Zeynep Temizer Atalar: Dikine uzanan hayatta çocuk olmak

Dikine uzanan hayatta çocuk olmak
Giriş Tarihi: 13.09.2017 13:35 Son Güncelleme: 19.09.2017 09:47
Yeni dönemde gerek çocuklar gerek gençler giderek küçülen apartman dairelerinde, ihtiyaçları olan mahrem alanı bulamadıkları için kendilerini ya sokağa ya da sanal ortamlara bırakıyor ki bu da beraberinde daha büyük tehlikeleri getirebiliyor.

Şöyle bir arkamıza yaslansak, gidebileceğimiz en uzak oyun oynama anılarına gitsek, X ve Y kuşağındaki kişiler olarak muhakkak bir bahçeye, sokağa, ağaca, toprağa ulaşırız sanırım. 1980 ve öncesi doğumlu kişilerin çocukluk çağının, şimdiki nesle göre daha fazla açık alanda ve grup oyunlarıyla geçtiğini söylemek, çok da yanlış olmayacaktır herhalde. Son 20 yılda hızla değişen Türkiye koşullarından "çocukluk yılları" da nasibini alıyor ki, şimdiki çocuklar için bu tür sokak oyunları artık çok daha eski. Hatta öyle ki, bu tür oyunların bazı okullarda "geleneksel sokak oyunları" başlığında özel ders olarak gösterildiğini yani çocukların okulda mendil kapmaca, yağ satarım bal satarım, bezirgân başı yahut çatlak patlak gibi oyunları, ayrı bir ders olarak öğrendiklerini görüyoruz.

Artık yeni bir dünya var. Bu dünya içinde geniş arazileri, kocaman dalları olan ağaçları, geç saatlere kadar güven içinde vakit geçirilebilecek sokakları yahut her yaştan kalabalık çocuk gruplarını görmek giderek hayal olmaya başladı. Geniş araziler kentsel dönüşüm kurbanı olup yerini kocaman binalara bıraktı. Giderek daha da kalabalıklaşan şehirler eskisi gibi güvenli de değil artık. Sayısı giderek azalan çocuk nüfusunu daha çok evlerde yahut kapalı mekânlarda görmek mümkün.

X ve Y kuşağı, bu duruma üzülerek bakıyor ama Z kuşağı dediğimiz 2000 ve sonrasında doğmuş olanlar için durum pek de öyle olmayabilir. Çünkü onlar, bu yeni dünya üzerine doğdular ve büyümeye devam ediyorlar. Dolayısıyla bu duruma, daha eski nesiller gibi bir "kayıp" duygusuyla bakmıyorlar muhtemelen. Yakar topu, sokakta kalabalık bir çocuk grubuyla oynamanın tadını alamadan okuldaki derste öğreniyorlar. Hatta bu tür düzene o kadar uzaklar ki, çocukları dağa, bayıra, bahçeye bıraksak ne yapacaklarını bilemeyip ya evlerine dönmek istiyor yahut ellerine hemen tabletlerini almak istiyorlar. Yani bizim onlar adına üzüldüğümüz şeyler, aslında onların gerçeği değil.

Suni oyun alanlarına mecbur bırakılan çocuklar

Bu yeni dünyanın, gelen nesilleri daha dar mekânlarda ve daha bireysel olarak yaşamaya mecbur bıraktığını söylemek mümkün olsa da bu durumun uzun vadede nasıl sonuçlar ortaya çıkaracağına dair kesin bir bilgi vermek mümkün değil. Ama tahminler, bir düzenleme yapılması gerektiğini de gösteriyor. Çünkü bu yeni dünya, bir çocuğun büyürken en çok ihtiyaç duyduğu iki faktörü etkiler durumda. Bunlardan bir tanesi hareket, diğeri ise sosyalleşme ihtiyacı.

Yeni çevresel düzenlemeler ve zamanın getirdiği şartlar, çocukları bahçelerden, sokak oyunlarından evlere yahut alışveriş merkezlerindeki kapalı ve suni oyun alanlarına mecbur bırakıyor. Bu alanlar çocuğun enerjisini boşaltabileceği, sokağa göre nispeten daha güvenli olarak kabul edilen, ulaşımı kolay ve pratik mekânlar olarak değerlendirildiği için daha tercih edilir durumda fakat kapalı mekan, yapay ve ne kadar steril olduğu tartışılan malzemeler, çocuklar için ayrı bir tehlike unsuru olarak beliriyor. Çocuklar için sosyalleşme alanları da yine bu tür mekânlar yahut her yaş grubuna göre düzenlenen atölye çalışmaları oluyor. Fakat bu da belli bir ekonomik gelire sahip olmayı gerektiriyor. Sonuç olarak günümüzdeki birçok çocuk için hayat, dikine büyüyen alanlarda yani apartmanlarda, teknolojik aletlerle baş başa geçiyor.

Durum gençler için de çok farklı değil aslında. Eugier, Evin Bilinçdışı isimli kitabında bu konuyla ilgili şöyle bir yorum yapmış: "Kaygı verici bir sorun olan toplu konut sitelerinin durumu konut yetersizliğini tek tip, çirkin, kolayca harap olan, alan ve mahremiyet yokluğu nedeniyle gençlerin terk edip kendilerini sokakta buldukları binaları ön plana çıkarır: Buralarda gençlerin boş vakitlerini geçirecekleri ve spor yapabilecekleri ortak kullanım alanları yahut en basitinden, kendileri gibi referans noktası arayışındaki başka gençlerle karşılaşabilecekleri bir mekân yoktur." Yani gençler de giderek küçülen apartman dairelerinde, ihtiyaçları olan mahrem alanı bulamadıkları için kendilerini ya sokağa yahut sanal ortamlara bırakıyor ki bu da beraberinde daha büyük tehlikeleri getirebiliyor.

Bu durumu bütünüyle büyük bir problem olarak görmeyebiliriz. Evet, teknoloji bu ve gelecek nesiller için oldukça kıymetli bir malzeme. Teknolojiyi ellerinden tamamen almak yahut yok etmek çok sağlıklı olmayabilir ama onlara teknolojiyi nasıl kullanacakları konusunda iyi bir rehber olmak gerekiyor. Kontrollü ve bilinçli kullanılan teknolojik aletler, çocuklar için oldukça faydalı araçlar haline de gelebilirler.

Yeni dünya içinde apartmanlar yerine yeniden büyük ve güvenli caddeler, parklar inşa etmek artık pek mümkün görünmüyor. Ama apartmanları küçük mahalleler haline çevirmek ve böylece gelenek, görenek, örf ve adetlerimizi, kültürümüzü kaybetmeden sadece mekânsal değişiklikler yaşayarak devam etmek, aynı zamanda çocuğumuz için de alternatif sosyal çevreler oluşturmak için örnek olmak, pekâlâ mümkün. Çocuklar 20 katlı bir binada yaşıyor olsa da, kapı komşularını, binadaki arkadaşlarını tanıyabilir. Arkadaşlarına misafir olmayı yahut onları misafir etmeyi, pişen kekten komşulara da ikram etmeyi görmek, çocuğa ihtiyacı olan gelişimsel desteği verecektir.

Özel bir alan ne kadar mümkün?

Yeni binalarla beraber ortaya çıkan küçük yaşam alanları da aile düzenini zaman zaman etkileyebiliyor. Mesela çocuk, ergen yahut yetişkin herkesin ihtiyacı olan mahremiyet alanını oluşturmak, küçük evlerle birlikte giderek zorlaşıyor. Kardeşler aynı odayı paylaşabilirler ki bunun çok olumlu etkileri de olabilir ama her çocuk kendine özel bir alana da ihtiyaç duyar. Çocuğa ait bir oda oluşturmak mümkün olmuyorsa da kendine özel bir alan oluşturmak, örneğin kendisini özel olarak hissedebileceği, içine oyuncaklarını koyup oynayabileceği bir çadır kurmak, çocuğun bu ihtiyacını karşılar. Çocuğun ev içindeki konumu, aile içindeki konumuna dair de bilinçdışı bir sembolü temsil eder. Yani ona ait bir alanın olması, kendisini de aile içinde bir yere sahip olduğunu hissettirir.

Patrice Cuynet ailelerle çalışırken seansta birlikte bir ev resmi yapmalarını ister. Resmi tamamladıktan hemen sonra başka bir kâğıda hayallerindeki evi çizmelerini ister. Daha sonra resimleri birlikte karşılaştırırlar. Cuynet, bu karşılaştırmanın ailenin korkuları, umutları, gerçekleri ve hayalleri arasındaki uçurumlar hakkında oldukça ilginç bilgiler verdiğini söyler ve verilen cevapları üç gruba ayırır:

Birinci grup ev, cepheden çizilen evdir. Yani dışardan bakılan bir perspektifle çizilmiştir. Bu tür aileler için gerçekte ne olduklarından öte, dışardan nasıl göründükleri esastır.

İkinci grup ev, merkezcil bir tarzda çizilen evdir. Yani evin etrafında sınırlar çok belirgindir ve dış dünya ile iletişim az tutulmuştur. Bu tür aileler sanki "yeterince güvenlikte olmayan bir aile benliğini" korumaya çalışırlar.

Üçüncü grup ev, merkezkaç bir tarzda çizilen evdir. Yani evin etrafına gitgide eklemeler yapılmıştır, düzensiz bir tarzda çizilmiştir. Cuynet bu ailelerin içsel alanlarını kolayca yabancıların istilasına bırakan ve aile içindeki rolleri net olarak belirleyemeyen kişilerden oluştuğunu ifade eder.

Böyle bir durumda siz nasıl bir ev çizersiniz bilinmez ama evleri, kişilerin hem bugüne ait yaşantıları hem de geçmişe ait anılarını biriktirdiğini söyleyebiliriz. İster çok katlı bir apartman dairesinde, 70 metrekare bir alan olsun ister kocaman bahçesinde üç katlı bir villa… Önemli olan kişilerin bu alana hangi duyguları doldurduğudur aslında.

BİZE ULAŞIN