Suriyeliler için hukuk
Türkiye'de barınmak zorunda kalan Suriyeli sayısında özellikle ilk toplu geçişten bu yana kısa sürede hızlı bir artış yaşandı. Kritik eşik olarak anılan 100 bin rakamı iki yıl önce aşıldı ve geçen yıldan bu yana Türkiye'deki Suriyeli sayısı ikiye katlandı.
Toplu nüfus hareketleri Türkiye için yeni karşılaşılan bir durum değil. Yakın dönemde, 1991 yılında Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesi üzerine yaşanan savaş nedeniyle 500 bin Kuzey Iraklı geçici olarak Türkiye'ye sığınmıştı. İran devriminden sonra da bir milyondan fazla İranlının Türkiye üzerinden batıya geçtiği tahmin ediliyor. Ancak bu kez durum farklı. Beklenenin aksine Suriye'de savaş çabuk bitmedi ve kriz çok daha fazla uzayacağa benziyor. Batılı devletlerin sadece sembolik sayıda ve 'seçmece' olarak Suriyeli kabul ettikleri göz önüne alındığında, mevcut ev sahibi devletlerin uzun bir süre Suriyeli 'misafirleri' barındırmak zorunda kalacakları anlaşılıyor.
Uluslararası hukuk, bir teamül kuralı olarak; zulme uğrayarak ülkelerini terk eden kişileri başka devletlerin geri göndermemesi (non-refoulement) ilkesini kabul eder. 1951'de imzalanan Mültecilerin Durumuna Dair Sözleşme ise bu kuralı benimseyerek bir mülteci tanımı ortaya koyuyor ve taraf devletlerin hak ve sorumluluklarını belirliyor. Türkiye, sözleşmedeki 'coğrafi kısıtlama' seçeneğini devam ettiren dünyadaki birkaç devletten bir tanesi. Bu kısıtlamaya göre sadece Avrupa'dan gelenler mülteci kabul ediliyor. Avrupa dışından gelenler ise 'şartlı mülteci' olarak adlandırılıyor. Bu tanım 2013 yılında kabul edilen ve Nisan 2014'te yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'na ait. Şartlı mülteci ile kastedilen; bu kişilerin sözleşmeye göre mülteci kabul edilebilmek için gereken şartları taşıdığı ancak Avrupa dışından geldikleri için Türkiye'nin onları mülteci olarak kabul etmediği. Şartlı mülteciler BMMYK aracılığıyla başka devletlere gönderiliyor. Ancak onları kabul edecek üçüncü bir devlet bulunamazsa ya da böyle bir devlet bulunana kadar geçen sürede, Türkiye'de bulunuyorlar ve mültecilerin yararlanacakları haklara benzer hakları elde ediyorlar. Diğer bir deyişle de facto mülteci konumundalar.
İltica hakkı bazı uluslararası hukuk metinleri tarafından güvence altına alınmış olmasına rağmen 1982 Anayasası bu hakka ilişkin doğrudan bir güvence öngörmüyor. Benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de doğrudan iltica hakkını tanımıyor. Fakat mülteci olmak için gerekli şartları taşıyan kişilerin geri gönderilmeleri durumunda AİHM yaşam hakkı, işkence ve zalimane davranış yasaklarının ihlali gerekçeleriyle devletler aleyhine kararlar verebiliyor.