Beytullah Çakır: 15 Temmuz’un neresindeyiz ?

15 Temmuz’un neresindeyiz ?
Giriş Tarihi: 11.07.2017 14:33 Son Güncelleme: 13.07.2017 14:24
Beytullah Çakır SAYI:37Temmuz 2017
Milletin göğsünü siper ederek püskürtmeyi başardığı 15 Temmuz kanlı darbe girişimi üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Geçen zaman zarfında süreç; karanlık yönleri, bilinmeyenleri ve tartışmalarıyla cumhuriyet tarihinin belki de en büyük, en derin yargı ve soruşturma sürecine evrildi.

Takvimler 15 Temmuz 2016'yı gösterdiğinde Türkiye için zaman, tarihin en kanlı gecelerinden birine doğru akmaya başlamıştı. Devletin bütün kademelerine kanserli bir hücre gibi yayılan FETÖ mensupları, bu kez akılları zorlayan bir yönteme başvurarak memleketi işgal etmek için Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisindeki yapılanmasını harekete geçirmeye karar vermişti.

Gözü dönmüş bir şekilde milletin üzerinden tankla geçen, helikopterlerden ve tüfeklerinden çıkan mermilerle insanları hiç acımadan katleden bu hainlere karşı millet, meydanlara dökülüp dur demeyi başardı. Siyasilerin âkil tutumu, TSK ve emniyet güçleri içerisinde yer alan "milli" güvenlik mensuplarının da takdire şayan mücadelesiyle Türkiye, yekvücut bir duruş sergiledi ve kâbus gibi başlayan bir geceyi aydınlık bir sabaha çevirdi. Fakat gün aydınlandığında bu kanlı gecenin bilançosu ağırdı. 249 kişi ise şehit olurken, 2 binin üzerinde de yaralı vardı.

Peki, aradan geçen bir yıllık sürede neler yaşandı? Geldiğimiz noktada 15 Temmuz bizler için ne ifade ediyor? Geçtiğimiz aylarda başlanan (mayıs ve haziran) 15 Temmuz davalarında yargı süreci nasıl işliyor? Yargılanan FETÖ mensupları davalar sırasında nasıl bir strateji izliyorlar? Şehit aileleri ve gazilerin davaların işleyişine dair kaygıları hangi sebeplerden kaynaklanıyor? Davalar kimi çevrelerce bahsedildiği gibi gerçekten de sulandırılmaya mı çalışılıyor? İddianamelerin yetersiz olduğuna dair ortaya atılan tezlerin geçerlilik payı ne? 15 Temmuz'un "kontrollü bir darbe girişimi ve tiyatro" olduğunu iddia edenler aslında neyi hedefliyor? Hazırlanan iddianamelerde gerçekten bir delil yetersizliği söz konusu mu? Bazı şüphelilerin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmaları, kamuoyunda nasıl bir etki yaratıyor? Türkiye tarihinin en kritik eşiklerinden biri olan 15 Temmuz, kesinlikle olup bitmiş bir şey değil.

Milletin canını ortaya koyarak sahada kazandığı bu zafer, masada da hakkıyla kazanılabilecek mi? 15 Temmuz'un birinci yılı yaklaşırken hem o günü unutmamak hem unutturmamak hem de sürecin gidişatı hakkında sağlıklı bir bilgi edinebilmek adına zihnimizde cevaplanmayı bekleyen mezkûr soruları; gazeteci-yazar Nedim Şener, eski Hava Kuvvetleri Savcısı Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok, SETA Hukuk ve İnsan Hakları Araştırma Direktörü Cem Duran Uzun ve davanın Ankara ayağında müşteki avukatlığı yapan, aynı zamanda 15 Temmuz Derneği Yönetim Kurulu'nda da görevli olan Muaz Ergezen'e sorduk.

FETÖ ile ciddi bir mücadele yürütülüyor

SETA Hukuk ve İnsan Hakları Araştırma Direktörü Cem Duran Uzun'a geçen bir yıllık sürede FETÖ ile mücadelede devlet tarafından toplumu tatmin edecek hangi adımların atıldığını ve bu mücadelede nasıl bir yol izlendiğini sorduk. Uzun şöyle cevap verdi: "Darbe girişimi sonrası FETÖ ile mücadele amacıyla yapılanları idari işlemler ve adli işlemler olarak iki başlıkta ele alabiliriz. İdari işlemler en son açıklanan resmi rakamlara göre şu şekildedir; OHAL kapsamında çıkarılan 22 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile FETÖ, PKK ve milli güvenliği tehdit eden diğer yapılarla ilişkili 100 binden fazla kamu görevlisi mesleklerinden ihraç edilmiştir.

Ayrıca askerî okulların kapatılması sonucu 16 bin 409 kişi de askerî öğrencilik statüsünü kaybetmiştir. Yurtdışında öğrenim gören 200'den fazla kişinin öğrencilikle ilişiği kesilmiştir. Eğitim, medya ve sağlık alanlarında faaliyet gösteren yaklaşık 3 bin özel kuruluş kapatılmıştır. OHAL dönemi boyunca kapatılan 268 özel kuruluş ise yeniden açılmış, ihraç edilen 1000'den fazla kamu personeli görevlerine iade edilmiştir. Bu idari işlemler ile FETÖ'nün önemli oranda kamudan temizlendiği ve kapatılan kurumlarıyla örgüt yapısının çökertildiği söylenebilir.

Bu işlemlere ilişkin şikâyetlerin yeni kurulan OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu tarafından incelenecek olması ve sonrasında yargıya itiraz imkânının bulunması mağduriyet iddialarını giderecektir." Uzun, meselenin adli işleyişine dair de şunları kaydetti: "Adli tedbirler, soruşturma ve yargılamalardan oluşuyor. 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin Türkiye genelinde 23 ilde toplam 101 dava görülmektedir. Bu davalarda 1426'sı tutuklu 2 bin 914 sanık yargılanmaktadır. Bu darbe davaları yanında hemen her il ve ilçede görülen FETÖ davaları söz konusudur. Sayılar her gün değişmekle birlikte, en son resmî rakamlara göre; 113 bin 260 kişi FETÖ soruşturmaları kapsamında gözaltına alınmıştır. FETÖ üyeliği ve anayasal düzeni yıkmak gibi suçlamalarla tutuklu bulunan kişi sayısı 47 bin 155'tir.

Haklarında soruşturma yürütülen ve benzeri suçlamalarla gözaltına alınmış 41 bin 499 kişi tutuksuz yargılanmaktadır. Bu veriler hem idari hem adli olarak FETÖ ve 15 Temmuz konusunda ciddi bir mücadele yürütüldüğünü göstermektedir." Aynı soruyu yönelttiğimiz emekli Askeri Savcı Ahmet Zeki Üçok şöyle cevap verdi: "Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yapmış olduğu soruşturma neticesinde TSK içerisinde yaklaşık 60 bin civarında FETÖ iltisakı ile TSK'ya girmiş askerî şahsın mevcut olduğu görüldü. Bunların içinde FETÖ ile bağlantısı kanıtlanmış yaklaşık 7 bin TSK mensubunun bu süre zarfında askeriye ile ilişiği kesildi. Gerçekleştirilen bu temizlik operasyonunun hızlandırılması gerekli zira TSK içerisindeki FETÖ'cü kanadın hâlâ sayıca çok fazla olduğunu düşünüyorum."

Kişisel husumet süreci zehirler

Gözaltına alınan bazı şüphelilerin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmalarının kamuoyunda ciddi huzursuzluklara sebep olduğu gözlemlenirken, bu durumun millet nezdinde nasıl karşılandığını sorduğumuz Uzun; "Bu süreçte dikkat edilmesi gereken temel hususlardan birisinin, adaletin güçlü yahut zayıf ayrımı yapılmaksızın herkes için eşit uygulanmasının" gerektiğini, kamuoyunda FETÖ ve darbe yargılamalarında güçlü kişilerin korunduğuna dair bir izlenim oluşmasının tüm süreci zehirleyebileceğini belirtti. Uzun'a göre: "Bu mücadelede neredeyse toplumun tamamından alınan desteğin devam etmesi için hiç kimseye ayrıcalıklı bir muamelede bulunulmaması ve karar mercilerinin bu sürece kişisel husumetlerini veya yakınlıklarını karıştırmaması son derece önemli."

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yapmış olduğu soruşturma neticesinde TSK içerisinde yaklaşık 60 bin civarında Fetö iltisaki ile TSK'ya girmiş askerî şahıs var. Geçtiğimiz bir yılda ise Fetö ile bağlantısı kanıtlanmış yaklaşık 7 bin TSK mensubunun askeriye ile ilişiği kesilebildi sadece.

Aynı soruya gazeteci Nedim Şener ise şu cevabı verdi: "Böylesi uygulamalar halkın motivasyonunu zedeler, yargıya ve siyasilere olan güvensizliğini artırır." Davanın Ankara ayağında müşteki avukatı olarak görev alan Muaz Ergen ise; bazı tutukluların salınmasının haklı olarak akıllarda birtakım soru işaretleri oluşturduğunu ve bu tahliyelerin vicdanları rahatsız ettiğini söylüyor.

Ergen ayrıca, çok hassas bir dönemden geçtiğimiz bu süreçte millet adına yargılama yapan mahkemelerin hukuka bağlı kalmakla birlikte yine milletin hassasiyetlerini göz önünde bulundurması gerektiğinin çok önemli olduğunun altını çizdi. Üçok ise; 15 Temmuz süreci ile ilgili olarak yapılan algı operasyonlarında dünyanın en etkili örgütü olan FETÖ'nün büyük bir çalışma içerisinde olduğuna dikkat edilmesi gerektiği konusunda uyarılarda bulunuyor.

Soruşturmalara olan inancı sarsmaya çalışan bu suç örgütü karşısında çok dikkatli davranılması gerektiğini söyleyen Üçok, soruşturmanın güvenirliğini bozacak, hukuka aykırı işlemler yapıldığı kanaatini oluşturacak, eşitlik ilkesine aykırı olarak güçlülerin cezalandırılmadığı yahut serbest bırakıldıkları kanaatini yaratmanın FETÖ soruşturmalarının salahiyetine vurulabilecek en büyük darbe olacağını sözlerine ekliyor.

"Kontrollü darbe" söylemi kafaları bulandırıyor

Şu an halkın bir kesimi ve bazı siyasiler tarafından gündeme getirilen 15 Temmuz'un kontrollü darbe ve tiyatro olduğuna dair söylem hakkında Şener şunları söylüyor: "15 Temmuz Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş, şerefli bir halk hareketidir. Darbe girişimini iliklerine kadar hissetmemiş, o gece sokakta mücadeleye katılmamış insanların bu işin ciddiyetini anlaması mümkün değil. 75 yaşındaki kadından 15 yaşındaki çocuğa kadar milyonlarca insan tankların önüne geçti, tüfeklerin üzerine yürüdü, FETÖ'cü teröristlerin kullandığı F-16'lara karşı vücudunu siper etti.

O gecede, bir kısım insanlar ise olanı biteni sadece seyretti, hatta bazıları sanki 15 Temmuz hiç yaşanmamış gibi davrandı." Şener, bu yüzden bazı kesimlerin bu büyük direnişe gölge düşürmeye çalıştığını söylüyor. Şener'e göre; "Kontrollü darbe lafı" da bu karalama kampanyasının bir parçası ve amaç halkın kafasında birtakım soru işaretleri yaratmak. "FETÖ'yü hâlâ en büyük tehlike olarak görmeyen bu kesimlere ve siyasetçilere söylenecek herhangi bir söz bulunmadığını" belirten Şener, FETÖ ile mücadele etmenin AK Partili olmakla değil, vatansever ve yurtsever olmakla ilgili bir mesele olduğunun altını çiziyor. Ahmet Zeki Üçok ise 15 Temmuz'a dair "kontrollü darbe" iddialarını ilk olarak Eylül 2016'da ABD'ye gittiğinde bir senatörden duyduğunu belirtiyor.

Konu hakkındaki açıklamalarının devamında ise şunları paylaşıyor bizimle Üçok: "15 Temmuz öncesi Türkiye'nin lobi faaliyetlerini bildiğiniz üzere FETÖ bağlantılı şirketler yapıyordu. Görüştüğüm senatör, FETÖ iltisaklı lobi şirketinin temsilcisinin kendilerine; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi iktidarını güçlendirmek, muhaliflerini etkisiz hale getirmek için FETÖ adında hayali bir örgüt yarattığını, bu nedenle yandaşları aracılığı ile böylesine kanlı bir oyun kurguladığını anlattı.

Bu iddiayı daha 15 Temmuz darbe girişiminden iki ay sonra ortaya atan FETÖ'dür aslında. Bu söylemin hukuki alt yapısı dışında fiili olarak da gerçek olmasının imkânı yoktur. Zira sizin, TSK içerisinde bir guruba kontrollü darbe yaptırabilmek için aynı TSK içerisinde bu darbeci gurubu kontrol edebilecek daha güçlü başka bir gurubun kontrolünü elinizde tutmanız gerekir.

Oysa geçtiğimiz süreçte Cumhurbaşkanı'nın en az etkili olduğu kamu kurumu TSK'ydı. FETÖ'nün ise TSK içerisindeki en güçlü grup olduğunu herkes biliyor. Bu nedenle bu iddianın uygulanabilirliğine maddeten imkân yoktur. Bu söylem şehit ve gazilerimize yapılabilecek en büyük haksızlıktır.

" Delil yetersizliği söylemi iyi niyetli değil

Hazırlanan iddianamelerin içeriği ve iddianamede yer alan delillerin yeterli olup olmadığı da yargı sürecinde sıkça gündeme getirilen meselelerden bir tanesi. Peki, iddianameler bazı kesimlerin dillendirdiği gibi gerçekten de zayıf bir içeriğe mi sahip yoksa bu söylemler davayı sulandırmak adına üretilen manipülasyonlardan mı ibaret? Cem Duran Uzun, bu iddianın çok haklı olmadığını belirterek şu yanıtı verdi: "Darbe davaları iddianameleri uzun ve titiz çalışmalar sonucunda hazırlanmış ama genel olarak Türk yargısında iddianameler ve kararların yazımı konusunda birtakım sorunlar var ve bu sorunlardan bazılarına burada da rastlıyoruz.

Örneğin bazı iddianameler konunun özünden uzaklaşarak binlerce sayfalık metinlere dönüşebiliyor. Ama hem darbe girişimi öncesinde hazırlanan FETÖ Çatı İddianamesi hem de darbe girişimi sebebiyle hazırlanan iddianameler bazı eksikliklerine rağmen standartların üzerinde. Ayrıca yargı süreçleri ile ilgili şunu da göz önüne almak gerek; 15 Temmuz'dan sonra 4 bin civarında hâkim ve savcı ihraç edildi.

Bu rakam mevcut hâkim ve savcıların üçte birine yakın. Yargıdaki bu kayıp ve geçiş süreci iş yükünü çok artırmasına rağmen hâkim ve savcıların bu soruşturma ve davaları fedakârca yürüttüğünü görüyoruz." Uzun, davaların bir şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınmak isteneceğini ve meselenin bu yönünün de ıskalanmaması gerektiğinin altını çiziyor ve ekliyor: "İddianameler ve yargılama süreçlerindeki bazı aksaklıklar ileride AİHM'de Türkiye'yi zor durumda bırakabilir.

Hem adaleti sağlamak hem de ileride bu yönde sorunlar yaşamamak için davaların adil yargılama ilkelerine ve savunma hakkına uygun bir şekilde yürütülmesi gerekir. Etkili bir mücadele ve yargılama olmalı, suçlular mutlaka cezalandırılmalı ama süreç hukuka ve adalete uygun yürütülmeli." Şener, açılan davalarda şu ana kadar delil yetersizliğine dair bir durumun söz konusu olmadığını, bu söylemlerin davanın gidişatına gölge düşürmek adına uydurulan palavralar olduğunu belirtirken Üçok ise; iddianamelerin hazırlanma safhalarını bilen birisi olarak iddianameleri yeterli bulduğunu söylüyor.

Ortaya atılan iddialardaki asıl amacın süreci baltalamaktan ibaret olduğuna ve bu tarz provokasyonlara prim verilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor. Ergen de; 15 Temmuz davası ile ilgili kamera görüntüleri, telsiz konuşmaları, tanık beyanları ve itirafçı sanıkların ifadelerinden oluşan tüm somut delillerin ilgili Anayasal Suçlar Bürosu Savcıları tarafından toparlandığını ve bu iddianamelerinden de mahkeme tarafından kabul edildiğini belirterek ekliyor: "Bazı kesimlerin söylediği gibi herhangi bir delil yetersizliği durumu söz konusu değil.

Davalara dair ilgili sorgu tutanakları, iddianame ve eki mahiyetindeki deliller dikkatli bir şekilde incelendiğinde sanıkların suçlandıkları suçları işledikleri açık şekilde görülüyor."

FETÖ'cüler ortak talimata göre hareket ediyor

Dava sürecine dair merak edilen hususlardan bir tanesi de, mahkeme esnasında FETÖ'cü sanıkların izlemiş olduğu strateji. Uzun'a bu stratejinin kodlarının ne olduğunu sorduğumuzda şu cevabı verdi: "FETÖ zanlılarının darbe davalarında örgütlü ve organize bir kurgu içerisinde hareket ettiklerini görüyoruz.

Bir ceza davasında sanıkların kendilerini savunmaları doğaldır ancak burada kendilerine yöneltilen suçlamalara karşı savunma yapma amacının ötesinde bir strateji dikkat çekiyor. Sanıkların savunmaları incelendiğinde hemen hepsinin benzer argümanları kullanarak TSK bünyesindeki geçmiş başarılarından, FETÖ ve darbe karşıtı sözde çalışmalarından bahsettikleri, kendilerini FETÖ kumpas davalarının mağduru Ergenekon ve Balyoz davaları sanıklarına benzettikleri göze çarpıyor.

Ayrıca dikkat çekici bir şekilde diğer sanıkları ve birbirlerini suçlamaktan kaçınıyorlar. Darbe girişimi sırasında olayların merkezinde yer almalarına rağmen, kimlerin darbe girişimini gerçekleştirdiği ve yönettiği konusunda ya bilgileri olmadığını iddia etmekte yahut TSK'nın üst kademesini ima etmekteler. Aslında sadece sanıkların savunmalarındaki bu benzerlikler ve ortak kurgu, hazırlıklı ve ciddi bir örgütsel yapıya ve FETÖ'nün uzun zamandır bilinen tarzına işaret ediyor.

Yani savunmaların bu mahiyeti bile darbenin arkasındaki örgütü açığa çıkarıyor." Uzun'a göre savunmalarda göze çarpan diğer hususlar ise şöyle: "Ne kadar açık delillerle desteklenmiş olsa da sanıkların tüm suçlamaları reddettiklerini ve kendilerinin mağdur olduğunu iddia ettiklerine şahit oluyoruz. Kamera kayıtları, tanık ifadeleri, telsiz konuşmaları, yazılı emirleri ve kendilerine ait savcılık ifadeleri gibi çok sayıda delille tespit edilmiş gerçeklerin sanıklar tarafından inkâr edildiğini görüyoruz.

Talimatla yapılmış organize bir hareket dikkat çekiyor. Bu savunmaların kendilerini ceza almaktan kurtarmayacağını biliyorlar belki ama kamuoyunu ve özellikle yurtdışını etkilemek, darbe girişiminin bir tiyatro olduğu yahut kontrollü bir şekilde yapıldığı iddiasını güçlendirmek istiyorlar. Aslında bu savunmaları, iddianamelerden ve delillerden bağımsız olarak yayınlayan medya da bu amaca katkı sunuyor.

Elbette davaların gelişimi topluma aktarılmalı ama her gün sayfalar dolusu sanık savunmaları bu şekilde yayınlandığı zaman, delillerden ve iddialardan habersiz okurların kafasında birtakım şüphelerin oluşması kaçınılmaz oluyor." Davalarda müşteki avukatı olarak görev yapan Ergen ise bu konuda şunları kaydetti: "FETÖ'cü sanıkların neredeyse tamamının iddiaları reddettiğini, atfedilen suçları inkâr etmek üzerine bir savunma yaptıklarını ve işlenen suçu bilinmeyen, tarif edilemeyen organizasyonlara yüklemeye çalıştıklarını görüyoruz.

Sanıklar yaptıkları savunmalar ile bizlerin ve davayı takip eden diğer insanların akıl, vicdan ve acıları ile adeta alay etmeye çalışıyorlar. Ancak gerek biz hukukçular gerekse milletimiz bu kişilerin ne kadar haysiyetsiz olduklarını gayet iyi biliyor ve görüyoruz. Sanıklar örgüt olduklarını ikrar edercesine fikir birlikteliği içerisinde birbirlerine benzer savunmalar yapıyorlar. Savunmaların zaman kazanmak amacıyla olabildiğince uzun hazırlandığı da çok açık."

Aynı soruya Üçok ise şöyle cevap verdi: "FETÖ'yü yöneten güçlerin vermiş olduğu talimat doğrultusunda örgüt mensupları, kanlı darbe girişiminin sorumluluğunu bu örgütten uzaklaştırmak için birinci adım olarak inkâr, ikinci adım olarak iltisak, üçüncü adım olarak da suçlamak stratejisini uygulamaya koydular. İlk adımda hepsi bir ağızdan FETÖ üyesi olmadıklarını söylerlerken ikinci adım olan iltisaklandırma gayretlerine de sıkça rast geliyoruz.

Mesela Akın Öztürk, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın emri ile hareket ettiğini; darbe girişimin kilit isimlerinden Tuğgeneral Mehmet Parti göç 'yurta sulh bildirisi' CD'sinin kendisine Genelkurmay İkinci Başkanı tarafından verildiğini; Kurmay Albay Fırat Alakuş ise emirleri bizzat Zekai Aksakallı Paşa'dan aldığını söyleyerek bu planı uygulamaya çalışıyorlar. Bu söylemleri bizim mahkemelerimize ve kamuoyuna yönelik olmadığı için yargılama süreçlerini etkilemez. Ancak dışarıdaki algı operasyonunun bir parçası olarak etki yaratabilir. Zaten meselenin eninde sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınacağını bildikleri için savunmaları bu bağlamda yapıyorlar."

Davalarda şov yapılmasına izin verilmemeli

Şehit yakınları ve gazilerle yapmış olduğumuz görüşmeler neticesinde bu insanların 15 Temmuz dava sürecinin işleyişine ve yargılanma sürecine dair birtakım memnuniyetsizlikler içinde olduklarına şahit oluyoruz.Peki, şehit yakınları ve gazilerin yargı sürecine dair umdukları nedir? Sitemlerinin giderilmesi adına nasıl bir yol izlenmeli?

Uzun bu konuda duruşmaların başladığı ilk birkaç günde şehit aileleri ve gazilerinin dava süreçleri ile ilgili bazı haklı sitemleri olduğunu belirterek şunları söylüyor: "Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere birçok şehirde duruşmalar art arda başladığında esasen kamuoyunun bu sürece hazır olmadığını gördük. Mahkeme salonlarında şehit aileleri ve gaziler yalnız kalmışlardı.

Hatta ilk günlerde sanıklar ve avukatlarının duruşma salonlarında psikolojik bir üstünlük kurmaya çalıştıklarını ve davacıları tahrik ettiklerini okuduk. Ancak kısa sürede hem devletin hem de sivil toplumun davalara daha fazla ilgi göstermeye başladığını, bakanların, milletvekillerinin, siyasi parti temsilcilerinin ve çeşitli hukuk derneklerinin bu davaları takip etmeye başladığına şahit olduk. Ayrıca şehit ve gazi yakınlarına avukatlık desteği sağlanmaya başlandı. Ancak, sürecin başında hemen her kesimin hazırlıksız yakalandığını ve duruşmalara ilgisiz kalındığını söylemeliyiz.

Daha evvel de belirttiğimiz gibi savunma hakkı korunmalı ancak sanıkların duruşmaları istediği gibi yönlendirmesine yahut şov yapmalarına izin verilmemeli." Aynı soruyu yönelttiğimiz Ergen; "FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimini canlarını ortaya koyarak engelleyen milletimizin darbeci hainlerin bir an evvel cezalandırılmasını istemelerinin çok haklı bir talep olduğunu ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin, anayasada da belirtildiği üzere bir hukuk devleti olduğunu ve yargılamaların belli bir hukuki prosedür çerçevesinde sürdürülmesi gerektiğini" hatırlatıyor. "Mahkemelerin büyük bir sabırla ve hukuka bağlı kalarak yargılama süreçlerini yerine getirmeye çalıştığını" söyleyen Ergen, milletin haklı talepleri göz önünde tutularak ve hukukun ilkelerine bağlı kalarak olabildiğince hızlı hareket edilmeye çalışıldığını belirtiyor.

Kendisinin hükümet tarafından müştekiler lehine atanan bir avukat olarak 15 Temmuz Çatı Davası'nı takip ettiğini söyleyen Ergen, hükümetin müştekilerin davadan uzak kalmamaları, yargılamayı takip etmeleri ve uğradıkları mağduriyete neden olan suçluların cezalandırılması için ülke kapsamında, özellikle Ankara ve İstanbul'da çok sayıda avukat görevlendirildiğini vurguluyor.

BİZE ULAŞIN