Yazar Yıldız Ramazanoğlu, 17 hikâyeden müteşekkil, Çiçekli Bir Boşluk’ta; özünden ‘hayal perdesi’ne sürülmüş insanın, zamanda, mekânda kendini konumlandırdığı yerin ve kendi iç âlemiyle kurduğu münasebetin arızalarının altını çiziyor, duyabilene ‘acil çıkış kapıları’nın yerini fısıldıyor!
Türlü merhalelerden geçip inceldiği hissedilen bir duyarlılık, her daim taşıması en meşakkatli taşların altına elini koymaktan çekinmeyen bir yürek, haktan ve 'Hakikat'ten bir milim sapmayan, sözü incitmekten çekinen rafine bir kalem… Yıldız Ramazanoğlu deyince, 'aklımıza düşenler listesi'ni; sadece kısacık bir girizgâh kabilinden bunlar renklendiriyor evvela. Aslına bakarsanız listemizin 'güzellikler maddeleri' namütenahi…
Edebiyatçı, yazar ve aktivist Ramazanoğlu bu kez taptaze 17 hikâyesinden müteşekkil, Çiçekli Bir Boşluk'la ses veriyor okuyucuya. Hayattan süzülmüş, ustaca demlenmiş hikâyeler bunlar. Gündelik hayatın mengenesine sıkışmış şehir insanının, -birkaç kat daha derine inersek-, özünden 'hayal perdesi'ne sürülmüş 'insan'ın, zamanda, mekânda kendini konumlandırdığı yerin ve kendi iç âlemiyle kurduğu, kurmaya çalıştığı münasebetin arızalarının altını çizen hikâyeler… Sineması, şiiri kendinden.
Kitaba adını veren hikâyesinde, hayat hızlanıp gürültüsü arttıkça kendi ruh ritmini ve kalp sesini duymakta zorluk çeken insana Çiçekli Bir Boşluk öneriyor Ramazanoğlu; şehrin kaosundan kaçıp, 'kariyer zulmü'nden doğanın kucağına sığınan, okumuş-yazmış kadın kahramanı üzerinden. O, hayali kurulan 'uzak köy'de, tek başına yaşamayı ve var olmayı deneyen ve başaran bir kadın bu. 'Keşke' dedirtiyor hatta bir adım ileri gidip 'neden olmasın'ın kapılarını aralıyor: "(…) Zamanı ele geçirmenin yolu mekânı yatıştırmak olmalı. Mekânla barışık olmak zamanın önüne geçirebilir bizi, arkadan sürüklenmek yerine. Bedenimizdeki madde cevherini sakin bir yere yerleştirmekle zamanı dilediğimiz yerden başlatmak mümkün belki. (…)"
MR Ruhu hikâyesinde ise modern insanın tam da merkezinde bulunduğu 'yabancılaşma'nın soğuk nefesini hissediyoruz ve 'niye, nasıl bu noktaya geldik?' diye sormadan edemiyoruz, bildiğimiz, ezberlediğimiz halde. Modern tıbbın, insan ruhunu nasıl es geçtiğini, sağlığı nasıl sadece 'beden'e indirgediğini ve bedeni ruhtan ayırıp nasıl makineleştirdiğine hayret ediyoruz bir kez daha, salim kafayla: "Sırt üstü yatırıldığı tüpün içinden dış dünyaya dair bir şey görmesi mümkün değildi. Kirli beyaz renkte, umutları kıracak sertlikte imal edilmişti cihaz. (…) Hiçbir şefkat belirtisi yoktu yüzünde bir insanoğlunu bu tüpün içine sokarken. Yüzüne hiç bakmamıştı hastasının. (…)"
Müzeyyen Vakası'da ise en mühim kadınlık halinin, anneliğin, anneliğe alışmanın abc'sini öğreniyoruz, varoluşun derin kodlarıyla… "Bebeklerin kırk gün boyunca bedenen dünyada olsalar da henüz ruhlarının öte dünyaya ait olduğuna inanıyordu. Onlar gayb âleminin bilgisiyle donanmış haldeydiler, yakınında bulunanlar biraz murakabe ederlerse, derecelerine göre bir çok işaret alabilirlerdi bilip de unuttukları alemlere dair."
Sakın bütün hikâyelerin detaylarını açık edip, okuma lezzetinize mani olacağımız sanılmasın. Bir tanıtım yazısına sığacak ve sığması gerekenler bu kadar! Size sizi, içinden geçtiğimiz hayatı anlatacak 10 Yıldız Ramanoğlu öyküsü 'Çiçekli Bir Boşluk'ta! Her şey kapağı çevirip içinde kendinizi görmenize bakıyor… (Kapı Yayınları)
Kitaptan
(…) Kendine zamanla doğrusal değil helezonik ilişki kurulan bir hayat yaratmak istedin. Birkaç tavuk aldın pazardan ama doğrusu kediler kendiliğinden geldi. Dostlukları baki. Bir şey üretmeden durup bakma hakkını kullanacaktın. 'Bu günlerde ne yapıyorsun, ne yazıyorsun, neler planlıyorsun, nerelere seyahat var yine' diyenlere ferah bir gülümsemeyle 'Her sabah kalkıyorum, bu dünyada olmanın acılarına, kalbe sığmayan sevincine sevincine katlanıyorum, açıklaması olmayan sayısız şeye rağmen her şey net ve berrakmış gibi arsızca yaşıyorum ve kendi mucizemi tekrarlıyorum ya, daha ne istiyorsunuz' diyecektin... (…)" (Çiçekli Bir Boşluk)