Kitap eleştiri
Dönemi birinci elden şahitliklerle yapılan söyleşilere dayaranak anlatan Kudüs Ey Kudüs kitabı,konuyla ilgili kaynak kitaplardan biri olma vasfını hâlâ devam ettiriyor. Yaşananlara farklı cephelerde yer alan ama olayların göbeğinde bulunan kişilerle yapılan bu söyleşilerin çoğunu bugün tekrardan gerçekleştirmek imkansız.
Söz kadim bir şehirden açıldı mı bazen bütünlüklü bir cümle kurmak zorlaşır ve bir çığlık atmakla yetinmek zorunda kalırsınız. Defalarca yıkılıp, yeniden inşa edilen; hem eşsiz zulümlere hem de adaletin en emsalsiz uygulamamalarına şahitlik eden bir şehirden bahsederken gırtlaktan yükselen bir çığlık sayfalarca sürecek, derinlikli bir dizi cümle kadar anlamlı olabilir. Size bahsedeceğim kitabın ismi de bir nidadan ibaret.
Üstelik kitabın sadece Türkçe tercümesi değil orijinal adı da bir nida cümlesi: Kudüs Ey Kudüs ve O Jeruselam. Kitabın isminde yer alan nida Kudüs'le ilgili pek çok yazının da başlığına ilham kaynağı olmuş. Zira bir dönem, bir kuşak Kudüs'ü bu kitaptan öğrenmiş ve hissetmişler. Benzer kapsamda ve oylumda bir çalışmayı daha önce bizim yapmamış olmamız elbette hepimizin ayıbıdır.
Gelelim Kudüs Ey Kudüs'e ve o buruk nidaya kulak vermeye. Larry Collins ve Dominique Lapierre adlı biri ABD'li, biri Fransız iki gazetecinin kaleminden çıkan kitap, 1948 yılına odaklanmış. Milattan önce 19 ve 18'inci yüzyılda eski Mısır metinlerinde adı geçen bir şehir Kudüs. Yani bu şehrin milattan önceki tarihi, kuvvetle muhtemeldir ki milattan sonraki tarihinden daha uzun. Bu kadar uzun bir tarihte bir yıla odaklanmak ne anlama gelir? Bu sorunun cevabı ise odaklanılan yıla bağlı olarak değişir elbette. Aslında kitap o yılın bir gününe de odaklanırsa mesele daha net anlaşılabilir kanaatindeyim, Nekbe gününe. Kitap elbette Joyce'un Ulysses'i gibi sadece 24 saati anlatmıyor. Zaman açısından kapsamını bir tarafa bırakırsak asıl söylenmesi gereken cümle şu: İsrail devletinin kurulduğu 14 Mayıs 1948'den hemen sonraki 15 Mayıs 1948'e ismini veren Yevmün Nekbe yani 'felaket günü' ve Müslümanların İsrail ile ilk silahlı yüzleşmesinin gerçekleştiği 1948 Arap-İsrail Savaşı günlerini iki gazetecinin
gözünden anlatan Kudüs Ey Kudüs adlı kitap, maalesef güncelliğini koruyor.
M.S. 70 yılından 1948'e dek birbirlerine "gelecek yıl Kudüs'te buluşma" dileğinde bulunan bir kavmin torunlarının tekrar Kudüs'ün Sion Kapısı'nın anahtarını elde ettiği günleri anlatan kitap, elbette Batılı bir perspektifin ürünü. Ancak kitabın yazarlarının Batılı olması bazı hakşinas tespitlerin yapılmasına ve belge değeri taşıyan kimi ciddi şahitliklerin aktarılmasına engel olmamış çok şükür.
Nekbe'den öncesi
1920'den Nekbe'ye dek İngiliz mandasındaki Filistin topraklarında faaliyet gösteren Haganah'ın faaliyetlerine ilişkin detaylı bilgiler öğreniyoruz mesela. Dünyanın dört bir yanından getirtilen Yahudi nüfusun bölgeye yerleşmesini ve yaklaşan savaşa hazırlık için silah yığınağı yapmasını detaylı bir şekilde anlatıyor kitap. 1909'dan beri kurulan kibbutzların (İsrail'de ortaklaşa kullanılan yerleşim bölgelerine verilen isim) nasıl birer
silah deposu haline getirildiğini görüyoruz Kudüs Ey Kudüs'te. Basit tüfeklerden zamanın modern savaş uçaklarına uzanan geniş bir yelpazeden bahsediyorum burada. ABD'de kapanıp müflis bir silah imalathanesinin nasıl sökülüp Filistin'de yeniden kurulduğunu da öğreniyoruz, avcı uçaklarının daha İsrail resmen kurulmadan bölgeye getirilmesini de.
Bir çeşit kooperatif olan kibbutz sisteminin üretimden farklı bir işlevi de geniş bir yer buluyor kitapta. Yazarlarımız şunları diyor nitekim: "1936 yılına kadar, kibbutzlarda ve tahkim edilmiş köylerdeki silah depoları, hep çoğu kere Araplardan satın alınan ve gerektiğinde onlara karşı kullanılacak olan çok çeşitli tüfekleri gizlemişti. O yıl, zararsız görünen traktörler, yol yapımında kullanılan silindirler ve buhar kazanları gelmişti Hayfa Limanı'na: Kişisel silah alımlarının sonu ve Haganah'ı silahlandırmak için harcanan çok daha ciddi bir çabanın başlangıcıydı bu. Makinelerin hepsi yeni silah ve cephaneyle ağız ağıza doluydu." (Yine kitaptan bütün bunlara göz yuman İngiliz memurlarının İsviçre bankalarındaki hesaplarına rüşvet yatırıldığını da öğreniyoruz.) Yazarlarımızın önemine işaret ettiği 1936 yılı aynı zamanda İsrail Filarmoni Orkestrası'nın da kuruluş tarihi. Filarmoni ve terörün eşgüdümlülüğü ise elbette bu yazının sınırlarına sığmayacak kadar uzun başka bir yazının konusu. (İlk kurulduğunda Filistin Orkestrası gibi rengini belli etmeyen bir isim taşıyan bu orkestra, 1948'de İsrail Filarmoni Orkestrası adıyla asıl rengine kavuştu.)
Deir Yasin olamadan Nekbe anlaşılmaz
Haganah'ın terörist yönüne dair de bilgiler ediniyoruz elbette. İsrail devleti kurulmadan hemen önce gerçekleştirdiği ilk büyük terör eylemi olan Deir Yasin katliamına ilişkin de geniş bilgiler yer alıyor kitapta. 1948 ila 1952 arası pek çok emsali yaşanan bu katliamlar arasında Deir Yasin, bir ilk olma sebebiyle sembol değeri taşıyor. Deir Yasin katliamının İngiliz belgelerine kadar ulaşan yankısının detaylarını Kudüs Ey Kudüs'ten okumak mümkün. Kudüs şehrinin hemen batısında yer alan bu köyde yaşanan trajedi ise bir suya düşen taşın bıraktığı halkalar gibi hızla coğrafyaya yayıldı ve bugün de devam ediyor. Suya düşen taşın halkaları mecazını haksız bırakacak şekilde hızını ve etkisini hiç kaybetmedi saldırılar.
Nekbe'den hemen önce başlayan ve sonra da devam eden saldırılarda İsrail, Filistinlilere ait 675 köy ve kasabayı yok etti ve binlerce Filistinliyi öldürdü. Bütün bu terörün kaynağı ise Israel Zangwill'in; "Topraksız bir halk için, halksız bir toprak" sloganında yer alan halksız toprağı gerçekleştirmekti elbette. Bugün mülteci kamplarında yaşayan milyonlarca Filistinli için 'felaket' o günlerde başladı. Bir zulmün miladı sayılabilecek bu olayın detaylarını anlatan fazla çalışma olmaması da elbette bizim ayıbımız.
Bir dokümanterde roman tadı
Kudüs Ey Kudüs kitabı bir roman akıcılığında okunuyor. Bizim gazeteci-yazar kitaplarının büyük bir bölümünün sahip olmadığı bir özellik bu. Söz konusu akıcılıkta Mihail Bulgakov, Ilya Ehrenburg, Nikos Kazancakis, Italo Calvino, Milan Kundera ve Vasconcelos gibi yazarların da eserlerini dilimize kazandıran Aydın Emeç'in de emeği var elbette. Dönemi birinci elden şahitliklerle yapılan söyleşilere dayanarak anlatan Kudüs Ey Kudüs, konuyla ilgili kaynak kitaplardan biri olma vasfını hâlâ devam ettiriyor. Yaşananlara farklı cephelerde yer alan ama olayların göbeğinde bulunan sadece şahit değil olaylara bizzat katılıp yön veren kişilerle yapılan bu söyleşilerin çoğunu bugün tekraren gerçekleştirmek imkânsız. Zira Nekbe'nin üzerinden geçen 79 yıl çok geç kaldığımızı itiraf etmemize bile gerek bırakmıyor. Fransızcada 1971'de yayınlanan Kudüs Ey Kudüs, Türkçeye ise 1973 yılında kazandırılmış. Bu yazıyı kaleme almamın bir sebebi de uzun zamandır yeni baskısı yapılmayan, sahaflarda yüksek fiyatlarla alıcı arayan kitabın yeni baskısını hızlandırmaya çalışmaktan ibaret.
Birleşmiş Milletler oylamalarında çevrilen dolaplardan Deir Yasin katliamına, oradan da Kudüs'ü ikiye bölen ateşkese ulaşan Kudüs Ey Kudüs kitabından sonra yaşananlar ise ciltlere sığmayacak kadar uzun bir trajediler silsilesi.
Hafıza ve Kudüs
"Seni unutursam, ey Kudüs,
sağ elim hünerini unutsun!
Eğer seni anmazsam,
eğer Kudüs'ü baş sevincimden
üstün tutmazsam,
dilim damağıma yapışsın."
Sadece bir şehir değil hafıza (kimlik) meselesidir Kudüs. Nitekim Hüsrev Hatemi, anılarını kitaplaştırdığı Anıcak Ol Meclisi'nde kaybının üzerinden henüz 40 yıl geçmeden, 1950'lerde Kudüs'ü ne denli unuttuğumuzu belgeler. "Bir arkadaşla İnci Sineması'na gitmiştik. O yıllarda, film başlamadan önce 'dünya haberleri' gösterilirdi. Bu haberler sırasında, İsrail askerlerinin bir Mısır tankını, içerdeki ölü Mısırlılarla birlikte ele geçirdikleri ve ellerindeki İsrail bayrağını açarak tank üzerine çıktıkları gösterildi. Salondaki alkış gürültüsü kulaklarımdan hâlâ gitmiyor. Haberler bitip asıl film beklenirken, yanımdaki arkadaşa bu sahneyi niye alkışladığını sordum. Günümüzde tanınmış bir doktor olan bu kişi, 'yok artık, bir de Arapları mı tutuyorsun' demez mi?"
Bir kimliğin hiç yitirmediği bir başka kimliğin ise göz açıp kapanıncaya kadar unutabildiği bir şehir Kudüs. Evet, şimdi o unutuşu geride bırakmış olabiliriz. Kudüs, tekrar dikkat ve duyarlık alanımıza girmiş durumda. Ancak kat edilmesi gereken mesafenin de çok gerisinde olduğumuz aşikâr.
29/30 Temmuz 70'te Roma İmparatorluğu'nun Kudüs'ü tamamen yakıp yıkmasından ve Yahudileri köle olarak satmasından sonra Yahudiler, yüzlerce yıl bu duayı ederek Kudüs'ü hafızalarında korudular ve şimdi uyguladıkları hegamonik tavırla Romalıları aratmıyorlar.
Kudüs'ü unutmama sınavı da bize düştü maalesef.