Postmodern bir seyyah: Kontemporari İbrahim Efendi
Gezdiği gördüğü topraklarda, oraların değerlerine dair anlattığı şeyler, verdiği bilgiler neredeyse bir tarihe ışık tuttu. Tabii onu enteresan kılan özelliklerden biri de metinlerde başvurduğu mübalağalı ifadeler ve yer yer fantastik unsurları içeren olaylar. Çok bilinen bir örnek; Erzurum'da kışın bir kedinin damdan dama atlarken havada donup yere düşmesi… Elbette burada Erzurum'un ne kadar soğuk olduğunu anlatmak için böyle bir anlatıma başvurdu Evliya Çelebi fakat bunu öyle ustalıkla yapıyordu ki; okuyanlar yüzyıllar sonra bile gerçek ile fantastiği, kurgu ile hakikati tam olarak ayıramıyordu birbirinden. Bununla birlikte Türk edebiyatının başka bir önemli metni ise Filibeli Ahmet'in Amâk-ı Hayal adlı eseri. Romanını rüya temelli kurgulayan Filibeli, yine dönem şartlarında yeni bir tarz ile kaleme aldı romanını. Yine fantastiği gerçek karakter üzerinden bir edebi metin haline getirmişti. Bu iki isme değinmemin nedeni İbrahim Altay'ın da yeni çıkan Kontemporari İbrahim Efendi'nin Rüyaları adlı kitabının Seyahatname ve Amâk-ı Hayal tadında bir yapıya sahip olması. Lacivert Dergi'de bir süredir yayımlanan Kontemporari, okurlar tarafından oldukça ilgiyle karşılanıyordu. Nihayet yazılar, Kontemporari İbrahim Efendi'nin Rüyaları adıyla kitaplaştırılarak Turkuvaz Kitap'tan çıktı.
Kontemporari İbrahim Efendi'nin Rüyaları'nın kendine has bir kurgu dili ve üslubu var. Hikâyelerdeki İbrahim Efendi adlı şahıs, zaman ve mekân ayrımı gözetmeksizin, tarihin her an her yerinde yer alabiliyor ve oradaki olaylara kimi zaman fail olarak kimi zaman da izleyici olarak katılıyor. Bazen Eski Yunan'da Zeus ile beraber iken bazen de Endülüs'te Tarık bin Ziyad ile beraber giriyor maceranın içine. Bazen Vatikan'daki kripto bir kardinali anlatırken bazen de Orta Asya steplerine gidip Bilge Kağan'ın Orhun Kitabeleri'ni yazışına ortak oluyor.
Postmodern bir seyyah aslında İbrahim Efendi. Bir bakıma bugünden düne bakıyor ama bunu dünün içinde yapıyor. Kitabın en dikkat çekici özelliği ise, kimi zaman geçmişte yaşanmış önemli bir olayı o günün şartlarında kendi dilince anlatması kimi zaman da günümüzde yaşanmış bir olayı geçmişin kurgusu içinde yeni kahramanlar ve yeni mekânlar eşliğinde okura sunması. Benim en çok sevdiğim hikâyelerden biri olan ve 15 Temmuz'un hemen ardından kaleme aldığı Türk Milleti Öleceksin adlı hikâyesini, bahsettiğimiz tarihi bakış açısıyla anlatıyor: "Kurdun köyü değişir, tüyü değişir, huyu değişmez diye boşuna dememişler. Ne yazık ki bu hüküm sırtlan için de geçerli. Han hazretleri dertli bir şekilde anlattıklarımı dinledikten sonra bana bir darbı mesel aktarıyor. Sonra sözlerini şu cümlelerle tamamlıyor: "Uşaklığın felsefesi işte budur evladım. Evin hem içinde hem dışındadır. Sırlarına vakıf olup efendisini kendisine muhtaç hale getirmeye çalışır. Bu yüzden aldanmamak gerekir 'Hizmetinizdeyim, emrinizdeyim efendim' deyişine. Kanmamak gerekir gerdan kırışına, göz süzüşüne, boyun büküşüne çünkü uşak daima daha güçlü ve büyük bir efendi arayışındadır. O da en nihayetinde şeytandır. Şeytanın sofrasına oturan doymaz, suyundan içen kanmaz. Bunlar da azdıkça azdılar. Zulümleri arttıkça arttı. Yaptıkları melanetler katlanılmaz bir hal aldı." Bu metinde yine tarihin zamanı belli olmayan bir diliminde bir darbe girişimine maruz kalan Türk milletinin darbeyi püskürtmesini kendi üslubunca anlatıyor İbrahim Altay. Buna başvururken kullandığı dil ise geçmiş metinleri aratmayacak sadelikte. Yani şu çok rahat bir şekilde söylenebilir: Kitabın kim tarafından ve ne zaman yazıldığı bilinmeseydi, kitap önümüze İslam harfleri ile eski bir kâğıda basılmış olarak gelseydi, kitabın yüzyıllar önce yazılmış bir metin olduğunu düşünebilirdik.
İlk okuduğum Kontemporari yazısı, Cirit Oyunları başlıklı yazıydı. Yazıyla ilk defa karşılaştığım ve tarzını bilmediğim için oldukça sevmiş ve şaşırmıştım. Osman Bey'den, Hayme Ana'dan bahseden yazının tarihi bir olay mı yoksa bir kurgu mu olduğunu anlamakta zorlandım, hâlâ da emin olabilmiş değilim açıkçası çünkü İbrahim Altay ihtimaldir ki gerçek bir olayı çıkış noktası alarak yazdığı yazıyı bambaşka bir çehreye sokarak yeni bir metin üretiyor hikâyelerinde. Bu durum da uzun süredir alışık olmadığımız bir tarzın ortaya çıkışı demek. Klasik manada bir hikâye değil, bununla birlikte yine klasik manada tarihi olayların kurgulanarak sunulması da değil. Tam manasıyla şöyle karşılanabilir sanırım: Postmodern gelenek hikâyeleri. Bu tarzda metinlerin Türk edebiyatında çoğalmasının faydalı olacağı kanaatindeyim çünkü yaşadığımız şu zaman diliminde propaganda dilinin olmadığı, bilhassa edebi manada başarılı tarihi metinlere ihtiyacımız var. Zaten dönüp geçmişte başarılı olmuş tarihi roman, hikâye ve filmlere baktığımızda propagandist dilin değil insan hikâyelerinin yer aldığı eserlerin kalıcı olduğunu görüyoruz. Umulur ki Kontemporari'nin yolculukları hiç bitmesin ve bu tarzda eserlerin sayısı artsın.