet Akif'in babası Temiz Tahir Efendi'den aldığı özel dersler ve kendi çabalarıyla nevi şahsına münhasır bir karakter inşa eder İbnülemin Mahmut Kemal.

"Kafasının içi, kütüphanesinden daha zengin olan adam" olarak da bilinen İbnülemin, gördüğü, okuduğu, dinlediği hiçbir şeyi unutmamasıyla ün yapar. İlk karşılaştığındaki berraklıkla hatırlayabildiği anılarını Son Sadrazamlar, Son Asır Türk Şairleri, Son Hattatlar, Son Bestekârlar isimli eserlerinde kendine has üslubuyla anlatır.

İbnülemin Mahmut Kemal'in evi, Mükrimin Halil Yinanç, Kazım İsmail Gürkan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Süheyl Ünver gibi önemli isimlerin yanı sıra şairler, sanatçılar, yazarlar ve musikişinasların uğrak mekânlarından olur. Genellikle kendisinin konuştuğu uzun soluklu ve tarihin derinliklerine inen sohbetlerin-den dolayı İbnülemin'in evi, "İbnülemin Akademisi" olarak da anılır.

İbnülemin Mahmut Kemal İnal, 1957 yılında vefat ettiği zaman Cumhuriyet döneminde tekbirlerle uğurlanan ilk kelam erbabı olarak tarihe geçmiştir.

İsmail Saib Sencer: Ayaklı kütüphane

Ayaklı kütüphaneler denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri de İsmail Saib Sencer. 43 yıl boyunca Beyazıt Kütüphanesi Müdürlüğü'nü yapan Sencer'i Abdülbaki Gölpınarlı şöyle tanımlıyor: "Gazali kadar mütekellim, Fahreddin-i Razi kadar müfessir, İbn Sina kadar hekim, Şeyh-i Ekber kadar âlim, Mevlana kadar âşık, Hacı Bayram kadar vâkıf, Kınalızade kadar zi-fünun bir şahsiyetti."

İsmail Saib Sencer'in gerek Doğu gerekse de Batı dünyasının ilmi birikimine derinden vakıf olduğu söyleniyor. Sencer'in bu özelliğini bilen ve onunla çağdaş olan bazı araştırmacılar, yeni bir çalışma yapmaya karar verdiklerinde çaldıkları ilk kapı, İsmail Saib Sencer olurmuş haliyle. Ve Sencer, araştırılmak istenen konuyla ilgili kaynakların hangi kütüphanede, hangi rafta ve hatta hangi kitabın hangi sayfasında olduğunu söylermiş. "Canlı bir bibliyografya" olarak anılan İsmail Saib Sencer, kitap isimleri ve yazarlarının geniş bilgisinin yanı sıra eserlerin yazım yıllarını da ezbere biliyormuş. Bir kitabın sayfası yahut sayfaları tahrip olduğunda önce ona müracaat edilir, o da eksik yerleri hafızasından yazdırırmış. Eserin orijinal hali bulunduktan sonra yapılan karşılaştırmalarda, yaptığı düzeltmelerin eksiksiz olduğunun görülürmüş.

Mükrimin Halil Yinanç: Hafızasıyla kitap çoğaltan adam

Türk ve İslam tarihi denince akla gelen ilk isimlerden biridir Ord. Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç. Güzel konuşması, geniş bilgisi ve kuvvetli hafızası ile ünlü olan Yinanç henüz sekiz yaşındayken Kuran-ı Kerim'i hıfzetmiş ve erken yaşlarda Arapça, Farsça ve Fransızcayı öğrenmiş.

Mükrimin Halil Bey, tarih sohbetlerinde en küçük ayrıntıları bile aktararak dinleyenlerini şaşırtır, olayları gözlerinde canlandırabilmelerini sağlarmış. İstanbul Üniversitesi'ni bitirdikten sonra, Kabataş ve Galatasaray Lisesi'nde ders vermeye başladığında öğrencilerinden de böyle bir hafıza gücü beklediği anlatılıyor. Bir seferinde öğrencilerinden Adnan Giz Bey'e; "Abbasiler zamanındaki Horasan valilerini say" demiş, doğru cevaplar alınca da başka hiçbir şey sormadan tam not vermiş.

Onun hafızasının gücünü belki de en iyi şu olay anlatıyor: Mükrimin Halil Yinanç Paris'te bulunduğu sırada Fransız Milli Kütüphanesi'nde Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü şair ve tarihçisi Enveri'nin kaleme aldığı, 3 bin 730 beyitten oluşan Düsturnâme-i Enveri isimli bir kitapla karşılaşmış. Bu el yazması nadide eser öyle kıymetliymiş ki fotokopi çekmek veya dışarı çıkartmak yasakmış. Bunun üzerine Yinanç, her gün kütüphaneye giderek kitabın bir kısmını ezberlemeye ve oteline döndüğünde ise hafızasındakileri kâğıda geçirmeye başlamış. Bu şekilde kitabı bitirmiş ve Türkiye'ye dönünce de yayımlamış. Daha sonra aynı eserin bir nüshası da İzmir'de bulunmuş. İki eser karşılaştırıldığında ise virgüllerin dahi yerli yerinde olduğu görülmüş.

BİZE ULAŞIN