Güven Adıgüzel: Şark'ın melikesi: Halep

Şarkın melikesi: Halep
Giriş Tarihi: 2.1.2017 17:46 Son Güncelleme: 3.1.2017 10:02
Güven Adıgüzel SAYI:31Ocak 2017
Yere düşmüş bir şehri; sanatçıları, âlimleri, şairleri ve mimarları ayağa kaldırır ancak. Bu yükü omuzlayıp altına girecek olan, şehrin kulağına kurtuluş parolasını fısıldayacak olan onlardır. Her şehrin bir kaderi var. Sanatçılar da bu kaderin ortağıdır. Sineması, müziği, edebiyatı, mimarisi, şiiri ve ilim-kültür havzasıyla şen olsun Halep şehri!

Halep, süt veren şehir... Doğu'nun kraliçesi. Bereketli, zengin... İhtişamı isminden büyük. Halep vilayeti bir zamanlar Gaziantep'in de bağlı bulunduğu çok yakın bir eyaletti bize, ki mecazlar coğrafyasında hâlâ öyle sanılır ve sayılır. Halep, İslam ili. Yedi kapılı çarşısındaki her bir kapının bir başka doğu masalına ev sahipliği yaptığı '1001 gece' uzunluğundaki süt şehir. Nesîmî'nin yüzülen derisinin, Agatha Christie'nin Şark Ekspresi'ndeki cinayetinin, Kerem'in Aslı'nın ateşine düşerek yanıp kül olduğu yerin ve arşın buradayken hâlâ yerinde durabilmenin adıdır Halep. Binlerce kez yıkılmış, binlerce kez dirilmiştir.

Şark'ın melikesi Halep'ten bize kalan, üzerinden koca bir Moğol ordusu geçmiş 15'inci yüzyılın kadim bir silueti sanki. Coğrafi adlandırmalar kültürel varoluşlarla kaimdir. Şark'ın melikesi, kan ve tuz dolu gözleriyle bakıyor şimdilerde dünyaya. Şehirler yıkılır ve yeniden kurulur. Tarihin akışı içerisinde neredeyse olağan bir sistematiktir bu. İş ki şehri yeniden kuracak, inşa edecek o ruh 'tahrip' edilmemiş olsun. Halep binlerce yıllık o soylu ruhuyla bu imara talip olacak kadar kadim ve güçlü bir şehir. Yorgun bir bilge. Bugün koca bir yıkıntıya dönüşmüş gibi görünse de aslında 15'inci yüzyılda bundan daha kötüsünü de yaşamıştı. Ama ayağa kalkmasını bildi, yaralarını sardı ve yeniden o eski parlak, süt veren bereketli günlerine kavuştu. Geceler güne kavuşur. Halep'i bekliyoruz.

Halep, geçmişte olduğu gibi bugün de İslâm coğrafyasının en önemli şehirlerinden biri olarak, varlığını kuşatan o vahşi zalimliğe karşı ruhunu/kalbini korumaya çalışıyor. Osmanlı'nın mühür sahibi ilim şehirleri arasında yer aldığı o kıymetli yılların bir nişane gibi asılı durduğu göğsü, derin bir yarayla sınanıyor şimdi. Derin ve içe dönük. Halep her dem bir ilim, irfan, sanat, musiki ve kültür yurduydu, her şeye rağmen bugün de öyle. Külleriyle dertleşen bir 'Anka kuşu' gibi yeniden doğacak, cenazelerini kalbine gömerek tekrar kurulacak ve bir kez daha o kadim ihtişamıyla tarihe haykıracaktır; "Arşın ordaysa Halep burada!"

Yere düşmüş bir şehri; sanatçıları, âlimleri, şairleri ve mimarları ayağa kaldırır ancak. Bu yükü omuzlayıp altına girecek olan, şehrin kulağına kurtuluş parolasını fısıldayacak olan onlardır. Her şehrin bir kaderi var. Sanatçılar da bu kaderin ortağıdır. Sineması, müziği, edebiyatı, mimarisi, şiiri ve ilim-kültür havzasıyla şen olsun Halep şehri!

Halep'in sineması

Halep ve sinema deyince aklımıza hemen çektiği üç önemli epik filmle ufuk açan Doğu'nun en büyük yönetmenlerinden Mustafa Akkad gelir. Halep sokaklarında sinema yapmayı düşlerken cebindeki 200 dolarla Amerika'ya sinema eğitimi almaya giden o dâhi çocuk... Benzer tarihlerde Halep'ten İstanbul'a göç eden Ömer Efendi'nin oğlu olan bir başka Akad daha var. Türk sinemasının ustasız ustası Lüfti Akad'dan söz ediyorum. İki sinema bilgesi Akkad ve Akad aynı coğrafyadan geçip Halep'in kaderinden sinema üzerinden birlikte pay almışlardır.

Mustafa Akkad'dan daha önce Halep'ten Hollywood'a transfer olan John George'u (Tufei Filthea) da hatırlamak lazım. Hem sessiz hem sesli film döneminde hem de televizyonda başarılı bir oyunculuk kariyeri elde eden 1898 Halep doğumlu aktör, rol aldığı onlarca filmle sinemanın ilk döneminde -yaşadığı büyük fiziksel zorluklara rağmen- oyunculuğunu ispat ederek, ismini Hollywood'da aktör olarak kabul ettirmiştir.

Halep 60'lı yıllarda kalabalık sinema salonlarıyla dünya sinemasının seçkin örneklerinin izlendiği bir kültür şehri olarak biliniyor. Beyaz perdenin büyüsüne eşlik eden Halep, sinematografik sokaklarıyla da özgün bir kimliğe sahip olmuş her zaman. Bilindiği üzere Suriye sineması genel anlamda devlet destekli bir yapıya sahip olması ve yönetmen adaylarının Sovyet sinema okullarında eğitim aldıktan sonra ülkelerine gelerek film yapmaları, sinemalarının genel karakteristiğine de fazlasıyla yansımıştır. Bu anlamda Batılılar tarafından tanınan ilk yönetmenlerden biri Halepli Samir Zikra'dır. 1983 yapımı The Half-Metre Incident filmi ilk dikkat çekici çıkışı olarak kabul edilir. Uluslararası festivallerde takdir toplayan 1998 yapımı A Land for Strangers filmiyle bu başarısını pekiştiren bir isim olmuştur Zikra. '34'üncü Uluslararası Torino Film Festivali'nde Kapısız Evler belgeseliyle kazandığı ödülünü Halep'e ithaf eden ve rejim tarafından tutuklanan kayıp Halepli yönetmen Avo Gabrielyan'ın; "Halep'i, annesi olan Suriye'nin kucağında tahrip ediyorlar" sözü hâlâ aklımızdadır. Halep'in sineması, Mustafa Akkad'ın babasının ufkudur aslında. Suriye'nin en parlak yönetmenlerinden Usama Muhammed ile bitirelim; "Örneğin; Suriyeli katilin hayal gücünde bugün sizin ve bizim gördüğümüz eşekler manzarası vardır. Aranızda eşek sahnesini gören var mı? Hiç kimse. Bu sahnede silahlı Suriyeli bir asker grubunun birkaç eşeği belli alanda topladığını ve ardından onlara ateş ettiğini görüyoruz. Eşekler yere düşüyor. Burada dikkat çekici olan şey, sahnedeki korkunçluktur. Korkunç olan, eşekleri teker teker öldürmek değil tek bir karede toplamaktır. Yani sinema diliyle sahneyi izliyorsunuz ama arka planı görmüyorsunuz, sadece eşekleri görebiliyorsunuz. Eşekler öldürülüp yere düştüğünde arkalarındaki doğa manzaralı arka planı görebilirisiniz. Maktulün yarattığı sinemada ise zenginliği ve insanlığı, zekâyı ve alaycılığı görebilirsiniz. Barışa, özgürlüğe ve adalete çağrı yapıldığını görebilirsiniz. Bana göre bugünkü sinemada katil rolündeki rejim kendisini Allah yerine koyuyor. Ona karşı çıkan kişi kâfir ilan ediliyor ve öldürülmesi gerekiyor. Diğer taraf ise özgürlüğü ve adaleti isteyen Suriye halkıdır. Suriye halkının zekâsını anlatmaya vakit yetmez. Suriye halkının bugün yaptıkları ise barış, alaycılık ve özgürlükten vazgeçmemektir."

Halep'in müziği

Itrî'nin torunlarından eski Suriye Başbakanı, Halepli Muhammed Naci Itrî ile başlamak gerekir. Bundan daha güzel bir başlangıç olamaz herhalde. Coğrafyanın dev bestekârı Koca Itrî'nin müziğin icazet şehrinden çıkmış başbakan torunu. Ama dönemin Memluk valisi tarafından akıl hastalarını müzik yoluyla tedavi ettirmek amacıyla yaptırılan Halep Bimaristan'ı da, Halep'in müziğini anlamak için yapılmış bir başka derin başlangıçtır. Müzik şifadır el-hak. Halep ilinde de olan budur. Şehr-i şifa Halep'in dünyaya hediyesi de Sabah Fahri'dir, İbrahim Tatlıses'in Halep şubesi. Keşke birlikte Ortadoğu turnesine çıksalardı. Uzun düet kayıtları olsaydı keşke elimizde.

Halep, müziğin 'icazet' şehridir. Aynı ticaret kervanları gibi, usûl de Halep'ten geçer. Yıllar içinde oluşan bu müziğin karakteristiğini Ruba El Cemal, Sabah Fahri, Miyade Hannavi, Mahmud Hayri, Sadi Cemil, Lena Şamamyan, Nur Muhanna ve Ömer Gülcan gibi değerli isimler oluşturur. Mısır müziğinin etkisindeki Arap coğrafyasının bu baskın ekole bayrak açan iki özgün akımından biridir Halep. Feyruz'un tahtına aday gösterilen, Ortadoğu'nun en berrak ve en yakıcı seslerinden Lena Şamamyan Halep Konservatuarı'nda aldığı Klasik Doğu Müziği eğitimiyle Halep'in rahle-i tedrisinden geçmiş bir isimdir. Sabah Fahri de aynı konservatuardan mezundur. Sağlam bir müzikal temelin, usulün ve icazetin ilk şartı Halep'tir. Halep'te müzik eğitimi alan Suriye'nin ilk ve en önemli Türkmen sanatçısı Ömer Gülcan da 80'li yıllarda Halep'in gazinolarında ve düğünlerinde sahne alarak başlamıştır müzik hayatına. Türk musikisi bestekârı ve ses sanatçısı Sadi Hoşses de Halep doğumludur mesela, 'Türk Elvis'i' Erol Büyükburç'un eğitimini Halep'teki Frere Maurice de aldığını biliyoruz.

Şimdi Halep'te bütün türkülerin boynu büküktür. Ama Sabah Fahri'nin söylediği Halep türküleri bir umut olarak Halep'in damarlarında değilse bile ruhunda saklı duruyor hâlâ. Ada Sahillerinde Bekliyorum ile Kadduka El Mayes yatakları birbirine karışmış iki yeraltı nehri gibi arka arkaya söylendiği müddetçe de bu hep böyle. "Nerede o mis gibi leylaklar/Sararıp solmak üzere yapraklar/Bana mesken olunca topraklar/Beni yad et güzelim başın için." Antik kent Palmira'da, Rus senfoni orkestrasının şef Valery Gergiev yönetiminde verdiği Palmira İçin 'Dua' adlı o klasik müzik konseri Halep'in müziğine dâhil değildir elbette. Ama Halep'te uzun yıllar kalan Fârâbî'nin yeni bir tel ekleyerek adeta yeniden icat ettiği dertli sazı ud, Halep'in müziğini en derinden duyabileceğiniz bir mesafede durur. Kulağınızı Halep'e dayayın.

Halep'in edebiyatı

Halep '1001 gece masallarına' ait bir şehirdir. Edebiyat, tahkiye, anlatı ve hikâyeler binlerce yıldır bu şehrin damarlarında gezinip durur. 19'uncu yüzyılda gelişmeye başlayan Arap Nahda Hareketi kapsamında atılan ilk adımların, modern dönemin klasik dil-edebiyatının canlandırılması ve eski eserlerin benzerlerinin ortaya konulabilmesi için gösterilen çabayla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Modern Halep edebiyatı, dönemiyle düşünecek olursak eğer ağırlıklı olarak Fransız etkisi altındadır. Nahda Hareketi kapsamında kadının yeri ve diğer toplumsal sorunlar hakkında yazan Mariyânâ Marrâşa memleketi Halep'i temsil eder. Marrâşa şiirlerini Bintu Fikr isimli divanında toplamıştır. Nahda Hareketi'nden ilerleyerek biraz daha yakın tarihe gelirsek; Kuzey Rüzgârları romanıyla büyük bir ilgi toplayan ve rejime karşı eleştirel tavrı yüzünden 2001 yılında ülkesinden sürgün edilen Halepli Nihad Sirees, edebi açından Halepli sayılan Hemingway ödüllü yazar Miriam Antaki ve Nefrete Övgü romanıyla tanınan, "yazmak çaresiz ve çıplaktır" diyen Halid Halife yakın dönemin Halepli romancıları arasındadır. Halep'in onurlu çığlığı Halid Halife'nin 2012 yılında yazdığı bir mektupta dünyaya seslenişi asla unutulmaz: "Yakın dünya tarihi Suriyeli devrimcilerin bütün şehir ve kasabalarda sergilediğince bir yiğitlik, cesaret ve kahramanlığı görmediği gibi, katliamlara ve bir halk soykırımına ortak olmak şeklinde kabul edilebilecek bir suskunluk ve vurdumduymazlığa da şahit olmamıştır. Benim halkım, barış, kahve ve müzik halkıdır. Umarım bütün bunları bir gün tadarsınız. Gülleri ve nefis rayihalarını bir gün koklarsınız. Ancak bilmelisiniz ki işte tam bu sıralarda dünyanın kalbinde bir soykırım söz konusudur ve bütün dünya dökülen kanımıza ortaktır"

Halep'in edebiyatını bize akan tarafıyla incelediğimizde, karşımıza ilk resmi Osmanlı vakanüvisi ünlü tarihçi Halepli Mustafa Naîmâ Efendi çıkar. Kudretli bir yazar ve cesur bir tarihçidir Naîmâ. Şehzade Mustafa'nın son anında söylemiş olduğu o can yakıcı beyiti Naîmâ'dan öğreniriz: "Nâsiyemde kâtib-i kudret ne yazdı bilmedüm/Âh, kim bu gülşen-i âlemde hergiz gülmedüm." Türk edebiyatının ilk kadın romancısı Fatma Aliye Hanım meşhur romanı Udî'yi babasının görevi nedeniyle gittiği Halep'te hayatına tanık olduğu Udî Bedia'nın hikâyesi üzerine kurgulamıştır. Fârâbî'nin Halepli udîsi tarihe bir kez daha bu romanla geri dönmüştür. Vuslat Ö. Bener'in babasına ithaf ettiği şiiri de Halep'ten geçer. 1922'de yurtdışı sürgünü başlayan Türkçenin duru kalemi; Kirpi, Kirpi-i Nâtüvan, Aydede, Mübeccel Halid, Vak'anüvis, Rehak ya da Refik Halid Karay Suriye vatandaşlığını kabul ederek, kültürel ortamın bir hayli canlı olduğu Halep´te Doğruyol ve Vahdet gazetelerini yönetmiş, sürgün ve gurbet hikâyelerini burada yazmıştır. Karay'ın 1931 yılında Halep'teki Araks Yayınevi tarafından Bir İçim Su kitabı yayımlanır. Deli (Halep 1929), Bir Avuç Saçma (Halep 1932) ve Yezid'in Kızı (Halep 1937) yine Refik Halid'in Halep bereketidir. Pertev Bey'in Kızları serisiyle, Osmanlıdan Cumhuriyet'e yaşanan dönüşümün travmasını dikkat çekici bir üslupla anlatan Münevver Ayaşlı da Halep'te bir Alman mektebinde eğitim almış, Geniş Ufuklar ve Yabancı İklimler kitabında 1915 Halep'ini anlatmıştır.

Halep'in şiiri

Halep ve şiir başlığı elbette Nâbî'yle açılır. 17'nci yüzyıl divan şairi Nâbî'nin kabri Üsküdar'a, kalbi ve kalemi Halep'e aittir. Nâbî edebi kimliği ve şairliğini uzun yıllar yaşadığı Halep'e borçludur. En kıymetli eserlerinden Hayriye'yi bu şehirde yazıp, divanını yine burada düzenlemiştir. Nâbî Halep'in her daim baş şairidir. 1590-1594 yılları arasında Halep'te kadılık yapan Kınalızâde Hasan Çelebi'nin görev yaptığı yıllarda Halepli şairlerden oluşan dostlar meclisine ve bir edebî muhite sahip olması, 16'ncı yüzyılın ilim şehri Halep'in ne kadar canlı ve hareketli bir kültürel iklime sahip olduğunun göstergeleri arasındadır.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'yi de Halep'teki Haleviye Medreseleri yetiştirmiştir. Hanefî fakihlerinden Kemaleddin İbnü'l-Adîm'den bu şehirde ders almış, kalbini ve hüznünü Halep'e yaslamıştır Mevlânâ. Hurûfî şair Seyyid Nesîmî'nin Halep Kalesi'nde idam edilmesi bahsi de dâhildir Halep'in şiirine. (Aynı kalede İşrak bilgesi Şehabeddin-i Sühreverdi de son nefesini vermiştir) Üç yaşında Halep'te paşa torunluğu eden Nazım Hikmet'in Halep Valisi olan dedesi Mevlevi Nazım Paşa üzerinden bağlandığı Halep, başında fesi ve elinde üç tekerlekli bisikletiyle Nazım için, bir çocukluk ülkesine dönüşmüştür. Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri ve Otobiyografi ruhundan Halep geçen kederli şiirleri arasındadır. Halep Mevlevihanesi'ne kazıdığı Dergâhın Kuyusu şiirini de aynı minvalde değerlendirebiliriz. Nureddin Zengî'nin Halep valisi olması da uzun bir şiirdir ayrıca.

Halep'in mimarisi

1260 yılında Hülagû ve 1400 yılında Timur Halep'i yakıp yıkmış, şehir büyük bir yıkıntıya ve toz toprak halinde dev bir harabeye dönüşmüştür. Hem şehirden hem de içinde yaşayanlardan hiçbir iz kalmamıştır geriye. Moğollar şehrin dışına Haleplilerin kafataslarından mütevellit dev kuleler yaparak kutlamışlar zaferlerini. Halep efsunlu bir şehir, ruhu hep ayakta kalmış ve her seferinde yeniden kurulmuştur. Hep yeniden doğan Halep mimarisi, Halep'in dillere destan taş işçiliğiyle bilinir. Halk arasında sarı taş olarak adlandırılan ve Halep yakınlarındaki taş ocaklarından çıkarılan Kayşanî cinsi taşların kullanılmasıyla inşa edilen -süslemeleriyle dikkat çeken- taş evler Halep mimarisini simgelemektedir. 1516-1918 yılları arasında 400 yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kalan Halep'in mimari kimliğinin, Osmanlı'dan önce Halep'i yöneten, Selçuklu, Emevî, Eyyubî, Roma ve Memluklu çizgisinin de etki alanını korumasıyla kozmopolit ve çok kültürlü bir mimari zenginlik içerdiği söylenebilir. Ama günümüze değin ayakta kalmayı başaran mimari dokunun büyük bir kısmı Osmanlı dönemine aittir. Halep bir Osmanlı şehri olarak nefes alır. Şehirdeki Mimarbaşı Koca Sinan'a ait iki eserden; Adliye Camii'nin kubbe ve minaresinin hasarlı, Hüsreviye Külliyesi'nin ise dinamitlendiği için artık tamamen yok hükmünde olması, şehrin mimari olarak nefes almasını güçleştirmiştir. Mimar Sinan'ın Halep'teki iki önemli imzası Halep'in Osmanlı mührüdür. Han ve kervansaraylarla örülü Halep Kapalı Çarşısı 12 km uzunluğu ve göz alıcı mimarisiyle, Halep Kalesi ve Halep Ulu Camii gibi şehre karakteristik kazandıran, önemli kimlik kartlarındandır. Eski Halep ve yeni Halep mimari açıdan birbirine eklenerek koca bir bütünü oluştururlar. İki şehir, iki dünya, iki nehir…

Yerel Halep mimarisi ile Osmanlı mimarisinin harmanlanmasıyla yıllar içinde oluşmuş sakin bir üslubun hâkim olduğu cennetmeşâm Halep şehri, dar ve kemerli sokakları, ihtişamlı dini yapıları, köprüleri, medreseleri, hamamları, çarşıları ve taş evleriyle İpek yolu kavşağında kök salan tarihi bir kültür yurdunu temsil etmektedir. Sırlı bir mühürdür Halep. Kedilerini ve kuşlarını geride bırakmaya gönlü elvermeyen insanlar yaşar bu şehirde, hem de 3000 yıldan beri.

*** Bir kitap önerisi; Abraham Marcus/Modernliğin Eşiğinde Bir Osmanlı Şehri: Halep

BİZE ULAŞIN