Babaanne sen annem misin?
Telefondaki kadın, torunu için randevu almak istediğini söyledi. Ona yardımcı olmaya çalışacağımı fakat yapacağımız görüşmede anne babanın olması gerektiğini söyleyip onların bu aramadan bilgilerinin olup olmadığını sordum. Bilgilerinin olduğunu, görüşmeye de geleceklerini belirtti. Randevu zamanında anne-baba-çocuk ve babaanne, görüşme için hazır bekliyorlardı. Yapılan görüşmeler, anne/baba-çocuk-terapist üçgeni arasında geçer. Aile dışında herhangi biri, özellikle ilk görüşmeye dâhil olmak istediyse anne-babaya bu görüşmede; ailenin bazı mahrem alanlarının da konuşulabileceği bu nedenle bu kişinin sürecin içinde bulunmasına onaylarının olup olmadığı sorulur. Ben de böyle yapınca anne ve baba çekingen bir tavırla; "Doğduğundan beri A. ile o ilgilendiği için gelebilir aslında ama" dedilerse de babaanne; "Neyse siz gidin ben beklerim" diyerek kendini çekti. Görüşmemizi anne-baba ve çocukla birlikte yaptık ve bundan sonraki süreçte de görüşmelerimizin bu üçgen arasında olacağı konusunda anlaştık.
Bu tablo, benim giderek daha da aşina olmaya başladığım durumlardan biri aslında. Hatta bazen o aile büyüğü hem odanın hem de yapılacak görüşmenin içine girmek isteyebiliyor. Değişen ekonomik koşullar, bazı özel ihtiyaçlar nedeniyle annelerin iş hayatına başlamasındaki artış, daha uzun çalışma saatleri, uygun bir kreş yahut bakıcı bulunamaması gibi sebepler, aile büyüklerinin çocukların bakımında giderek daha aktif bir rol üstlenmesini sağlıyor
Hem çocuklar hem de anne baba için anneanne-babaanne gibi bir aile büyüğünün devreye girmesi, aileyi çok daha güvende hissettiriyor. Üstelik bu, sadece anne-baba-çocuk için değil aynı zamanda anneanne-babaanne-dede için de besleyici bir süreç halini alıyor. Onlar kendi çocuklarını büyütürken yapamadıkları yahut yanlış yaptıklarını hissettikleri şeyleri torunları üzerinden telafi edeceklerine inanıyorlar. Mesela, çok değil bundan sadece 30 sene önce, kendi babasının yanında çocuğunu sevemeyen bir baba, dede olduğunda torununu sırtından indirmiyor. Çocuğuna olur olmadık her şey için kızan, çocuğunu azarlayan, onun sırtından terliği eksik etmeyen bir kadın, anneanne olduğunda torunu "leb" dese koca leblebi kâsesini önüne serecek kadar hazırda bekliyor. Bu durum çocuk için de büyük bir konfor alanı oluşturuyor elbette.
Bir aile büyüğüyle beraber olmak, çocuk için kültürel mirasını öğrenmesi adına da çok değerli oluyor. Dedesiyle beraber geçmiş aile öykülerini dinlemek, anne babasının çocukluğunu öğrenmek, anneannesinin örgü örmesini izlemek yahut namazına eşlik etmek, çocuğun kökleriyle buluşması, kısaca kendi hikâyesiyle tanışması anlamına geliyor. Fransız psikanalist ve psikiyatrist Alain de Mijolla'nın bir yazısında; bir beşiğin etrafında anne ve baba, iki büyükanne, iki büyükbaba, dört büyükbaba ve dört büyükanne, toplam 14 kişi saydığını okuduğumu hatırlıyorum. Yani çocuğun etrafındaki kişilerin sahip oldukları kültürel parçalar değişse de, değişmeyen tek şey bu mirasın bir şekilde taşınıyor olması diyebiliriz fakat bu durumun içinde artılar olduğu kadar eksileri de barındırdığını gözden kaçırmamakta fayda var. Bunların başında da daha önce aktardığım olaydaki gibi aile sınırlarının birbirine karışması geliyor. Yani babaannenin sadece oğlunun annesi olarak kalmak yerine, kendini torununun da annesi olarak görüp sürece dâhil olmaya çalışması gibi…
Anne kim, anneanne kim?
Anne baba olmak, kişiyi kendi çocukluk süreçlerine geri götürür. Kişi, bir çocuk sahibi olduğunda özellikle ilk çocukta, bu yeni duruma adapte olana kadar sanki küçük bir çocukmuş gibi kendi annesinin/babasının desteğine ihtiyaç duyar. Bebeğini nasıl tutacağından, altını nasıl değiştireceğine kadar hemen her konuda büyüklerine danışmak ister. O kocaman adam yahut kadın, elinde bebeğiyle annesinin karşısında küçük bir çocuk gibi kalıverir. Zamanla dengeler değişir, anne ve baba kendi sorumluluğunu üstlenir ve kendi çocuğu için de yetkin bir ebeveyn halini alır ama bazen bu durumun değişmesi o kadar da kolay olmaz. Kendi anne babasının karşısında bir yetişkin olarak durmakta zorlanan kişi, kendi çocuğu için de yeterince güçlü bir ebeveyn olamaz. Başlangıçta ihtiyaç duyulan danışma süreci, yerini tamamen teslim olmaya bırakır. Bazen ebeveynler, kendi anne babalarını incitmekten korkarlar, bazen; "Seni yetiştiren benim zaten, senden çocuk büyütmeyi öğrenecek halim yok" tepkisiyle karşılaşmak zor gelir bazen de çocuğunun sorumluluğunu üstlenmek yerine onun adına kendi annesinin bu işe gönüllü olması ve ne gerekiyorsa yapması, oldukça rahatlatıcı olur. Sonuç olarak kim yetişkin, kim çocuk, kim anne, kim babaanne kim dede hepsi birbirine girer ve bu durumdan yine en çok zarar gören çocuk olur çünkü çocuk, ilişki içindeki sınırları görmek ister.
Dolayısıyla anne-baba-anneanne-babaanne-dede ve çocuk ilişkisinde bir orta yol bulmak oldukça önemlidir. Peki, bunun için nelere dikkat etmek gerekir?
• Çocuğun gerçek ebeveynleri, kendi anne babası olmalıdır. Dolayısıyla eğer çocuk için kural konacaksa, bu kurallar anne babanın belirlediği kurallar olmalıdır ve aile büyükleri de bu düzene saygı duymalıdır.
• Bazen bir önceki madde, anneanne-babaanne evinde pek geçerli olmaz. Anne babanın da kendi ebeveynleri ve çocuklarıyla çatışması yerine bu duruma saygı göstermesi gerekebilir. Çocuk anneanne-babaanne evini serbest alan olarak görebilir ama bu esnemenin sadece o evin sınırları içinde geçerli olduğunu kendi evinde, kendi ebeveynleriyle ortaklaşa oluşturdukları düzen içinde hareket etmesi gerektiğini hem çocuk hem de anneanne-babaanne bilmelidir.
• Aile büyüklerinin ve ebeveynlerin, çocuklarının yanında birbirlerini kötülemesi, çocuk için güven kaybı oluşturur. Çocuğun annesiyle ve anneannesiyle ilişkisi birbirinden farklıdır ve özeldir. Bu, birinin daha iyi, diğerinin daha kötü olduğu anlamına gelmez.
• Torunları mutlu etmek, aile büyükleri için oldukça keyiflidir ama bu konuda aşırıya kaçmak, faydadan çok zarar verir. Bu nedenle biraz daha esnek olmakla beraber o evin de bazı kuralları olması gerekir.
• Anne babanın koyduğu kuralı, çocuğun önünde onları hiçe sayarak delmek, "Onlar bilmez doğru olanı ben bilirim" demek, anne babanın kendi anne babası karşısında hâlâ küçük bir çocuk pozisyonunda kalmasını sağlar ve bu da ailenin her bir üyesi için ruhsal bir baskı oluşturur. Bu baskı sonucunda kişiler kendilerini değersiz hissedebilir, öfkelenebilirler. Bu da beraberinde başka sorunları getirebilir. Bu nedenle aile büyüklerinin, ebeveynlerle farklı görüşlere sahip olduklarında, özellikle çocukların yanında, daha hassas davranmaları, ebeveynlerin otoritesini çocuk nazarında yıkacak herhangi bir sözel yahut davranışsal eylemde bulunmamaları gerekir.
• Çocuk, anne-babası için özel olduğu kadar, aile büyükleri için de özeldir. Dede-anneanne-babaanne-torun ilişkisine saygı duymak, onların da bu ilişki içinde beslendiklerini kabul etmek gerekir. Bu nedenle ebeveynlerin, anneanne-babaanne-dede-torun ilişkisi içinde onaylamadıkları taraflar olsa da, çocuk nazarında herhangi bir tehlike arz etmediği müddetçe müdahale etmemeleri daha doğru olacaktır. Talat Parman, Babalar, Oğullar ve Büyükbabalar başlıklı yazısında; "Torununun başucunda ona öykü-masal okuyan dede ve nineler, aslında gerçek bir öykünün, o ailenin öyküsünün de anlatıcısıdırlar" der. Çocuklar gerçek köklerine anne babalarından ziyade aile büyükleri vasıtasıyla ulaşırlar. Gerçek hikâyeleri, işte burada gizlidir. Çocuklar bulmak, dedeler ve nineler de aktarmak isterler. Aileyi gerçek ve güçlü kılan da işte bu bulma ve aktarma arzusuyla birleşen köklerdir.