Kadın, erkek olmayandır
1960-1975 yılları arasında çekilmiş, Türk sinemasının 10 popüler filminin incelendiği kitap, bu filmlerin 1990'larda ve 2000'lerde televizyonda sık sık yayınlanan filmler olması bakımından da önemli bir araştırma niteliği taşıyor. Birkaç kuşağa birden yoğun bir şekilde çeşitli kadınlık ve erkeklik imgeleri dayatan bu filmlerin ideolojik yapıları da çalışmada gözler önüne seriliyor. Akbulut, filmler aracılığıyla örtük bir şekilde toplumsal cinsiyet kimliklerinin oluşturulmaya çalışıldığını söylüyor: "Kimi kez yaşamı (olanı), kimi kez olması gerekeni yansıtarak düşünsel alışkanlıklarımızı etkileyen filmler, kimi kez de toplumsal cinsiyet kimliklerinin oluşmasında önemli işlevler yüklenirler. Ancak bu işlevleri, çoğu kez örtük bir biçimde yaparak, ürettikleri toplumsal cinsiyet kalıplarının doğalmış gibi algılanmasını sağlarlar."
Akbulut, bugünkü diziler üzerinde de geliştirilebilecek olan bu çalışmanın, melodramın Türk sinemasının büyük bir bölümünü kaplamasıyla daha da önemli hale geldiğini söylüyor: "Genelde bir kadın türü olarak değerlendirilen melodram sineması, kadına odaklanmakta, toplumsal cinsiyeti sorunsallaştırarak kadın ve erkek olmanın anlamlarını kendine konu edinmekte ve bunları ahlaki olarak kutuplaşmış bir dünya üzerinden yapmaktadır. Bu nedenle melodram belli kadın-erkek modelleri üretmektedir. Kimliğin verili değil, dil ve kültür süreçleri aracılığı ile yapılaştırılmış olması, melodram filmlerinde kadın kimliğinin nasıl kurulduğu sorusunu düşündürmektedir. Söz konusu sinema Türk sineması olduğunda ve melodramın Türk sinemasının büyük bir bölümünü kapladığı göz önünde bulundurulduğunda, bu filmlerde kadının nasıl yeniden kurulduğu önem kazanmaktadır."
Kitapta, filmlerin hikâyelerine, karakterlerin özelliklerine değinilerek, anlatının çözümlemesi yapılmak isteniyor. Böylece hangi duygunun ya da imgenin, seyirciye hangi yolla kabul ettirilmek istendiği ortaya çıkmış oluyor. Kitap, daha bilinçli bir şekilde film izlemek ve anlatılan hikâyenin nasıl çözümlenebileceğini öğrenmek için iyi bir fırsat sunuyor.
"Sinema, bir kitle iletişim, eğlence aracı olduğu kadar, bir sanattır da. Yansıtma kuramı açısından sanat, sanatın içinde gerçekleştiği dış dünyaya tutulan bir aynadır. Bu durumda sanatın, verili gerçekliği yansıtması beklenir. Oysa sanat ürünleri, sadece toplumda var olanı, verili olanı yansıtmaz, 'olması gereken' bir yaşamı, dünyayı da sunar ki bu da başka türlü bir yansıtmadır. 'Olması gereken' denildiğinde ise, doğrudan ideolojik/siyasal bakışın kendisini dayattığı söylenebilir."
Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet'in başrollerini paylaştığı Sevemez Kimse Seni filminin 'derin yapısını' 'Kadın, erkek olmayandır' başlığı altında inceleyen Akbulut, filme dair tespitlerinde erkeğin ve kadının hangi özelliklerle tarif edildiğini ve iletilmek istenen mesajların nasıl sembolize edildiğini araştırıyor. Filmde, eril niteliklere sahip bir genç kızın ehlileşerek dişil karaktere dönüşümü anlatılıyor.
"Eril niteliklere sahip Alev, yaşadığı aşkla acı çekerek 'dişil' olana dönüşür. Alev, aşkına 'eril' nitelikleriyle değil, acı çekerek olgunlaştığı dişil kimliğiyle kavuşur. Filmsel anlatı, bir kadına yakışan nitelikleri de, acı çekmek, pişmanlık olarak belirleyerek cinsiyete bakış açısını yeniden üretmiş olur. Bu yeniden üretim sürecinde yarışmacılığı, mücadeleciliği, özgürlüğü 'eril' olanla; kabul etmeyi, beklemeyi, sabretmeyi, acı çekmeyi ise 'dişil' olanla birlikte kodlar. Filmin derin yapısındaki 'kadın olmak'la ilgili düşünce, bir kez daha kadının, 'vazgeçişi' simgelediğine ilişkin ataerkil inancı besler. Çünkü bu inanışa göre kadın, 'erkek olmayan'dır ve o, erkekten farklı olmasıyla bir vazgeçişi simgeler."
Kitap her ne kadar kadın imgeleri üzerine yazılmışsa da, incelenen filmlerde erkekliğin sunumuna da değiniliyor. Çalışmanın en önemli yönü ise ideolojik bakışın popüler filmler aracılığıyla topluma nasıl dayatıldığını bilimsel yöntemlerle göstermesi. Kitap boyunca pek çok kuramcı ve yazarla da tanışıyorsunuz. Bu da çalışmanın bir diğer artısı olarak görülebilir.