2013 yılında Papa XVI. Benedictus, kilise tarihinde daha önce görülmemiş bir şekilde görevinden feragat etti. Yeni Papa'nın kim olacağı tartışılırken, pek çok güçlü aday arasında kendisine en az şans verilenlerden biri olan, ailesi İtalya'dan göç etmiş Arjantinli Bergoglio, ilerlemiş yaşına ve sağlık sorunlarına rağmen 266'ncı Papa seçildi ve Katolik Kilisesi tarihinde bir ilki gerçekleştirerek 'Francis' unvanını aldı. Yeni Papa, unvan olarak seçtiği Francis'in, Assisili Aziz Francis'ten mülhem olduğunu düzenlediği bir basın toplantısında açıkladı ve konuşmalarında Aziz Francis'e atıfta bulunmaya devam etti. Papalık değişimindeki bu ayrıntı ve yeni Papa'nın dinler arası diyalog, mezhepler arası barış gibi mevzularda yaptığı çıkışlar, Türkiye'ye geldiğinde Ayasofya'yı ziyaret etmesi ve en alt segmentteki kiralık arabaya binmesi, çeşitli polemiklere konu oldu fakat meselenin aslı anlaşılamadı. Papa'nın kendisine unvan olarak seçtiği ve sık sık atıfta bulunduğu Aziz Francis ve öğretisi bilinmeden anlaşılamazdı da. Peki, bütün Hıristiyan dünyasını ve dolaylı olarak bütün dünyayı ilgilendiren bu sürecin anlaşılmasını sağlayacak olan Aziz Francis kimdir?
İbrahim Altay, 2013 yılındaki Papalık değişimini hatırlatarak başladığı Francis'in Yolu ve Franciskenler adlı kitabında, Hıristiyan dünyasının en önemli figürlerinden biri olan Assisili Aziz Francis'in günümüze kadar etkisini sürdüren öğretisini anlatıyor. Giriş yazısında kitabın Franciskenleri övmek ya da yermek için yazılmadığını belirten Altay, bu kitabın tarikatın doğuşunu, gelişimini, geçirdiği evreleri, öğretisini ve kendisine biçtiği misyonu anlamak ve anlatmak için yapılan bilimsel bir çalışmanın ürünü olduğunu vurguluyor. Titiz bir çalışmayla kaynaklardan derlediği bilgiyi olabildiğince az yorum yaparak ve 'ihtida', 'kutsal topraklar', 'aziz' gibi kavramları Francisken literatüründe geçtiği haliyle kullanarak kurgu bir eser tadında okura aktaran Altay, "Bir kişiyi ya da hareketi tanımak için öncelikle onun kendisini nasıl tanımladığına bakmak gerekir" diyor. Bu prensip gereği, arkadaşlarının ve yaşadığı dönemdeki sıradan insanların gözünde Francis'in nasıl biri olduğunu, ona atfedilen üstün güçleri, bazı tartışmalı rivayetleri, orijinal hallerine sadık kalarak aktarıyor.
Zengin bir kumaş tüccarının ve yine zengin ve soylu bir annenin oğlu olarak 1181 (ya da 1182) yılında İtalya'da bulunan Assisi bölgesinde dünyaya gelen Francis, gençlik yıllarında içinde bulunduğu sosyal sınıfın imkânlarından alabildiğine yararlanan, zengin ailelerin çocukları ile arkadaşlık yapan, zevk, sefa ve eğlencelere düşkün biridir fakat içindeki şövalyelik tutkusu onu bir savaşçı olmaya iter. İlk katıldığı savaşta esir düşer, babasının fidyesini ödemesiyle serbest kalır. İyi bir silahşor olmadığını anlamıştır ancak içindeki tutkuyu dizginleyemez ve bir savaşa daha katılır. Bu onun son savaşı olacaktır. Yolculukta sıtma ya da benzeri bir hastalığa yakalanır ve anlatımlara göre rüyasında Tanrı'yla konuşur. Bu konuşma üzerine, savaşı bırakarak geri döner. İlerleyen zamanlarda, şövalyeliği 'Tanrı'nın hizmetkârlığı' olarak yorumlayacaktır. Beklenmedik dönüşü, ailesi ve şehir halkı tarafından hoş karşılanmaz, adeta savaş kaçağı muamelesi görür. Bu süreçte içine kapanıp sosyal hayattan çekilir, ciddi bir inziva ve tefekkür dönemi yaşar. Francis'in, tamamen nefis terbiyesi ve ruh tekâmülüne adadığı bundan sonraki yaşamında, tek rehberi Hz. İsa ve Kutsal Kitap'tır.
Kendisini tamamen dine adayan Francis, İsa gibi yaşayabilmek için seçilecek doğru yolun yoksulluk olduğuna inanmış ve sahip olduğu her şeyi terk ederek bir münzevi gibi yaşamaya başlamıştır. İncillerde İsa'nın en çok fakirliğe vurgu yaptığını düşünen Francis'e göre fakirlik, Tanrı'nın yeryüzündeki varlığının bir işaretidir. Tanrı'ya ulaşmanın en emin yoludur. Fani olan zenginlik ve kudrete sahip olmak, dünya hayatına sıkı sıkı sarılmak, Tanrı'nın kudretine teslim olmanın önündeki en büyük engeldir. Servet, sosyal statü, aile gibi sahip olduğu her şeye sırt çeviren Francis, o saatten sonra fakirlikten bir eş, bir sevgili gibi söz eder. Kısa sürede takipçileri artmaya başlar ve onlara nasıl yaşamaları, nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildiren bir talimatname yazar. Francis, kilisenin otoritesine karşı gelmemiş ve kendisine inananlara da aynı şeyi tavsiye etmiştir. Yazdığı kuralları dönemin Papa'sına onaylatmak için Roma'ya gider. Papa III. İnnocent, kilisenin gittikçe uzaklaştığı fakir halk kitleleriyle yeniden yakınlaşabilmek ümidiyle Franciskenleri onaylamıştır. Bu onayla Papa, cemaati kutsamış olur.
Francis'in yoksulluk üzerine kurduğu öğretisi pek çok kesimden insanın dikkatini çeker, tüm İtalya'ya yayılır. Takipçilerine çalışmayı ve emekleri karşılığında karınlarını doyurmayı tavsiye eden Francis, yaptıkları işler karınlarını doyurmaya yetmezse dilenmelerini, İsa'nın dilenmekten çekinmediğini söyler. Hastalıklarla geçirdiği hayatı 45 yaşında sonlanan Francis, vasiyetnamesinde sevenlerine, bütün ayrıcalıkları reddedip mutlak yoksulluğa bağlı kalmalarını tavsiye etmiştir.
Francisken tarikatına temel karakterini veren hususiyetlerin başında 'yoksulluğa övgü' ve 'otorite ile iyi geçinme' olduğunu söyleyen Altay, Franciskenliği tanımlayan bir diğer özelliğin ise misyonerlik olduğunu belirtiyor. "Bu sayede Franciskenler hem kilise içinde ayrıcalıklı bir yer edinmişler hem de bütün dünyaya açılma fırsatı bulmuşlardır. Misyonerlik onları fedakar gönüllüler olarak tavzih etmiş, dâhili tartışmaların uzağında kalmalarını ve bir uzlaşma arandığında ihtiyaç duyulan kimseler olmalarını sağlamıştır."
İbrahim Altay, titiz bir çalışmayla konuyu çok fazla uzatabilecek ayrıntıları eleyerek Francis'in hayatının en çarpıcı yönlerini, öğretisinin özünü ve Franciskenliğin gelişimindeki en önemli olayları ve rivayetleri aktarıyor. Böylece Franciskenliğin 800 yıllık serüvenini, okuru sıkmadan 180 sayfada anlatmayı başarıyor. Altay'ın kitabı, Kazancakis'in Allah'ın Garibi romanında anlattığı Assisili Francis'in Hıristiyan dünyası için neden bu kadar önemli bir figür olduğunu ve Franciskenlerin felsefesini anlamak için önemli bir çalışma.