Delilik Ülkesinden Notlar, Ayşe Şasa’nın dünyasını anlamak için mutlaka okunması gereken bir eser.
176 sayfalık kitap Şasa'nın tuttuğu günlüklerden, çeşitli gazetelere dergilere yazdığı yazılardan ve kendisiyle yapılmış röportajlardan oluşuyor. Şasa, kitabın 'Delilik Ülkesi' adını verdiği ilk bölümünde hastalığının detaylarını aktarırken, yaşadığı krizler sırasında hissettiklerine tasavvuf penceresinden bakmamızı sağlıyor.
"Dünyayı modern Batının sığ, hastalıklı, perişan ölçüleriyle değerlendirme çabası beni otuz yaşımda şizofreniye götürdü" diyen Şasa, -kendi tabiriyle- bu 'ölümcül iletişimsizlik çukuru'ndan Allah inancıyla kurtuluyor: "Bana doğduğumdan bu yana hiç kimse doğrudan Allah'ı telkin etmedi. Allah'tan başka her şey bana öğretildi. Ve bu yüzden deliliğim, sonunda, bana bir ebedi hayat bilinci olarak geldi."
Geçirdiği epilepsi krizleri nasıl ki Dostoyevski'nin edebÎ dehasını yüceltmiş ve onu hakikate yaklaştırmışsa, Şasa'nın şizofreni nöbetlerinin de onun manevi derinliğe ulaşmasında bir köprü görevi gördüğü söylenebilir. Bütün o krizler ya da daha doğru bir ifadeyle 'hâller', hakikat yolunda birer mertebedir aslında: "Birçoklarının karamsarlığa sürüklendiği orta yaşta, ben atalarıma özgü bir bilgeliğe, sonsuz baharın sırrına ermiştim."
Kitapta anlatılanlar, okuru gerçekte kimin akıllı olduğuna dair kaçınılmaz bir sorgulamayla baş başa bırakıyor. Şasa'nın delilik olarak tanımladığı ve akıllıların dünyasına tercih ettiği o büyük yalnızlık aslında bir cezbe hâlidir. Şasa, bu hâlin hastalıktan öte bir şey olduğunu anlatmak için 'delilik' ifadesini kullanır. Doktorlarla da bu noktada anlaşamamaktadır: "Ateist-hümanist inançlar taşıyan tabipler için ben, zaman zaman din paranoyasının eşiğinden ötelere geçen biriyim." Bu süreçte, fiziki gerçekliğin üstünde daha sahici bir dünyayla kurduğu bağın bilinmesini ister Şasa: "Yaşadıklarımı tümüyle başka insanlarla paylaşma ihtiyacı beni kemiriyor."
Yaşadıklarını paylaşma arzusu artık kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. İçini kemiren bu anlatma isteğine karşı, kendisini dinleyecek ya da anlayacak kimse bulamaz: "Hiç kimse bilmek istemiyor delilik ülkesinin sahiciliğini." Bunun üzerine, geçirdiği şiddetli bir hastalık nöbetinin ardından, 1988 yılında, Delilik Ülkesi'nden notlar tutmaya başlar: "Beynimde sürekli devam eden delilik nöbetlerini, onları izleyen ara zamanları, bitmek bilmeyen iç sorgulamayı, iç hesaplaşmayı, hiç kimseye, doktorlara bile anlatılmayan yanlarıyla kâğıda geçirmezsem, gözüm açık gideceğim."
#Sayfa#
Dostoyevski, yeraltından yazdığı notlarda "Fazla bilinçli olmak bir hastalıktır" diyordu. Ayşe Şasa da, delilik ülkesinden yazdığı notlarda Dostoyevski'yi doğrularcasına şöyle der: "Akıllılar dünyası, tek boyutlu bir realite içinde yaşıyor. En gelişmiş şekliyle, üç boyutlu. Benim realitemin onlarca boyutu var." Aslında Şasa, bir bakıma Dostoyevski'nin tarif ettiği yerden yazmaktadır.
Dostoyevski yeraltındadır, yeraltının bir adım ötesi ise Şasa'nın Delilik Ülkesi'dir. Oraya ulaşmak, dehaların bile çok azına nasip olmuştur.
Modern toplumun akıllı bireyleri karşısında deliliği seçen Şasa'nın hakikat arayışı, 7 Güzel Adam'dan biri olan Mehmet Akif İnan'ın Umut Gazeli adlı şiirinde geçen şu mısraları çağrıştırır:
"Soyundum çileye dönmemesine
Bilendim ışıktan gözyaşlarıyla
Acılar umudu buldurur bize
Bir zırha büründüm bu çağa karşı"
Ayşe Şasa, bu çağa karşı büründüğü zırhı anlatıyor Delilik Ülkesinden Notlar'da. Bu zırhın ne olduğunu, neden o zırhın içine girdiğini anlamamızı istiyor. Tuttuğu bu kısacık notları, belki de Şasa'nın anlaşılmasını beklediği mirası olarak görebiliriz.