Bu korkusuz kadınlar İngiltere'de hatırlanadursun, Ürdün asıllı Faqir de kendi adına Ortadoğu'ya şekil vermiş 'başka' kadınların hikayelerini anlatıyor Tuz Sütunları'nda.
Günümüz Ortadoğu haritasının çizilme sürecinden bahsettiğimizde hepimizin aklına İngiltere ve T. E. Lawrence gelir. Filistin meselesiyle biraz daha yakından ilgilenenlerin aklına gelen üçüncü bir isimse Arthur Balfour'dur:
Ben hikâye anlatıcısıyım/Kutumda bir sürü deklarasyon var/Ben ip eğiririm/Cebimde Balfurasyonlar
Bu dizeler Fadia Faqir'in Tuz Sütunları adlı 'çok sesli' romanında, pek de güven telkin etmeyen 'Hikâye Anlatıcısı'nın düzdüğü ilk manilerden. Kitap, bu girizgâhtan sonra özellikle Maha ve Um Saad adlı iki kadının hikâyeleri çerçevesinde Bilad eş-Şam'da Balfour Deklarasyonu'na doğru giden yolu anlatıyor. Faqir bu kadın hikâyeleriyle ilk romanı Nisanit'te konu edindiği ilk intifadanın tarihi arka planını masaya yatırıyor bir bakıma.
Balfour Deklarasyonu 1917 yılında zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour'un, yine zamanın İngiliz Yahudileri Temsilcisi Walter Rothschild'e gönderdiği ve İngiliz devletinin bir Yahudi devletinin kurulması için her türlü yardımda bulanacağını vaat eden bir mektup. Tuz Sütunları'nın 'Hikâye Anlatıcısı'na göre Balfour Beyefendi bir gün geniş topraklarında tilki avlanmaktan sıkılır ve 'Ülkeler Oyunu' oynamak ister. İngiliz tarihi gerçekten de 'Ülkeler Oyunu' oynamak isteyen beyefendiler ve daha az bilinen hanımefendilerle dolu. Örneğin biz 1910'larda Orta Doğu'daki tüm casusluk ve isyan hareketlerini Arabistanlı Lawrence'tan bilirken hanımefendi arkeolog Gertrude Bell, Ürdün'de bir yandan toprağı kazmakta, bir yandan da harita çizmektedir. Bell'in mirası İngiliz tarihinde ve edebiyatında o kadar derin ki, bu sene 100'üncü yılı 'hatırlanacak' olan Birinci Dünya Savaşı hakkında yayınlanan popüler romanlarda bu 'korkusuz kadın İngiliz neferi'nin benzerlerini bulmak mümkün. Bkz. Kamila Shamsie'nin God in Every Stone, (Her Taşta bir Tanrı) adlı romanı.
Bu korkusuz kadınlar İngiltere'de hatırlanadursun, Ürdün asıllı Faqir de kendi adına Ortadoğu'ya şekil vermiş 'başka' kadınların hikâyelerini anlatıyor Tuz Sütunları'nda. Arapların İngilizlerle olan karşılaşmaları, anlaşmaları ve çatışmalarının izini süren bu roman Amman'da, belki biraz fazla metaforik bir şekilde, İngilizlerin yönetimdeki bir akıl hastanesindeki iki kadının hayat hikâyelerini paylaşmalarıyla başlıyor ve yine orada son buluyor. Roman adını helak olan Lut ülkesine dönüp baktığı için tuzdan bir sütun olan Lut'un eşinden alıyor. Tam manasıyla coğrafyaya eklemlenmiş bir kadın. Bu bakımdan kahramanlarımızdan Maha ile benzeşiyor. Maha, Ölü Deniz'in yakınlarında bir köyde etrafındaki erkeklerin -eşi, babası ve erkek kardeşi- sürekli tehlikeye soktuğu geleneksel yaşam biçimini korumaya çalışan cebbar bir Arap kadını. Faqir toprağın asıl sahibinin kim olduğu hakkında aklımızda hiçbir şüphe kalmaması için sabahtan akşama kadar bizi adeta Maha'nın yanına bir çırak olarak veriyor. Tarlayı sürüyor, fidanları suluyor, ağaçları buduyor, sebzeleri topluyor, ellerimizi kutsal topraklara bulaştırıyoruz. Sonra nasırlaşan ellerimizi kuyudan çekilen suyla yıkayıp, bu sefer içine yasemin karıştırılmış kınalar karıyoruz. Maha, toprağı yoğuruyor, toprakla yoğruluyor ama elbette bu toprağa ne olacağına en sonunda erkekler karar veriyor. Faqir'e göre belki de Balfour sürecinde yaşanacak haksızlıkların ilk nüvesi Maha'ya yapılan haksızlıklar. Ataerkil yapı nasıl toprağı işleyenin kim olduğuna bakmadan mülkiyet dağıtıyorsa, sömürgeci yapı da aynı şekilde, hangi halkın bir toprak parçasına ait olduğuna bakmadan ülkeler oyunu oynanıp devlet dağıtabiliyor. Maha, eşi 'vatanı kurtarmak' için çeteye katıldığında, İngilizlerle işbirliği halinde olan abisi Daffash'ın hakaretlerine maruz kalıyor. Daffash, şehirden her döndüğünde 'çok köylü' bulduğu kız kardeşinin emeklerini her seferinde başka bir 'icat'la yok ediyor: Oldukça manalı bir sahnede, İngiliz arkadaşlarının Land Rover'ını gelip Maha'nın kına ve turp yetiştirdiği alanın üstüne park ediyor. Maha, Orta Doğu'nun tarlalarının haritasını çizerken, romandaki diğer bir anlatıcı olan Um Saad da Amman şehrinin kadın-erkek, Arap-Çerkes ilişkilerinin haritasını, hatta Ortadoğu halklarının göç haritalarını çıkarıyor bizim için. Ailesi Suriye'deki Fransız baskısından kaçan Um Saad, Rus mezaliminden kaçan Çerkes bir ailenin oğluna aşık oluyor. İmkânsız bu aşk da başka pusulalara, haritalara yol veriyor: Evde, terasta yalnız kalıp aşk acısı çekilecek mekânların haritası, okula, bakkala giderken sevgiliyi görülecek yollar haritası...
Bu iki hikâyeyi çoğu kez birbirine bağlayan 'Hikâye Anlatıcısı' sesi, çok bilmişliği ve ahkâm kesişiyle Arap sözlü kültüründeki 'hakavati'ye, yani bizdeki meddaha tekabül etmekte. Birçok sesin kendi hikâyelerini, kendi bakış açılarından anlattıkları, teknik olarak Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı'sına çok benzeyen bu romanda 'Hikâye Anlatıcısı' arada bir ortaya çıkarak bize özetler sunuyor: Karakterlerin 'asıl niyetlerini', tarihsel arka planı açıklıyor. Ama tarih yazıcısı olarak biraz fazla ironik ve okuyucu olanlardan alacağı dersi eline tutuşturulan bu çeşitli ipuçlarından kendi örmek zorunda. 'Örgü' hemen tüm kültürlerde hem kumaş/kilim hem de hikâyeler için kullanılır. Faqir de değişik anlatıcılarını kilimini örerken kullandığı değişik iplikler olarak kurgulamış. Başkahramanımız Maha da roman boyu bir kilim örüyor. Fakat İngiliz adetlerini taklit etmeye çalışan, köyüne gelen Gertrude Bell karakterine âşık olan abisi geleneksel yaşamın ve sürekliliğin simgesi olan bu kilimi bitirmesine fırsat vermiyor. Kadınların miraslarından edilmesinin en kolay yolu hem Gertrude'un hem de Maha'nın ülkesinde 'akıl hastası' ve/veya 'histerik' olarak yaftalanmaları. Ağabey Daffash da bu yöntemi kullanarak, köyünün otlarının hastalıkları nasıl iyileştireceğini bilen 'cadı' ya da 'köyün delisi'yle arkadaşlık ettiği bahanesiyle Maha'yı mirasından ederek Amman'da bir akıl hastanesine yolluyor. İşte Maha burada, kuması geldikten sonra hayatı altüst olan Um Saad'la hikâyesini paylaşıyor ve ikisi hikâyelerini örerek beraber İngiliz kontrolü altındaki Ürdün'ün haksızlıklarının haritasını çıkarıyorlar. Maha'nın tarlaları ve gözbebeği oğlu İngilizlerle işbirliği içindeki abisinin elinde, Um Saad'ın çocukları ve onca emek verdiği yuvası Avrupai genç kumasının kontrolü altında. Kadınların İngilizlerin elindeki bu son hali Ortadoğu'nun haline denk düşüyor. Faqir bir bakıma Ortadoğu'nun hak sahiplerinin, yaşam gücünün böyle etkisiz hale getirilmesinin sömürüye, bölünmeye zemin hazırladığını anlatıyor bizlere.