15 Temmuz Gecesi Çengelköy’de Neler Yaşandı?
15 Temmuz 2016 Cuma sabahı Çengelköy normal bir sabaha uyandı. Esnaf ağır usuldan dükkânlarının önünü süpürüyor, kahvaltı yapmak isteyen insanlar sabah mahmurluğunu üzerlerinden ata ata Boğaz'ın bu şirin semtine doluşuyordu. Martı seslerinin arasına karışırken denizden gelen motorların sesi, bir esnaf diğerine günaydın deyip hal hatır soruyor, bir kedi kokoreççiden aşırdığı bir iki parça yemeği saklamaya çalışıyordu. Çınaraltı kalabalıktı yine gün ikindiye devrilirken, deniz kenarındaki oltacılara bir çift lüfer vururken, iskeleye yanaşırken Şirket-i Hayriyye'nin beyaz kanatlı vapurları, kimse olacaklardan haberdar değildi. Tüm yurtta ve özellikle İstanbul'da olduğu gibi payitahtın bu en eski semtlerinden Çengelköy de hıyaneti yaşadı. Kendi semtinin askeri okulundan gelen asker kıyafetli hainler, yirmi küsur canı aldı Çengelköy'ün elinden. Başta semtin muhtarı Can Cumurcu ile beraber yüzlerce kişi de yaralandı kendi semtinde, mahallesinde, sokağında, evinin önünde. Ve Kerimehatun Camii'nden salalar okundu. Halil, Mustafa, Burak ve daha onlarcası yere düşüp şehit oldu. Şehit kanıyla yıkanan Çengelköy hainlere, fesatlara ve düşmanlarına inat küçük bir semtin büyük bir direnişi olarak geçti işgal girişiminin tarihine. Biz ona artık Gazi Çengelköy desek yeridir.
Çengelköy Muhtarı Can Cumurcu:
"Bu bir darbe değil, işgal girişimiydi"
15 Temmuz gecesi Beyazköşk tarafında işlerim vardı. Saat 10 sularında eve geldiğimde oğlum, "Baba dışarıda acayip bir hareketlilik var" deyince, "Ne güzel işte oğlum, olsun" dedim. "Baba başka türlü bir terslik var, askerler geçti" dedi. "Geçer, askeri kışla var burada normaldir" dedim. "İtfaiyenin oradan geçti" deyince o zaman şüphelendim. Bir komşumuz geldi ağlayarak, kızının köprüde kaldığını, gelemediğini söyledi. Ben de karakol amirini aradım. Durumun ne olduğunu sorunca amir, "Anlamadığımız bir durum var" dedi. Kimse tabii aklına darbeyi getiremiyor. Köprüye bir terör saldırısı olabileceğinden falan şüpheleniyor herkes.
Karakol amirinin yanına gittim, odasında otururken köprünün üstünde tankları görünce anladım durumu. DAİŞ saldırısı olsa polis var, özel timler var, onlar gelir, askerin ne işi var? Aklıma birden Tayyip Bey'in İstanbul koruma müdürü geldi. Müdürü aradım. Müdür bey büyük bir sıkıntı olduğunu söyledi. Ben de "Beyefendi'nin durumu nasıl" diye sorunca "Bir sıkıntı yok, uçağı birazdan kalkacak, siz oraya mukayyet olun" dedi. Öyle deyince benim kafamda olay şekillendi. Karakol amirine anonsları sordum; amir, emniyet müdürünün devamlı birileriyle kavga ettiğini söyledi. Amire, "Darbe girişimi var, kaç polisimiz var, mühimmatımız var mı?" diye sordum tekrar. "Ben emniyet aşamasını bilmem ama mahalleyi gerekli şekilde yönlendirebilirim, ne yapacağız?" deyince, amir emniyet müdüründen talimat bekleyeceğimizi söyledi. Saat onu yirmi geçe Kuleli istikametinden silah sesi gelmeye başladı. Koşarak karakolun önüne çıktım, baktım bir tane manyak havaya G3 sıkarak geliyor. Yanına doğru yaklaştım, "Hayırdır yavrum kafan mı iyi senin" dedim. "Çabuk lan boşaltın burayı, ordu yönetime el koydu" dedi. "Yavrum ne içtin sen, burası çoluk çocuk kaynıyor, ne içtin de böyle konuşuyorsun" deyince sinirlendi bu. Sinirlenince silahı bana yöneltti ama ben farkında değilim, mücadele ederken arkamda Çengelköy'ün gençliği birikmiş. Gençler hareketlenince bu havayı taradı ve Durak Büfe'ye kaçtı. Ben hâlâ bağırıyorum. O ara birkaç tane vatandaş da sanki olayı hükümet yapıyormuş gibi saçma sapan laflar söylüyordu, bir yandan da onlara laf yetiştiriyordum. Hatta birisi "Ordu dışarı çıktıysa bir bildiği vardır" diyecek kadar vatan hainiydi. Bu memlekette siyaset yapmış insanlar bunlar. Asker o sırada aynı tepkiyi büfeden de alınca havaya sıkarak Kuleli istikametine kaçmaya başladı. Biz o askeri benzin istasyonunun oraya kadar kovaladık. Sonra karakola döndüm. Çocuklara barikat kurun dedim. Barikatları kurdular. Cumhurbaşkanımızdan haberimiz yok, hiçbir şey duymamışız daha. Kendi kendimize örgütlemeye çalışıyoruz mahalleyi. Bütün araçları karakolun önüne çaprazlama çektirdim. Hem içeri giremesinler hem de Çengelköy'den köprü tarafına geçişi kapatalım istedim. Yavaş yavaş karakolun önünde biriken gençleri teyakkuzda beklettim.
Saat 22.45'i buldu. Eve geldim iki rekât namaz kıldım, abdest tazeledim, anladım ki bu gece uzun olacak. Üzerimde ne kadar para, anahtar ne varsa bıraktım. Hanım ağlıyor, o sırada da TRT bildiriyi okudu. Kızım, "Baba ben de geleceğim" dedi, "Kızım duruma bak ona göre ben gittikten sonra gelirsin" dedim. Saat 23.15 civarında bekliyoruz hâlâ. Tayyip Bey'in 3G bağlantısını görünce hemen gençlere evlerine gidip hazırlanıp caddeye inmelerini söyledim. Bu arada ulaşabildiğim mahalle teşkilatlarını arıyorum. Bazıları ilçeye geçmiş. "Ya Kısıklı'ya konuta çıkın yahut Çengelköy'e dönün" dedim. Biz artık beklemeye geçtik, yoğunluk başladı. Saat 23.30'u buldu, Kuleli'den de ateş sesleri başladı. Hedef gözeterek, uyarı yapmadan sıkmaya başladılar. O sıra otuz saniyeliğine karakola girdim çıktım, durumu sordum polisler de bekliyor. Koşarak çıktım gençlere projektörleri yakın hedef olacağız dedim. Birinci projektörler yandı, ikinci yanacağı sırada ben vuruldum. Gençler sonradan; "Abi seni yerden almaya çalışıyoruz, aldırtmıyorlar, devamlı üzerimize sıkıyorlar. En sonunda senin yeğen üzerine kapaklandı, ondan sonra eski muhtar Fikret Morgül ve oğlu çekip arabaya alarak götürdüler" dediler. Hastaneye gittik orası zaten kan gölüydü. Doktorlara, "Bana sakın öncelik vermeyin, en son beni gönderin buradan" dedim. Çünkü o kadar ağır yaralılar geliyordu ki… Bir vakte kadar bel altı geliyordu, bir süre sonra bel üstü yaralılar geldi hep. Mesela şehit olan rahmetli Osman Yılmaz benim yeğenim. O da rahmetli Halil Kantarcı'ya yardım ederken şehit oldu. Halil de kokoreççinin orada düşüyor.
Bu kadar hınçlı saldırmalarının nedeni çok açıktı. Biz bunların köprü ayağını ve Kuleli'den Beylerbeyi ayağını kestik. Burayı aşamadılar. Anadolu yakasındaki karargâhları Kuleli idi. Tabii bir de kendi birliklerinin olduğu yeri ele geçiremediler, kendi evlerinde yenildiler, onun hırsı kapladı. Bu, darbe falan değil bu işgal girişimiydi.
Birkaç gün sonra Genelkurmay Başkanlığı bizden fikir almak için buraya bir tane kurmay albay göndermiş. Onlara "Benim dedem de babam da Kuleli'de komutandı ama bu saatten sonra biz artık Kuleli ile beraber yaşayamayız" dedim. Bu saatten sonra neden yaşayamayız biliyor musun? Artık kan döküldü. Yirmi küsur şehit, iki yüze yakın gazi var. Artık insanlar burada üniforma görürse hoş olmaz. Bir Çengelköylü olarak âcizane fikrim, çok güzel bir spor alanı olabilir, Milli Savunma Üniversitesi olabilir, hastane olabilir. Gezi kafalıların düşündüğü gibi, birilerine peşkeş çekildiği, otel olacağı falan yok. Kaldı ki Çengelköylü de buna sıcak bakmaz.
Erdoğan Sarı (Esnaf):
"Komutan, FSM'ye Napalm bombası atın dedi"
Kafenin üst katında ortağımla beraber otururken, TV'den Boğaz Köprüsü'nün tek taraflı kapalı olduğunu gördük. Herhalde bir intihar girişimi yüzünden köprünün kapandığını düşünürken bir polis arkadaşım aradı. Telefonda, "Abi köprüyü asker kesti, ihtilal oldu," deyince "Dalga geçme benle" dedim. "Ben seni bilgilendireceğim tekrar" dedi ve kapattı telefonu. Televizyon izlemek için kafenin alt katına indiğimizde darbe girişimi olduğunu öğrenmiş olduk. Tam o esnada dışarıda silahlar patlamaya başladı. İnsanlar Çengelköy karakoluna doğru hücum ettiler. Biz de arkadaşlarla karakola doğru yürüdük. Gördük ki, biri yüzbaşı olmak üzere dört asker havaya doğru ateş ederek geri çekiliyor. Polis karakolunu esir almak istediler, halk hücum edince alamadılar ve geri çekildiler. Bu, girişimin ilk anlarıydı. Onlar geri çekilince biz de kafeye döndük. Yarım saat sonra tekrar silah seslerini duymaya başladık. Tekrar aşağı indik, bu sefer yolun her iki tarafından geliyorlardı. Teslim olmayanı, kaçanları arkadan vurmaya başladılar. Yavaş yavaş sokak boşalmaya başladı, hava karardı ama çatışmalar devam etti. Yıllarca darbeleri yaşadığım için en korktuğum şey iç savaş oldu. İnşallah iç savaş çıkmaz dedim.
Kapalı duran cam kapıyı tuzla buz etmişlerdi zaten. Bizse üst katta kilitli kalmış olanı biteni izliyorduk. Önce alt kattan bir askerin bağırdığını duyduk. Sonra askerin biri üst kata çıkarak sertçe, "Herkes yere yatsın, kimse sesini çıkarmasın, herkes ellerini başının üstüne koysun" diye bağırmaya başladı.
Bizi dışarı çıkardıklarında gördük ki insanları yolun üstüne yatırmış, esir almışlar. Şiddetli bombalar patlıyor, "Komutanım bu ses çok güzel geldi aynı sesten bir kere daha duymak istiyorum" diyordu. Uçaklar alçak uçuş yapıyor. "Komutanım F.S.M'yi indirin, Napalm bombası atın, üzerini tamamen yakın" diyor. Saat iki buçuktan sonra gelenleri dövmeye başladı. "Nereden geliyorsun" diyor, mesela "Dondurma yedim" cevabı gelince, "Öyle mi bağlayın bunun elini" diyor. Her gelenin ellerini ayaklarını bağladılar. En son altı buçukta bir telefon geldi, arabanın arkasına geçerek konuşmaya başladı. Sonra biz çekiliyoruz dedi. Yüzbaşıyı çağırın dedi. İleride çatışma sabaha kadar devam etti, arkama dönüp baktığımda helikopterin taradığını gördüm akşam saatlerinde. Onlar gittikten sonra polisler geldi. Yalnız bir polis arabasında üç tane asker getirdiklerini gördük. Biz tabii karakola hücum ettik. Sandık ki, bize zulmeden o albay yakalandı. Gelenin o albay değil binbaşı olduğunu öğrendik. Mürsel Çıkrıkçı sonradan yakalandı. Bizim esnaf olarak önceden Kuleli'deki komutanlarla aramız iyiydi her zaman. Ondan önceki komutan daha önce bizi davet etti biz de gittik. Bize de üzerinde Kuleli'nin resmi olan bir saat hediye etmişti. Mürsel Çıkrıkçı çok kısa bir süre önce Kuleli'ye tayin olmuş zaten.
Ben tabii hep şunu söyledim: Bu komutanın yüz hatlarını iyi tanıyalım.
Kadir Akbulut (Esnaf):
"Çocuklar babasız da büyür ama vatansız asla!"
Darbe girişimi olduğunu duyduğumuzda dışarı çıktık hemen. Bizim lokantanın karşısındaki Durak Büfe'de Osman abimin bir yüzbaşıya bağırdığını gördüm ilk olarak. Ne oluyor diye sorduğumda yüzbaşı, ordunun yönetime el koyduğunu ve dükkânlarımızı kapatmamız gerektiğini söyledi. Kendisine "Bu işi tek başına mı yapacaksın?" dedim. Yıllardır burada esnaflık yaptığım için gençlik filan sözümü dinler sağ olsunlar. Ben yüzbaşıya böyle dediğim anda yanımdakiler yüzbaşının etrafını sarmaya başladılar. Böyle olunca kendisi bizi vurmakla tehdit etti. Ben de, "Vursana o zaman. Sen halkına karşı silah doğrultmaya utanmıyor musun?" dedim. Mermiyi silahın ağzına verince bizim çocuklar yüzbaşının arkasını sardılar. Bu sarıldığını fark edince panikledi, tek başınaydı zaten. Sonra kapının ağzına çıktı ve ateş ederek kaçmaya başladı. Hani olayların bu noktaya varacağını kestirebilsek o an, onun kaçmasına müsaade etmezdik zaten. Karakolun önüne barikat kurduk daha sonra. Yolu kapattığımızda bir astsubayın geldiğini gördük. Darbe oldu nereye gidiyorsun diye sorduğumda, "Darbe filan yok, bizi göreve çağırdılar oraya gidiyoruz" dedi. Orada direnen halkla bu astsubayı geri gönderdik ve sonrasında hep beraber karakolu korumaya karar verdik. Kuleli'den askerler geldiğinde ortalık karıştı ve vurulanlar oldu. Muhtar Can yaralandı karakolun önünde. Biz arabaları siper etmişiz kendimize duruyoruz orada ama adamlar acımadan sıkıyorlar. Arabaların atılan kurşunlarla delik deşik olduğunu görüyorduk. Bir tane çocuk karakolun önünde vurulunca atlayıp alayım dedim, "Abi gelme çok ateş var" dedi. Düşünün o can havlinde çocuk bizi düşünüyor hâlâ.
Bütün bu manzaraya şahit olunca biz de elimizde ne varsa kendi imkânımızca karşı koymaya başladık onlara karşı. Olaylardan sonra şunu düşündüm. Hani gecenin başında gelen yüzbaşı vardı ya aslında o, bizim semte hâkim bir noktayı ele geçirmek için gelmişti. Yani buradan bizi çok daha rahat tarayacaktı. Zaten adamların doğrudan vurmak için geldiği o kadar belliydi ki…
Polis memuru Tuncay kendini karakolun içine attı mühimmatı bitince. Bu arada ben de vuruldum. O esnada darbecilerin arka sokakları da sarmaya başladığını fark ettik. Girmeye başladılar Çengelköy'e. Şurada bir beyaz eşya bayii var. Arada bir yerde eğer oradaki kurşun izlerine bakarsanız ne anlatmak istediğimi daha iyi anlarsınız sanıyorum. Adamlar oradan ateş ede ede geliyor. Bir çocuk ateş edildiğini görünce çekilerek geliyor bu sırada. Gözümün önünde o çocuğun birden düştüğünü gördüm.
Adamların şakası, merhameti yok. Direnen, kaçmaya çalışan herkesi gözlerini kapatıp vuruyorlar. Rahmetli Burak mesela, tam olarak ışıkların orada vuruldu. Daha sonra babasına ziyarete gittiğimizde bize şunu söyledi; "Burak sizin de vurulduğunuzu duyunca arabadan atladı ve atlar atlamaz kurşunu yedi." Sonra işte sabaha kadar esir düştük.
Albay Çıkrıkçı ve ekibinin ruh hali o kadar tuhaftı ki, hâlâ bunları nasıl insan olarak tanımlayabiliriz diye düşünmeden alamıyorum kendimi. Aralarında bir tane astsubay vardı. Sonradan ayağından vuruldu o. Kim vurdu bilmiyorum. İfadesini alan polislere demiş ki, "Psikolojim o kadar bozuk ki, Güneydoğu'da dört buçuk yıl görev yaptım. Eğer beni vurmasalardı ben herkesi öldürürdüm."
Olaylar biraz yatışıp daha soğukkanlı düşünmeye başlayınca insan ister istemez soruyor kendine, "Neden Çengelköy'e bu kadar yüklendiler" diye? Herhalde karargâh olarak belirledikleri noktaydı burası.
Kuleli Askeri Lisesi'nde görev yapan ve ahbap olduğumuz birçok komutan var. Yani hep gelip gidiyorlar semte. Fakat o gece Kuleli'den çıkarak üzerimize hücum edenlerin hiçbirini tanımıyorduk. Sonradan öğrendik ki Albay Çıkrıkçı, olaydan iki üç gün evvel Kuleli komutanı olarak atanmış. Ve sanırım kendi ekibiyle birlikte gelmiş yeni görev yerine. Neden atandığını da yaşayarak anlamış olduk.
Allah göstermesin bugün yine benzer bir durumla karşılaşsak ben kendi adıma yine aynı şeyi yaparım. Ve eminim ki diğer arkadaşlarımız da yapar aynısını. Yapılacak başka ne var ki zaten? Bir kadının çok güzel bir lafı var. Kocasını şehit vermiş ve şöyle diyor; "Yavrumu babasız büyütebilirim ama vatansız büyütemem."
Samet Özben (Esnaf):
"'Atış serbest' dendiğini kulaklarımla duydum"
Biz o akşam her zamanki gibi cuma yoğunluğunu yaşıyorduk kafede. Darbe girişimini duyunca diğer esnaf arkadaşlar gibi Durak Kafe'nin ve karakolun önüne indik. Sonra olaylar büyümeye başladı. Vurulanlar oldu. O sırada çalışanlarımı evlerine götürdüm ve geri geldim. Geri dönerken sigara almak için bakkala uğradığımda herkesin makarna aldığını gördüm. Onlara "Durun. Bir şey olduğu yok. Herkese meydana gelsin" dedim. Neden çalışanlarımı evlerine bıraktıktan sonra ben de evime gitmedim diye düşünüyorum. Neden gideyim ki? Savaşacağım. Burası benim. Ben burada doğdum. En son 80 darbesini görmesem, yaşamasam da her şeyin farkındayım.
Çatışma sürüyordu. Herkes karakolun oradaydı. O esnada gördüğüm bir sahneyi unutamıyorum. Bir dükkânın kapısını kırıp üzerine keskin nişancı yerleştirmişler ve o nişancı mücadele etmeye çalışan genç bir çocuğu ayağından vurdu, çocuk yere düştü ve yere düştükten sonra yine üzerine sıktı ve öldürdü. Ben bize sıkmazlar, sadece korkutmak için en fazla havaya sıkarlar diye düşündüm. Yanılmışım. Saat üç olduğunda dükkânın olduğu sokağa gelmiştim. O sırada komutan ve askerin sesi geldi. "Ateş serbest!" Sokağı taraya taraya girdiler. Ben de yukarı sokağa kaçtım. Darbe siyasi bir şeyse bu askerler neden halka sıktılar? Ve ben atış serbest dendiğini kulaklarımla duydum.
Komutanlar çokça hakaret etti burada Çengelköy halkına. "Tayyip sizin Allah'ınız oldu" gibi kışkırtıcı birçok söz söylediler.
Ahmet Kılıç (Esnaf):
"Bu hainlik affedilemez"
15 Temmuz akşamı saat 21.30 gibi önce buradan itfaiye geçti, üzerinde silahlı askerler vardı. Normal bir şey değildi. Tatbikat zannettik veya bir yerde patlama mı oldu yangın mı çıktı diye düşündük. Saat 11-12'ye doğru millet burayı boşaltmaya başladı. Askerler geliyor dediler. Bizde televizyon yok, komşulardan darbe oluyor diye duyduk. Kalkışma, darbe falan derken 12'ye doğru Çengelköy'de kimse kalmadı. Esnaf dükkânları kapatın gidin dedi. Ben kapatır mıyım? Öyle bir şey olmaz. Ben gitmiyorum dedim, darbeye karşı biz buradayız halk olarak.
Saat 12'de burada kimse kalmadı. O sıralarda Kuleli'den askerler gelmiş. Silah sesleri bir başladı, eyvah dedik. Silah sesleri devam etti. Esnaf arkadaşlar dükkânlarını kapattılar, içerde bekliyorlardı. Ben de tezgâhı kapattım içeri girdim.
Televizyondan Cumhurbaşkanımızın halka dışarı çıkın dediğini duyduktan sonra çıktık, buralar dolmaya başladı. Asker karakolu alınca bu tarafa ateş etmeye başladı, halkın üzerine. Burada birkaç kişi vuruldu ama daha çok karakolun önünde vuruldular. Bu olay hafızamıza kazındı, tarihe geçti. Bunu atlatmak çok kolay değil. Bu kadar hainlik affedilemez.
Sinan Demirez (Esnaf):
"O gece insanlar ölümü öldürmüştü..."
Cuma günleri normalde Çengelköy tenha değildir. Saat 10 sularıydı ve Çengelköy'de bir tenhalık söz konusuydu. Sonra eşimin araması sonucu olağanüstü bir durumun olduğunu ve askerin köprüyü kapadığını öğrendim. Eşim Beylerbeyi'nde askerlerin sıkıyönetim ilan ettiğini söyledi sonra. Tabii buna inanmadığını ekledi ama yine de "Sen bir bak neler oluyor" dedi. Ben tekrar aşağı inip oradaki esnaf arkadaşlarla konuştuğumda olağanüstü bir durumun olduğunu fark ettim. Sosyal medyaya bakıp bunun bir kalkışma durumu olduğunu hissettiğimiz an dükkânın içinde dolu olan dört masayı dışarı çıkardık. Zaten o müşteriler de bizim ahbabımız olan kişilerdi. Bunlar 11'e çeyrek kala geri geldiler ve biz gidemiyoruz dediler. Birçoğu karşı yakada oturuyor ve Beylerbeyi filan kapalı olduğu için gidememişler. Baktık durum enteresan ve bu insanlar ortada kaldı ben iki çalışanımızla birlikte bu arkadaşları alıp kendi evime götürdüm. Eve gittiğimizde 12 buçuk civarı televizyonu açtık ve manzaranın korkunçluğunu Cumhurbaşkanı'nın telefonla canlı yayına bağlanması sonucu fark ettik ve o an köprüye gitmeye karar verdik.
Evden çıkmadan eşimle ve çocuğumla helalleştim. Eşim ne giderken, ne köprüdeyken onunla iletişim kurarken hiç gel demedi Allah razı olsun. Annem sürekli arıyor ne oldu ne bitti diye. Eşim aramıyor şarjım bitmesin diye. Ben annemi blokladım o gece. Eşime de anneme haber vermesini ve iyi olduğumu söylemesini istedim. Sonra sabah annemle sekiz gibi konuştuğumuzda beni aslında "Eğer çıkmazsan sana hakkımı helal etmem" demek için ısrarla aradığını söyledi kadıncağız. Hayatında doğru düzgün sokağa çıkmamış bir kadının aktivist damarının nasıl kabardığına şahit oldum o gün. Bu gerçekten çok enteresan bir şey bence.
Köprüye Ömer diye bir arkadaşımla gittik. Gitmeden önce Ömer'in annesini aradık, hem helallik hem de izin almak için. Altunizade'ye doğru yürümeye başladıkça silah seslerini duymaya başladık. Ama biz hâlâ yakıştıramadığımız için ses bombasıdır, plastik mermidir, kurusıkıdır filan diyoruz Ömer'le birbirimize. Bu arada eşim bana telefondan helikopterle halka ateş açıldığını söylüyor. Zaten ben birçok şehidin de bu hüsnü zanla yani kendilerine ateş açılacağını konduramadığı için hayatlarını kaybettiğini düşünüyorum. Belli bir noktada baktık ki bu adamlar gerçekten öldürmek için sıkıyorlar o esnada insanlar ölümü öldürmeye ve ölümden korkmamaya başladılar. Biz sıcak çatışma alanına 100 metre kadar yaklaştık. Metrobüs durağının orada araçlar çekilmiş. İnsanlar onların arkasına saklanarak korumaya çalışıyorlar kendilerini. Yaralılar var bu esnada. Onların taşınmasına yardımcı oluyoruz. İnanılmaz bir sahneydi. Hollywood sahnesi gibi deyim yerindeyse. Beni asıl etkileyen şey şu oldu: Otobüsün arabaların arkasında duruyorsunuz. Ama yanınızdaki insanların vurulduğunu duyuyorsunuz. İmkânı yok bu insanların cepheden vurulmasından. Sonra anlıyoruz ki Nakkaştepe civarında da bir cephe var. Benim yanımda iki insan vuruldu oradan açılan ateş sonucu.
Çengelköy'de olağanüstü bir şeyler olduğunu arkadaşlar arayınca öğrendim. Zaten Çengelköy halkının önemli bir kısmı olayın ilk anlarında köprüye gitti. Gitmese belki Çengelköy'deki katliamın boyutları çok çok daha fazla olabilirdi. Çünkü buradaki katliam insanların teker teker hedef alınarak vurulması sonucunda oldu. Sonradan öğreniyoruz bunu. Mesela köprüdeki ateşin önemli kısmı kör atış fakat Çengelköy'deki böyle değil. Hedef alarak atış yapılıyormuş burada.
Bugün aynı şey olsa kendi adıma konuşmak gerekirse o gün yaptığımdan çok daha fazlasını yaparım. Eminim ki o gece direnişe katılan herkesin düşüncesi böyle. Çünkü bunun bize bir vatan kazandırdığının farkındayız. Bunun nasıl bir hikmet ve lütuf olduğunu daha çok anlayabiliyoruz. İlk başta çatışma alanına giderken duyulan kurşun sesleri ürkütüyordu doğal olarak. Sonuçta hepimiz insanız ve bundan dolayı korkularımız zaaflarımız var. O anda o korkuya teslim de olabilirdik fakat bu korkuyu yenmiş olmanın bize ne kazandırmış olduğunun bence herkes farkında. Pazar günü benim dükkânımın önünden yedi tane cenaze geçti. Birçok cenazeye de bizzat katıldım. Fakat inanır mısınız, ben ağlanan cenaze görmedim. Pişman bir aile görmedim. Kahrolan insanlar görmedim. Bu beni gerçekten çok şaşırttı. Benim kendi adıma Cuma gecesi yaşadığım aydınlanmanın devamı bu cenazelerde geldi.
Mesela bir Osman ağabeyimiz vardı. O gecenin şehitlerinden bir tanesi. Salı günü bizim dükkâna dört kişilik bir grup geldi. Yanlarında bir tane de çocuk var. Bu çocuk Osman ağabeyin kızı biliyorum. Biz de bu arada müzik listemizi değiştirmiştik. Eskisine göre daha hüzünlü bir liste çalıyorduk. Gruptaki hanımefendilerden bir tanesi kalkıp eşime, "Bizim biraz acımız var. Rica etsem şarkıyı değiştirebilir misiniz?" demiş. Eşim hemen yapmış gerekeni. Bu grup dükkândan çıkarken Osman ağabeyin kızının müziği değiştirmemizi isteyen hanıma 'anne' diye seslendiğini duyduk. Yani o kadın Osman ağabeyin eşiymiş. Fakat o kadar metin ve vakur ki aklınıza dahi gelmiyor onun o anda Osman ağabeyin eşi olacağı. Orada ne muhteşem insanlar bunlar, ne muhteşem bir halk ve yaşanılan ne kadar kutlu bir şey hissini hissediyorsunuz inanın.
Son olarak semt şuuruna sahip olmanın ne kadar kıymetli bir şey olduğunu gördük o gece. Burada halkın gösterdiği yoğun direnç onların daha fazla bilenmesine ve vahşileşmesine neden oldu sanıyorum. Mesela diğer bölgelerdeki karakolları çok rahat aldılar. Fakat Çengelköy karakolunu alamadılar. Çünkü buradaki karakol sadece bir karakol değil aynı zamanda esnafın bir parçası. Mesela nöbet tutarken memura ismini söyleyerek hayırlı nöbetler dileklerinde bulunabiliyorum. Bu ülkede korumakla mükellef olduğumuz şeylerden bir tanesi de buymuş demek ki. Ben şahsım adına bunun kıymetini daha çok anladım. Çengelköy'deki müdafaa aslında iki yönlü bir bakışla katlandı. Bir vatan-devlet savunması, iki arkadaş dost savunması.
Bu arada unutmadan şunu da söylemek istiyorum. Bu kutlu direniş parça parça fakat birbirini fazlasıyla tamamlayan bir direnişti. Çengelköy düşseydi köprü de düşerdi. Eğer Tuzla engellenmeseydi köprü düşerdi. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı şeyler. Köprünün dağılması ancak oraya fiili asker çıkarmakla mümkün olabilecek bir şeydi. İşte diğer hatlar tutulduğu için bunu başaramadılar aslında. Bir de şu var. Dikkat ederseniz darbeciler o gece köprüyü tek yönlü kapattılar. Ortaköy yönü açıktı. Adamlar stratejilerini zaten oradan bir zarar gelmez üzerine kurmuş. Ki gelmedi gerçekten de. Biz burada Altunizade'den nasıl köprüye çıkabildiysek Ortaköy üzerinden de çıkılabilirdi köprüye. Fakat çıkan olmadı. Hani bir "İyi ki Üsküdar var" diyor ya belediye başkanımız. Gerçekten iyi ki Üsküdar var!