Halep benim için bir ana, İstanbul ise bir sevgili
Ortadoğu'daki Osmanlı mimari yapıları konusunda uzman olan Halepli Mahmud Zeyin El Abidin 2013'ten bu yana Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde görev yapıyor. Zeyin El Abidin'in son çalışması 1986'da UNESCO Dünya Mirası listesine giren, eski Halep'te iç savaş nedeniyle hasar gören tarihi binaların tespiti... Bir sergi ile başlayan proje, tarihi kentle ilgili önemli bir belge olma yolunda ilerliyor. Biz de hocamızla hem bu projesini hem de onu bu sürece getiren yaşamını konuştuk.
Ortadoğu'da Osmanlı mimarisi üzerine çalışmalarınız ile tanınıyorsunuz. Böyle bir alan seçmenizdeki sebepleri merak ediyorum? Neden böyle bir alan tercih ettiniz?
Yıldız Teknik Üniversitesi'nde lisans eğitimimi almıştım. Türkiye'de eğitim almış olmak benim için büyük bir zenginlik oldu. Bir Suriyeli olarak İstanbul'da yaşayıp Osmanlı mimarisini tanımamak ve sevmemek bana göre mümkün değil. Bir mimar olarak İstanbul'da okumuş olmak benim için büyük bir ayrıcalıktı. Neden Ortadoğu'yu tercih ettiğimi ise şöyle açıklayabilirim: Öncelikle Ortadoğu'daki üniversitelerin Osmanlı mimarisine ne kadar hâkim olduklarını araştırarak işe başladım ve ciddi bir yetersizlik olduğunu gördüm. Birtakım çalışmalar vardı ama çok yetersizdi. Osmanlı denildiğinde Ortadoğu için 400 yıldan bahsediyoruz ve bu süre az bir süre değil. Bu süre içerisinde inanılmaz eserler ortaya konulmuş. Bunlar çok önemli yapılar ve kente çok büyük zenginlik katan figürler olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu eserlerin kimin tarafından yapıldığının farkında olup, bilmek çok önemliydi. Dolayısıyla ben bunları yavaş yavaş araştırmaya başladım ve ben bu görevi kendime sorumluluk olarak üstlendim. İlk olarak yazılar yazmaya ve fotoğraflar çekip sergilemeye başladım ama şu bir gerçek ki; ben İstanbul'dan değil de Halep'teki bir üniversiteden mezun olsaydım Osmanlı mimarisine karşı böyle hayranlık duymazdım ve bu şekilde yakınlık kuramazdım. Türkler ve Araplar arasında bir soğukluk ve kopukluk olduğunun farkındaydım. Bunun birtakım siyasi nedenleri de var tabii ama bunu yıkmaya çalıştım. Arapları ve Türkleri ayırmak istiyorlar ve biz kendimizi tanımıyoruz. Biz aslında biriz, beraberiz. Bizim gerçekten birbirimize ihtiyacımız var. Hedefimiz birlik olmalı. Bizim ortak bir dinimiz ve ortak bir tarihimiz var.
Hocam siz aynı zamanda Haleplisiniz. Halep'in tarihsel önemi hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz? Halep'i önemli kılan tarihsel dinamikler nelerdir?
Halep, milattan önce kurulmuş ve hâlâ ayakta kalabilmiş bir şehirdir. Bu şehir çok farklı medeniyetlere sahip oldu. Bu durum şehre ayrı bir zenginlik kattı. Eski Halep dediğimiz bölgeye baktığımız zaman milattan önce inşa edilmiş bir tapınak görebiliyoruz. O kentin dokusunu hissedebiliyoruz. Emevîler, Eyyubîler, Zengîler, Selçuk, Memluk ve Osmanlı... Dolayısıyla bunlar bir mozaik tablosu gibidir şehirde. Osmanlı'ya gelindiğindeyse 400 yıldan bahsediyoruz. Bilindiği gibi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim Halep'e girdiğinde, Mercidabık Savaşı'ndan sonra Halep'te yeni bir sayfa açıldı. Bilâdü'ş-Şam dediğimiz bu aslında. Bu yeniliğin yansımasını daha sonra Sinan'ın eserlerinde görüyoruz. Osmanlı'da vakfın rolünün ne kadar önemli olduğunu görüyoruz ve şehrin nasıl geliştiğini de… Şunu da vurgulamak lazım: Halep'in bugüne yansıyan dokusu ve ayakta kalan o dokunun yüzde 70'i Osmanlı döneminden kalmadır.
Hocam peki bu önemli eserlerden biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında Halep'in en önemli yapılarından biri Halep Kalesi'dir. Halep Kalesi meşhurdur, tam şehrin merkezinde yer alır. Kale farklı dönemlerde inşa edilmiş. Ama özellikle Eyyubî döneminde büyük bir önem kazanmış, Halep'in surları, kapıları… Geleneksel bir şehirdir aslında Halep. Her İslam şehrinde olduğu gibi merkezde bir Ulu Cami vardır, Cami-i Kebir dediğimiz. Bu cami yaptırıldığı dönemde Halep, Şam ile yarışmaya başladı. Çünkü Emevî döneminde başkent Şam'dı. İkinci şehir Halep'ti ve stratejik bir konuma sahipti. Bilindiği gibi tam İpekyolu rotasında yer alıyordu. İçinde bulunan hanları ve kapalı çarşısıyla önemli bir durumdaydı. Ticarette ne kadar önemli olduğunu bu yapılardan anlayabiliriz aslında. Osmanlı döneminde inşa edilen eserlerden çok önemli örnekler var. Bu arada 16'ncı yüzyıl Halep için en önemli dönem. Neden 16'ncı yüzyıl? Çünkü o zaman Kanuni Sultan Süleyman'ın mimariye karşı çok özel ilgisi vardı ve Halep'e de önem verdi. Mimar Sinan'ın 16'ncı yüzyılda Halep'te iki eseri var: Biri Hüsreviyye Külliyesi. Osmanlı döneminde valiler tarafından yaptırılan birçok eser gibi külliye de Hüsrev Paşa tarafından yaptırıldı. Diğeri ise Adliye Camii. O da Halep valisi olan Muhammed Dukakinzâde tarafından yaptırıldı. Valiler arasında bir yarış varmış gibi her vali bir eser bırakmak istiyordu. Bu eserlerin vakfı ve çarşısı da yapılırdı. Mesela Hüsreviyye Vakfı var. Zamanla medreseler oluşmaya başladı Halep'te. Şehir büyümeye başladı ve bunların hepsi Osmanlı döneminde oldu.
Halep'teki dini mimariden bahsedecek olursak; şehrin Osmanlı kimliğini yansıttığını görebiliriz. Bu çok önemli! Osmanlı tarzı minare ve merkezi kubbe ilk defa Mimar Sinan tarafından yapıldı. Ve daha sonra inşa edilen eserler de artık Osmanlı tarzında inşa edildiği için uzaktan baktığımızda Osmanlı şehri diyebileceğimiz bir şehirdir Halep.
Bu alanda çalışmaya başladığınızdan bu yana Suriye genelinde Halep özelinde neler değişti? Savaştan sonra Halep'teki mimari eserlerin durumu nedir?
Savaşın ister istemez en büyük kaybedeni insanlardır ama tarihi yapıların da doğal olarak ciddi zarara uğradığını biliyor, görüyoruz. Tabii o hasar kısmı ne kadar, onu tespit etmek şu anda çok zor çünkü savaş hâlâ devam ediyor. Şu anda sağlıklı bir hasar tespiti yapabilmek imkânsız. Sadece internetten takip ettiğimiz fotoğraflara bakarak görebiliyoruz; farklı boyutlar var ama genel olarak çok ciddi hasar gördü bu eserler. Geçen sene bir proje başlattım. 'Halep, dün ve bugün' diye. Toplam 33 tarihi eserin, savaştan önce benim çektiğim fotoğrafları ve savaştan sonraki halini, mimari çizimleriyle birlikte ele aldım. Bu 33 eserin yüzde 90'ı Osmanlı döneminden. Bunların zarar boyutları hep farklı. Bu yüzden genelleme yapmak zor. Örneğin, Hüsreviyye Medresesi tamamen yıkılmış vaziyette ama başka bir eser olan Adliye Camii'nin sadece minaresi ve kubbesi zarar görmüş. Ulu Cami mesela, minaresi yıkılmış durumda, iç kısmı da hasar görmüş. Aslında bilimsel bir çalışma olması gerekiyor. Savaştan sonra oturup tek tek hasar boyutu tespit edilir ama şu anda genel olarak konuşacak olursak ciddi bir hasar durumu söz konusu. Gerçekten bu hasarın savaştan sonra onarılabilmesi için büyük bir finans desteği olması lazım. Ve bunu kim yapacak? Nasıl ve kimin tarafından yapılacağı da çok mühim. Şimdi bakıyorum, Suriye ve Halep halkı ya göç etmiş vaziyette yahut şehit olmuş. Geçenlerde Berlin'de Suriyeli arkadaşlarla konuştum. Çoğu geri dönmek istemiyor Halep'e. Bu da tehlikeli bir durum. Diyelim ki tekrar inşa ettik ya da restore ettik şehri. Orada yaşayan, oranın insanı olan Halep halkı şehre dönmezse kimin için inşa edilecek yeniden? Bu da ayrı bir soru işareti. Dolayısıyla bu insanları savaştan sonra nasıl cezbedebiliriz, nasıl tekrar kente dönmelerini sağlayabiliriz, nasıl iş imkânları yaratabiliriz, bu da ayrı ve derin bir konu. Üzerinde çalışılması gereken bir başka durum. Savaş sonrası Halep'in yeniden inşası sürecinde UNESCO gibi bir örgütün bu işin içine girmesi gerekiyor.
Halep, UNESCO'nun dünya mirasına aldığı şehirlerden biri. Bahsettiğiniz üzere kent savaş esnasında çok ciddi tahribata maruz kaldı. Savaşın başlamasından bu yana UNESCO'nun bir tepkisi oldu mu, herhangi bir şey söylediler mi?
Bir tepki oldu ama bu çok zayıf bir tepkiydi. Sadece bütün bunların yanlış olduğu söylendi. Çünkü UNESCO zayıf bir kurum. Veya şöyle diyebiliriz; hem UNESCO çok zayıf hem de kim UNESCO'yu dinliyor ki? UNESCO diyor ki lütfen bu tarihi kentin içinde savaş yapmayın, savaş başka bölgede devam etsin ama kimin umurundaki bu? Dolayısıyla aciz kalmış diyebiliriz. Bu savaşta hiçbir rol alamadı ancak şöyle yapıyor bazen, onu takip ediyorum, bazen çalıştay gibi konferanslar düzenleyip, hep savaştan sonra ne yapabiliriz diye konuşuyor. Arşivleme konusundaki bir konferansa ben de katıldım. Bu konferanslarda kimse bu savaşı nasıl durdurabiliriz diye konuşmuyor. UNESCO'ya da kızamıyorum çünkü dediğim gibi, bu UNESCO'yu aşan bir durum.
Bir Halepli olarak şehrin sosyolojik durumundan da bahseder misiniz? Arabı var, Türkü var, Kürdü var, Ermeni'si, Süryani'si var… Birçok farklı etnik kimlik asırlardır beraber yaşıyor.
Biraz önce bahsettiğim gibi Halep çok farklı medeniyetlere sahip olmuştur. Dolayısıyla insanları da öyle… Halep birçok farklı dine ve uyruğa sahiptir. Dolayısıyla, çok farklı mahalleler var. Süryani, Kürt, Hıristiyan, Ermeni hepsi bir arada ama Halep'in yüzde 80'i Müslüman'dır. Şu çok önemli; ben liseye kadar Suriye'de yaşadım, hep iç içe yaşadık. Hıristiyanlar Kurban Bayramı'nda gelip bizimle bayramlaşırdı. Biz de onların bayramlarında gidiyor, tebrik ediyorduk. Güzel bir iletişimimiz vardı. İç içe yaşadık yani yıllarca. Tabii bu savaştan sonra nasıl olacak bilmiyorum ama Halep dışında başka bir şehirde görmedim ben bu zenginliği. Farklı farklı insanların huzur içinde, iç içe yaşaması çok güzel bir şey.
Mesela Beyrut da çok kültürlü bir şehir ama Halep gibi değil. Müthiş bir kaos var orada. Farklılık çok ciddi bir çatışma oluşturuyor.
O yüzden bunu bir tek Halep'te gördüm. Gerçekten iç içe, iletişimde hiçbir sorun yoktu Ermenilerle, Türklerle, Kürtlerle…
Eski İstanbul gibi yani. Rumlarla Türkler bir arada, Ermenilerle de. Aslında savaş öncesinde Halep tam bir Osmanlı şehri gibiydi diyorsunuz.
Kesinlikle ben de onu savunuyorum, Halep bir Osmanlı şehri.
Mimarinin yanında sosyolojik olarak da kültürel olarak da bir Osmanlı şehri...
Mimariyle sosyolojiyi ayırmıyorum ben, imkânsız bir ayrım olur bu. Bir şehri ele aldığınızda o şehre bütünsel olarak bakmamız lazım. Mesela çarşı deyince sadece mimari değil o çarşının hissi, o satıcıların iletişimine bayılıyorum ben. O da bir kültür. Satıcının malını nasıl tanıttığı, insanlarla, müşterilerle nasıl muhatap olduğu, dürüstlüğü gibi birçok unsur bir bütün. Camisi de öyle, sokak kültürü de öyle. Dolayısıyla şehir deyince, birçok unsur tarafından tamamlanmış bir yapı beliriyor zihnimde. Hem sokak mimarisi, hem toplumsal yaşam şekli. Bunlar hep iç içe olmuş.
Halep'te yaşayan yakınlarınız var mı? Onların durumu nedir şu anda?
Olmaz mı… Halep'te hâlâ kalmak isteyen bir sürü insan var, Halep'i terk edemeyen bir sürü insan var. Çünkü insan vatanından ve o zenginlikten ayrılmak istemiyor. Benim burada kurulu bir düzenim olduğu halde hâlâ gözüm orada, bir an önce dönmek istiyorum Halep'e. Ailem ve akrabalarım hâlâ Halep'te. Halep'i terk edemeyen insanlar var ve bunlar çok fedakârlık yapmış insanlar. Terk edenleri eleştirmiyorum çünkü ben de onlardan biriydim, Halep'i terk edip de geldim, mecbur kaldım. Durum bu, anlatması çok zor. Allah kimseye göstermesin. İnsan güvenli bir yer arıyor, çocuklarının geleceğini düşünüyor. Niye gitti, niye yaptı bunu yargılamak bana çok yanlış geliyor. Belki yüzde 70'i vatanını terk etmek zorunda kalıp Türkiye'ye veya farklı ülkelere göç etti. Bu acı, çok acı…
Halep'in nüfusu savaş öncesi yaklaşık 2 milyon iken savaş sonrası göçler ve ölümlerle 300 binlere düştüğü söyleniyor.
Evet. Halep'teki insanlarla görüşüyorum, ailem dâhil olmak üzere. Biz buradayız, savaş bitecek ve biz Halep'i tekrar imar edeceğiz ve Halep hep canlı kalacak diyorlar. Bu insanlar hâlâ bu ümitle yaşıyorlar. Halep terk edilmiş değil. Halep halkı hâlâ inanıyor ki bunlar da geçecek ve bir gün tekrar Halep eski haline kavuşacak. Ben de o şekilde düşünüyorum ve savaş bitsin de tekrar kendi memleketime kavuşayım diyorum. Bu benim en büyük ve en güzel hayalim.
Halep sizin için ne ifade ediyor? Halep ve Suriye'nin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Savaşın sonunda kazanan sizce kim olacak?
Ben Halep'te doğdum, liseye kadar orada yaşadım. Halep benim için bir ana gibi. Doğru şeyleri öğretti bana Halep, dürüst olmayı, sadık olmayı verimli olmayı, sabırlı olmayı… Bunların hepsini Halep'ten öğrendim. Bu yüzden Halep benim için bir ana. Birçok farklı şehre gittim ve oralarda yaşadım ama İstanbul ise Halep'ten sonra en çok etkilendiğim ikinci şehir oldu. O yüzden İstanbul da benim için bir sevgili. İstanbul bana çok şey kazandırdı. Ben gerçekten burada olmayı da bir avantaj olarak görüyorum ama şimdi bana Halep'i anlat derken, 'Anneni anlatır mısın' der gibi soruyorsunuz. Anlatılmaz! Ben Halep'i öyle görüyorum. Şu anda Halep sanki kötü bir 'ameliyat geçiriyor.' Ümit ediyorum iyileşecek, ümitliyim. İyileşeceğini düşünüyorum. Allah'a dua ediyorum. Halep bunu hak etmedi. Sonrasında ne olur bilmiyorum ama gerçekten savaştan sonra karşımızda inanılmaz problemler olacak. Nasıl toparlanır bilmiyorum ama şunu da savunuyorum: Halep, Halep halkıyla yaşanır. Dolayısıyla benim ümit ettiğim şey, dağılmış insanların Avrupa'dan ve İstanbul'dan Halep'e dönüp tekrar Halep'i yaşatması.
Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Mahmud Zeyin El Abidin kimdir?
1968 tarihinde Halep'te doğdu. Lisans eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde tamamladıktan sonra memleketine geri döndü. Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı(ÇEKÜL) Suriye temsilciliği, Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı'nda (TİKA) da müşavirlik yaptı. Gerçekleştirdiği çalışmalarla çeşitli ödüllere layık görüldü. Birçok ülkede fotoğraf sergileri ile yer aldı. 2012'de Türkiye'ye yerleşerek Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Halen bu görevine devam etmektedir.