Örümceğin Biri (III)
-geçen aydan devam-
Onu götüren arabanın huzursuz hızına rağmen, Zehra sokaklardaki insanların yüzlerini inceliyor, onlarda Saadet'e dair bir şeyler görmeyi umuyordu. Kentsel dönüşümün henüz uğramadığı bir semtti burası. Birbirine oldukça orantısız biçimde bina edilmiş gecekondular; çürüğü bol, çarpık dişleri olan kocaman bir ağzı anımsattı Zehra'ya. Bu ağız buraya uğrayanı yutuyor, kendine benzetiyordu sonra. Saadet'in genç bedeni de burada gömülecek, bir türlü aklından çıkmayan gözleri toprakta kaybolacaktı.
Ölüme yabancı değildi oysa. Kendini bile bilmiyorken daha, ölümü öğrenmişti. Ve Saadet'in ölümüyle birlikte canlanan anıları Zehra'ya batıyor, adeta kalbini yırtıyor, onu acıya boğuyordu. Puslu gecelerde yanıp sönen deniz feneri gibi, belirli aralıklarla Zehra'nın zihninde beliren Saadet'in o son bakışları ise ona hiç yardımcı olmuyordu. Aksine gözlerindeki huzur, Zehra'yı daha da huzursuz ediyordu. Ölürken mutluydu Saadet. Neden? Ölümü sevinçle karşılamıştı belki de. Bu mümkündü, peki. Ama ya cinayet? Buna ne demeliydi? Ölüm bir hediye olarak düşünülebilirdi belki. Ama cinayet haksızlıktı. Çok büyük bir haksızlık…