Bu ülkenin vicdanı: Cemil Meriç
"Bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin vicdanı olmak, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim."
Türk düşünce hayatının şüphesiz en önemli isimlerinden birisidir Cemil Meriç. Önce Batı düşünce dünyasında kendini arar Meriç. Yönünü Doğu'ya döner ve Hint düşüncesini tanımasıyla Doğu'nun mistikliği de düşünce dünyasında yer edinir. Doğu'nun da Batı'nın da düşüncesine hakim olan Meriç, sonunda bütün varlığıyla yüzünü "Bu Ülkeye" döner. Düşünce Atlası sayfamızda doğumunun 102'nci yılında Cemil Meriç'i Beşir Ayvazoğlu ile konuştuk.
"Fildişi kule"si ile Cemil Meriç'in fikir dünyasına girelim isterseniz. Fildişi Kule gibi oldukça manidar bir başlık onun için ne ifade ediyordu?
Cemil Meriç bu soruya cevap vermişti Bu Ülke'de? "Fildişi kule, dâvasız sanat meczuplarını barındıran miskinler tekkesi. Ama her mücahit o tekkede silah kuşanır. Bir zindan değil, bir liman" diyordu. Fildişi kulenin onun için niçin bir limana dönüştüğünü anlatabilmek için aslında bütün hayatına göz atmak gerekir. Biliyorsunuz, Fransız mandası altında yaşayan Hatay'da bütün Türk gençleri gibi Cemil Meriç de Türkçüydü fakat bir gün Büchner'in Madde ve Kuvvet'ini okudu ve bütün hayatı değişti. Artık o bir ateistti. Lise yıllarında okuduğu Marksist klasiklerin tesiriyle de tarihî maddeciliğe yöneldi. Hâlbuki o güne kadar tek işçinin bile elini sıkmamıştı. Bunun aslında gerçeklerden bir çeşit rüyaya kaçış olduğunu çabuk fark etmişti etmesine ama bu arada Hatay hükümetini yıkmaya teşebbüs iddiasıyla tutuklanıp idamla yargılanmış, sonunda beraat etmesine rağmen bütün tanıdıkları kendisiyle selamı sabahı kestikleri için aşağı yukarı yirmi yıl bir Jean Valjean hayatı yaşamak zorunda kalmıştı. Bu
hayatı onun için çekilir kılan kitaplardı; engin tecessüsü ve Antakya Sultanisi'nde öğrendiği kuvvetli Fransızcası sayesinde Avrupa kültürüne açıldı. Bu öyle bir açılıştı ki, kendi ifadesiyle, coğrafyasında Asya yoktu ve sadece diliyle Türk'tü. Sonra Hint...
Türkiye'nin fikir dünyası açısından Hint düşüncesi bir bilinmezdi adeta. Bir Dünyanın Eşiğinde'de Cemil Meriç'in Hint dünyasına eğilmesini ve bunun nedenini bu açıdan nasıl değerlendirmeliyiz?
Hint düşüncesi bizde bilinmezdi demek doğru değil. Ahmed Midhat Efendi'nin bile 1890 yılında yayımlanan Paris'te 30.000 Budî isimli bir kitabı vardır, Brahmanizm ve Budizm'i anlatır. Hint kültürüne ciddi ilgi duyan aydınlar çok değilse de yok değil… Hilmi Ömer adında bir dinler tarihi hocası, soyadı kanunu çıkınca Budda soyadını almıştı. Dinler Tarihi kitabının birinci cildinin ilk beş bölümü Hint'e ayrılmıştır. Cemil Meriç'in de yakın dostlarından olan Asaf Hâlet Çelebi, bu kitaptan etkilenerek Budizm'le ilgilenmeye başladı ve başta Romain Rolland'ın kitaplara olmak üzere zengin bir Hint düşüncesi ve Budizm kütüphanesine sahip oldu. Sidharta şiirini ve Pali Metinlerine Göre Gotama Buddha adlı kitabını bilirsiniz. Cemil Meriç de -Ganj kıyılarına dikkatini ilk çekenler Scophenhauer ve Schelling ise de- Hint dünyasını Romain Rolland'ın kılavuzluğunda keşfetti; ondan "ilk hocam" diye söz eder, hatırlarsınız. Keşfettiği elbette Avrupalının gözüyle Asya'ydı, ama Asya... Büyü bozulmuş ve tek Avrupa olmadığını da o zaman anlamıştı. Kendi tabiriyle, "Olemp'i ararken Hint çıkmıştı karşısına." Bunun da bir kaçış, bir arayış olduğunu bilecek kadar tecrübeliydi ama Hint'i bilmeden on dokuzuncu asrı doğru anlamanın mümkün olmadığı kanaatine varmıştı. Böyle meselelerle oyalanmanın bir çeşit kaçıklık olarak görüldüğü bir kültür ortamında "düşüncenin ve hürriyetin vatanı" olarak gördüğü Hint'e yıllarını verdi Cemil Meriç.
Hint düşünce ve kültür dünyası Meriç'in düşünce dünyasında nasıl bir kırılmaya sebep oldu?
Kırılma mı demeli, bilmiyorum. Hint'ten kendi tabiriyle "tesamuh"u, "düşüncenin gökkuşağını bütün renkleriyle sevmeyi", "peşin hükümlerin mahpesinden kaçmayı, hakikatin çeşitli yönlerine eğilmeyi, hayatın her tecellisine saygı beslemeyi" öğrendiğini söylüyor. Cemil Meriç, Hint'le uğraşırken bir gerçeğin daha farkına varmıştı: "Işık Doğu'dan gelir" Latincesi, biliyorsunuz, "Ex Oriente lux" Cemil Meriç, düşüncenin mabetlerinde uzun süre dolaştıktan sonra "Bu Ülke"ye döndü.
Cemil Meriç denilince akıllara Bu Ülke kitabı gelir. Bu Ülke 'nin düşünce hayatımızdaki yeri neydi?
Cemil Meriç, heyecanlarla dolu Hint macerasını, 1964 yılında yayımlanan Hint Edebiyatı isimli kitabıyla taçlandırdı. Bu onun "harf harf hayatını işlediği" ilk telif eseriydi ve dört yılda yazmıştı. İyi ama Ganj kıyılarında ne zamana kadar oyalanacaktı? Bir gün Konya'ya giderken yol arkadaşlığı yaptığı üniversiteli bir genç, "Sen bizden değilsin" deyiverdi. Cemil Meriç'i bu uçurumun kenarında uyandıran söz... Bu uyanışı anlattığı yazısında, Tanzimat'tan beri Türk aydınının alınyazısının iki kelimede düğümlendiğini söyler: Aldanmak ve aldatmak... Bu lânet çemberinden kurtulmak gerekiyordu. Yolunu kırk dört yaşında bulmuştu, bu yol "Bu Ülke"ye, yani kendi ülkesine çıkıyordu. Gözlerini kaybettiğinde yaşadığı trajedinin bir benzerini de bu yol ayrımında yaşadı: Aralarında kendini daha rahat hissettiği aydınlarla artık aynı dili konuşmuyor; fakat yeni dilini az çok anlayanlarla birlikte olmaktan da pek hazzetmiyordu. Kendini ne "sağ"da hissediyordu, ne "sol"da. Çaresiz, "fildişi kule"sine çekilerek düşünmeye ve yazmaya başladı. Esasen dış dünyaya kapanıp iç dünyaya açılan gözleri onu bu kuleye kapanmaya zorluyordu. İç dünyasında Doğu'nun ışığı vardı ve onun Doğu'su artık Hint'le sınırlı değildi; engin tecessüsü bütün Doğu'yu kuşatmak istiyordu. Düşünce dünyasının yıldızları arasında artık sadece Homeros, Eflatun, Marks, Nietzsche, Balzac, Victor Hugo gibi Batılı şair, yazar ve filozoflar değil, Biruni, İbn Rüşd, İbn Haldun, Gazali, Fuzuli, Baki, Ahmed Cevdet Paşa gibi Doğulular da parlıyordu.
Bu Ülke, yazıldığı dönemin gençlerine ne söylüyordu?
İlk baskısı 1974 yılında yapılan Bu Ülke , hem üslûbu hem muhtevasıyla benim de mensup olduğum nesil üzerinde son derece etkili olmuş öncü kitaplardan biridir. 1970'lerin kaosunda yolumuzu aydınlatan ve hayal kırıklıklarıyla dolu dünyamıza ümitler aşılayan bir kitap... Ondan aldığımız cesaretle kendimizi daha güçlü bir biçimde ifade etmeye başlamıştık. Kim ne derse desin, bugün "muhafazakâr" dediğimiz, homojen olmayan toplum kesimini temsil eden aydınlar, Bu Ülke'ye can simidine sarılır gibi sarılmışlardı. Neler söylemiyordu ki... "Murdar bir hâlden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir" diyor ve sonra ekliyordu: "Gerici, ilerici... Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu." Çünkü Cemil Meriç, "Argo kanundan kaçanların dili. Uydurma dil tarihten kaçanların..." diyordu. Çünkü Cemil Meriç, "İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşelerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı" diyordu. "Tanzimat sonrası aydınlara en yakışan sıfat müstağrip. Edebiyatımız bir gölge-edebiyat; düşüncemiz bir gölge-düşünce" diyordu; "İrfanından kopan entelijansiyanın kaderi suya nakışlar çizmek" diyordu; "Avrupalı Osmanlı ülkesine papaz ihraç eder. Hıristiyanlığa davet mi? Ne münasebet! Tek emeli Osmanlı'yı dinsizleştirmek, yani 'etnik bir toz' haline getirmek. Bir kelimeyle: Dinsizlik, Batı'nın yükselen sınıfları için ne kadar hayırlıysa, bizim için o kadar meş'umdur; onlar için ilerleyiş bizim için çözülüş ifade eder" diyordu.
Meriç'in temel meselesini, amacını siz nasıl özetlersiniz? Bu Ülke'nin günümüze de söylediği bir şeyler olmalı sanırım. Bugün için nasıl bir çıkarım yapmalıyız?
Cemil Meriç, "Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbâle bağlayacak köprü olmak isterdim" diyor. Bence Bu Ülke 'deki tespit ve tenkitleri aktüalitesini hâlâ koruyor. Muhteşem bir maziden geldiğimiz doğru fakat bu maziyle aramıza kalın duvarlar çekildiği de bir gerçek. Bu duvar aslında istikbalimizin önünde de bir engeldir. Penelop'un Örgüsü başlıklı kısa yazısında ifade ettiği hakikat müthiştir. Bakın, ne diyor: "Batı'nın en talihsiz fikir adamı, bir ba'sü ba'de'l-mevt hayaliyle avunabilir. Türk yazarı, böyle bir teselliden de mahrum. Dil, Penelop'un örgüsü, yirmi dört saatte bir sökülüp örülüyor."
Bu Ülke'nin günümüze de söylediği bir şeyler olmalı sanırım. Bugün için nasıl bir çıkarım yapmalıyız?
Cemil Meriç'in Hint'ten neler öğrendiğini söylemiştim: Tesamuh, yani tolerans, düşüncenin gökkuşağını bütün renkleriyle sevmek, peşin hükümlerin mahpesinden kaçmak, hakikatin çeşitli yönlerine eğilmek ve hayatın her tecellisine saygı duymak... Düşünce coğrafyası çok genişti Cemil Meriç'in, kalbiyle "Bu Ülke"ye sımsıkı bağlıydı, zihniyle bütün ufukları hür bir biçimde dolaşıyordu. Mevlânâ'nın pergeli gibi… Hiçbir şey söylemese bile, Cemil Meriç, büyüleyici üslûbu için okunacak bir yazardır.
Düşüncenin ve irfanın kıyılarındaki Cemil Meriç'ten söz edelim. İrfan ve hikmet üzerine düşünceleri, bakış açısı neydi?
Bu kısaca cevaplandırılabilecek bir soru değil. Yalnız şunu söyleyebilirim: İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelimedir Cemil Meriç için; ayırmaz birleştirir, insanlığın has bahçesidir, bu bahçede kinler susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. Peki, nasıl başlar irfan? Kendini tanımakla… Kendini tanımak, peşin hükümlerin esaretinden kurtulmak, zekâyı zirvelere kanatlandırmaktır, uzun ve çileli bir nefis terbiyesidir. Bu Ülke 'de diyor ki: "Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına bir ad bulduk: Kültür!"
Cemil Meriç kimdir?
Türk düşünce tarihinin en önemli isimlerinden olan Cemil Meriç, yazar, çevirmen ve en önemlisi düşünürdü. 1916'nın 12 Aralık'ında Hatay'da dünyaya geldi. Fransız idaresindeki Hatay'da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi'nde okudu. 1940 yılında İstanbul Üniversitesi'ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. 1941 yılından başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası, Hisar gibi çeşitli dergilerde düşünce yazıları kaleme aldı. 1955 yılında gözlerindeki miyopinin artması sonucu gözleri görmez oldu. Meriç, olağanüstü çalışma ve üretme temposuyla yılların birikimini kitaplaştırmaya başladı. Ömrünün sonuna kadar üretmekten hiç vazgeçmedi ve 13 Haziran 1987'de vefat etti.
Eserleri:
İnceleme: Hint Edebiyatı (1964), Saint Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist (1967), Bir Dünyanın Eşiğinde (1976), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985)
Deneme: Mağaradakiler (1978), Bu Ülke(1974, 1985), Umrandan Uygarlığa (1974)
Günlük: Jurnal(1992), Jurnal II (1994)
Diğer Kitapları: Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikayesi (1981), Sosyoloji Notları ve Konferanslar (1993)