Bir ay üç deyim
Her dil, içinde bulunduğu toplumdan doğrudan etkilenerek kendini geliştirir. Bu gelişim sürecinde çeşitli etkenler vardır. Bunların başında yaşanılan coğrafya, kültür ve dinî unsurlar gelir. Bu unsurlar sadece dildeki kelimelerin değil aynı zamanda yeni atasözü ve deyimlerin de inkişaf etmesine sebep olur. Bu yazıda içinde bulunduğumuz mübarek ramazan-ı şerifin güzel dilimiz Türkçeye yapmış olduğu katkının eseri olan üç deyimden bahsedeceğim.
Eli kulağında olmak
Bildiğiniz gibi "eli kulağında olmak" deyimi bir şeyin, bir olayın çok kısa süre zarfında gerçekleşeceği manasına gelir. Bu yazıya başlarken çocukluğumda bu deyimi ilk kez duyduğumda yaşadığım şaşkınlığı ve merakı hatırladım. Tam hatırlamamakla birlikte yaklaşık yedi yaşındayken oruç tutmaya heveslenirdim. Lakin yaşım daha küçük olduğu için annem buna pek de müsaade etmez sadece ramazan ayının ilk gününde, ortasında, Kadir Gecesi'nin gününde ve bayramı muştulayan arife gününde tutmama izin verirdi. Hayatım boyunca tuttuğum ilk oruçta iftar vaktine yaklaşık 10 dakika kadar bir süre kala artık dayanamadığımı anneme söylediğim zaman annem az kaldı, "eli kulağında" dedi. Çocuk aklımla ne demek istediğini anlamaya çabalasam da bulamadım. Hemen babama sormaya gittim. O yaştaki çocukların hepsi babasının her şeyi bildiğine büyüdükleri zaman dünyanın yuvarlak olduğuna inandıkları gibi inanırlar. Babamın o zaman söyledikleri hayal meyal aklımda olmasına rağmen müezzin denilen kişinin ezanı okuduğu zaman iftar vaktinin geldiğini, ezan okunurken de müezzinlerin ellerini kulaklarına götürdüklerini söyledi. Niçin ellerini kulaklarına götürmeleri gerektiğini aradan çok uzun yıllar geçtikten sonra öğrenecektim.
Afyonum daha patlamadı
Eski İstanbul'da kabadayılar, esrarkeşler, ayyaşlar dâhil Müslüman olan bütün halk ramazan ayında mutlaka oruç tutar, dinî vecibelerini mümkün olduğunca yerine getirmeye çalışırdı. Şimdiki gibi sokakta yemek yemeyi, sigara içmeyi bırakın görünürde yiyecek satmak bile esnaf arasında hiç de hoş karşılanmayan bir davranıştı. O günlerde afyon çekmek şimdikine göre çok daha yaygındı. Oruç tutmaya çabalayan ama bir yandan da afyon tiryakisi olan zevat özellikle uzun yaz günlerde bağımlılıklarını gidermek için şöyle bir yöntem geliştirmişti: Kuzu bağırsağına sardıkları afyonu sahur vakti yutuyorlardı, öğlene yakın midenin sindirdiği kuzu bağırsağı çözülüyor içindeki afyon etkisini gösteriyordu. Yuttukları afyon henüz etkisini göstermemiş, başka bir deyimle patlamamışsa normal hallerine göre daha asabi olduklarından, "afyonum daha patlamadı" derlerdi. Bu söz günümüze kadar anlamını yitirerek gelmiş olmasına rağmen ramazan ayının dilimize kazandırdığı deyimlerdendir.
Niyeti bozmak
Gene bildiğiniz gibi orucun farzlarından bir tanesi niyettir. Niyet etmediğimiz takdirde oruç tutmuş sayılmayız. Niyet etmenin de çeşitli yollarının olduğunu fakihler bildiriyorlar. Bunlardan bir tanesi ramazan ayının başında, bütün ramazan boyunca oruç tutmaya niyet etmektir. Diğer bir tanesi ise sahura kalkmaktır. Sahura kalkan bir Müslüman zaten ertesi gün oruç tutmaya niyet etmiş sayılır. Hatta oruçlu olmanın bir diğer adı da niyetli olmaktır. İşte "niyeti bozmak" deyimi de tam olarak buradan çıkıp, günümüze kadar geliyor ve yaptığı hayırlı bir işten vazgeçip fena bir işe bulaşmak manasında kullanılan bir deyim olarak günümüz Türkçesinde kullanılıyor.