-geçen aydan devam-
"- Aynı eski günlerdeki gibi değil mi?"
Murat'ın 'aslında' neyden bahsettiğini anlamıyormuş gibi yapmak, en azından bugün, Feyza'ya ağır gelecekti. Tüm olup bitenin üstüne, çok da eski olmayan bir zamanda neredeyse evleneceği adamı her gün görmek zorunda kaldığı yetmiyormuş gibi sanki, üstüne bir de onun görünürde masum ama hiç de öyle olmayan imaları Feyza'yı artık çok yormuştu. Sorusuna cevap alamayan Murat ise aynı aymazlıkla devam etti:
"-Zehra yine böyle çizerken ben de size çay, kahve getirirdim… Şimdiki gibi..."
Ama yanılıyordu. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. İstese de olamazdı üstelik. Murat elindeki çayı Feyza'ya uzattı. Feyza, Murat'a bakmadan ince kenarlı cam kupada olduğundan emin olduğu demli şekersiz çayı aldığı gibi masasının üzerine bıraktı. İkisi de çok iyi biliyordu ki, Murat'ın Feyza'ya ısrarla bahsini ettiği 'eski günler'den kastı, Zehra ile birlikte çalıştıkları günler değil, birlikte mutlu bir çift oldukları günlerdi. Çoğu zaman Murat'ın bu tavrını umursamayan ve anlamamazlıktan gelen Feyza, bugün bu tavrı devam ettiremeyeceğini çok iyi biliyordu. Onu aptal mı sanıyordu? Anlamadığını mı sanıyordu? Ya da ne sanıyordu? Düşünmemek en iyisiydi aslında. Kızıp da bir şey dese "Ne dedim ki şimdi?" diye başlayıp "Demediğim şeyleri anlayıp, sonra onları üstüne alınıyorsun" ile devam edecek olan ya da o minvalde şeyler duyacağı kesindi. Hatta "Sen beni unutamadın. Hâlâ beni seviyorsun"a bile gidebilirdi bu konuşmanın sonu. İşte buna asla mahal vermek istemezdi Feyza. Onun yerine derin bir nefes alıp, elini biraz kaydırıp, Murat'ın getirdiği çayı 'yanlışlıkla' masaya döktü. Tam olarak rahatlamasa da bu ona biraz iyi gelmişti.
"-Hemen yeni bir tane getiriyim" dedi Murat gülümseyerek.
Maalesef Feyza'yı çok iyi tanıyordu ve o çayın neden döküldüğünü de çok iyi biliyordu. Bu daha da sinir bozucuydu. Onu bir daha bu kadar iyi tanıyan, neyi neden yaptığını anlayabilen biri olmayabilirdi. Ayrıca insan neden illa anlaşılmak istiyordu ki? Ama Feyza'nın asıl takıldığı nokta onu herkesten iyi tanıyan, bilen biri nasıl oluyordu da onun canını en çok yakan kişi olabiliyordu. İşte bunu affedemiyordu bir türlü. Demek ki Feyza'nın üzülmesi, canının yanması onun umurunda değildi. Yoksa bile bile bunu yapmazdı. Keşke yaptıklarına bir bahane bulabilseydi. Günlerce kendi kendine, belki ondandır belki bundandır diye aradığı sebeplerin hepsi boştu. Ve kendisine bir açıklama bile yapmayan Murat da onu bu düşüncelerinde haklı çıkarıyordu. Bu iş bitmeliydi. Ve bitti de. En azından Feyza öyle düşünüyordu.
Murat masanın üstünü pratik bir hamleyle sildi. İnce uzun parmakları hem dikkat çekecek kadar güzel hem de oldukça becerikliydi. Bu, eski işinin -Feyza'ya göre asıl uzmanlığının- gerekliliklerinden biriydi ne de olsa. Hızlı, pratik ve iş bitiren eller. Oldukça mahir ve de beyaz. Bembeyaz. Karanlık gecelere ışık veren ay gibi parlıyor, yol gösteriyor sanki. Öylesine parlak, öylesine kendinden emin. Sadece ellerine bakarak güvenebilir miydi bir insan bir insana? Feyza güvenmişti. Heyecanının en dorukta olduğu günlerden birinde Zehra ona "Neden?" diye sorduğunda, o da "Elleri" demişti "Ellerinde bir şey var. Aklımdan bir türlü çıkmıyor". "Hm" demişti Zehra gülümseyerek. "Tecrübe ve gözlemlerime dayanarak söylüyorum Feyza İşler... İflah olmazsın, olamazsın sen artık". Zehra'nın söylediklerini anımsayınca nefesi kesildi birden -yine-. Görünen o ki, Feyza ellerinden başlamıştı Murat'ı sevmeye. Aynı eller yüzünden de kırılan kalbi ve hayalleri, hâlâ canını yakmaktaydı. Bu sebepten olsa gerek şimdi de gözlerini onlardan alamazken, yine umursamaz bir tonda Murat'ın sorusuna cevap verdi:
"-Yok, zahmet etme. İçmeyeceğim."
Hiçbir şey olmamış gibi devam etti Murat:
"-Bak Zehra yine kayboldu çizimlerinin, dosyalarının içinde. Kendi kendine konuşuyor yine. Biz de burada ona bakıyoruz. Yine."
"-Hım hım." dedi Feyza olanca sakinliğiyle. "Aynı eski günlerdeki gibi. Tek bir fark var. Artık herkes olması gerektiği yerde bugün.''
Murat ister istemez yüzünü ekşitti. Belli etmemeye çalışsa da sinirleri gerildi, morali bozuldu. Feyza devam etti:
"-Zehra için zor bir karardı belki. Ama gitmesi onun için çok daha iyi oldu."
"-Ama eminim ki burayı çok özlüyordur." Göründüğü gibi durum belirten bir cümle olmaktan ziyade bir soru cümlesiydi aslında bu. Feyza sessiz ama acı bir gülümsemeden sonra:
"-Özlemek insanın canını acıtıyor evet. Ama geçiyor. Öte yandan pişman olmak, özlemekten çok daha keskin, çok daha can acıtıcı. Her şey bitip de yaptığın seçimlerle baş başa kaldığında yanına kalan şey, inan bana, pişmanlık olsun istemezsin. Zehra'yı dert etme sen. Verdiği kararın doğru olduğunu biliyor. Bu da ona yeter."
Feyza'nın kelimeleri bıçak gibi üst üste Murat'a batıyordu. Bir şeyler diyecek gibi oldu. Ama ağzını her açtığında koskocaman bir boşluk çıktı ağzından. Aptala dönmüştü. Her durumu bir şekilde kotaran, asla laf altında kalmayan, her zaman bir bahanesi olan Murat şimdi kalakalmış, öyle bakıyordu karşısında duran dünyalar güzeli, sakin, vakur, akıllı kadına. Daha fazla orada kalamayacağını hisseden Feyza ise masasından kalktı ve arkasını döndü:
"-Işıl. Zehra ya da Fahrettin amir soracak olursa aşağıda olacağım."
"-Tamam komserim."
Olan biteni uzaktan masasında izleyen Burak, diğer yandan da aldığı notları gözden geçiriyor, üç cinayetteki ortak noktaları belirlemeye çalışıyordu.
''-Işıl, maktule dair ne biliyoruz?
''-Komiserim maktulün adı Saadet Tek. 27 yaşında. Ankaralı. Üsküdar'da ailesi ile birlikte yaşıyor. Taksimde bir 'houte couture' moda evinde çalışıyor.
Hareketlerindeki çeviklik duygularına da aksetmiş olmalı ki, bir nefeslik aradan sonra Murat tekrar dosyanın içine girmişti. Feyza'ya göre umursamazlık olan şey, Murat'a göre hayatta kalma ve devam etme çabasıydı. Kimse gelip onu düzeltmezdi. O kendi kendini iyileştirmek zorundaydı. Bu onu ruhsuz ve kalpsiz yapıyorduysa da varsın yapsındı. Ruhsuz olmayı, zayıf ve güçsüz olmaya yeğlerdi.
"-Hot ne?" diye sordu Murat.
"-Houte couture komserim. Fransızca bir kelime. Kişinin özel beğenisine göre tasarlanan elbise anlamına geliyor. Daha çok sosyeteye hitap eden bir alan."
"-Hm. Maktulü sadece terzi olarak göremeyiz bu durumda" dedi Burak.
"-Hayır komiserim. Özel bir eğitim aldığı kesin. Ve çalıştığı moda evi de camiada çok bilinen ve tercih edilen bir yer."
"-Anladım. Başka?"
"-Ailesinin tek kız çocuğu. İki tane de abisi var. Yılmaz ve Yavuz Tek. Yılmaz Tek evli. Aile apartmanında eşi ve iki kızı ile birlikte yaşıyor. Mahallesinde bir marketi var. Yanında çalışan dokuz işçisi var. Yavuz ile alakalı herhangi bir belgeye rastlayamadım. Her ne yapıyorsa kayıtlı değil komiserim."
"-Nereden başlayacağımızı bulduk o halde. Babası ne iş yapıyormuş peki?"
"-Uzun yıllar konfeksiyon işçisi olarak çalışmış. Emekli olduktan sonra da mahallede bir kahvehane açmış. Evlerinin hemen iki sokak üstünde."
"-Annesi?"
"-Çalışmıyor komserim."
"-Peki tamam. Şu yeni gelen Fahrettin amirin yeğeni…" Sesinin tonu en az iki oktav düşmüştü Burak'ın Zehra'yı sorarken.
"-Doktor Zehra mı komserim?"
"-Hm. Doktor mu o?" Yarım ağız sorduğu soru Murat'ın gevrek gevrek gülmesine sebep oldu. Burak ise fark ettiği bu saçma hareketin üstünde durmadı bile.
"-Evet komserim. Davranış bilimleri ve kriminoloji alanlarında tezleri var. Üniversitede ders verirken bir olay oluyor sanırım, Doktor Zehra hanımın görüşünü alıyorlar. Sonrasında da cinayet masasına danışmanlığa başlıyor. New York'ta birçok cinayetin çözülmesine yardım etti. İki yıl oldu yanılmıyorsam. Mesleğinde bilinen ve aranan biridir yani" dedi gururla.
"-Öyle demek. Peki, ne yaptığına dair bir fikrin var mı?"
Fahrettin amir ekibini kuralı üç yıl olmuştu. Burak ise altı ay önce aralarına katılmıştı. Geldiğinde Fahrettin amir ona istediği yere yerleşebileceğini söylemişti, etrafı baştan sona cam duvarlarla çevrili oda hariç. Oranın kime ait olduğunu hep merak etmişti Burak. Bugün bu merak sona ermişti. Zehra'nın odasıydı görüldüğü üzere. Genç kadın yere serdiği dosyaların üzerinde bir sağa bir sola bakıp, elindeki kalemle çizdiği resimlerin içinde kayboluyordu. Çizmesi bitince de kâğıtları teker teker camlara asıyordu. Camdan duvarlar gittikçe örtünüyor, Zehra ile merkezdekilerin arasındaki mesafeyi daha da açıyordu.
Diğer yandan nasıl oluyordu da bu kadar çabuk çizebiliyordu ki? Hem ne çiziyordu ki böyle? Garip bir kızdı bu. En azından normal olmadığı kesindi. İnsanı keser gibi attığı soğuk bakışları da bu tersliğin yalnızca bir alametiydi.
Işıl gülümsedi.
"-Dosyalarda gördüklerini çiziyor komserim. Olayları canlı hale getiriyor. Şimdiye kadar çözemediği bir olay olmamıştır Doktor Zehra'nın. Kimsenin göremediklerini görür."
"-Hm. Göreceğiz bakalım."
Çalan telefonuna dönen Işıl:
"-Peki amirim. Tamam amirim."
"-Fahrettin amir mi?"
"-Evet komserim. 15 dakika içinde sizi, Feyza ve Murat komseri odasına bekliyor."
"-Tamam, eyvallah."
12 dakika sonra Fahrettin amirin odasında herkes sırayla malumat veriyordu.
"-Tamam anlaşıldı. Feyza kızım, Zehra çıktı mı odasından?"
"-Hayır amirim. Çizmeye devam ediyor."
"-Peki tamam. Sen bu arada adli tıbba git. Bak bakalım otopsi sonuçları nasıl."
"-Peki amirim."
"-Burak sen de aileyle görüşmeye git. Mahalledeki kahveye de bir uğra bakalım konu komşu nasıl bilirmiş maktulü."
"-Tamam amirim."
"-Murat sen de iş yerine bak bakalım neler bulacaksın."
"-Hay hay amirim. Hemen."
Zehra odasına gireli yaklaşık beş saat olmuştu. Eski dosyalardaki fotoğrafları ve ifadeleri teker teker incelemiş, analizlerini yapmış ve okuduklarını kendi yorumuyla çizmişti. Geriye çekildi ve çizdiklerine uzaktan baktı. Odasından çıktı, kapısını örttü ama kilitlemedi. Dışarıdakiler Zehra'nın çizdiklerini çok merak etseler de, kimse o odaya girmeyecekti. Kapıdan çıkarken tam da Feyza'yla karşılaştı:
"-Adli Tıbba mı?"
"-Evet. Sen?"
"-Ailesini görmem lazım. Yeni çocuk mu gidecek?"
"-Evet. Acılı aileye öteki dengesizi gönderecek değil ya Fahrettin amir."
Zehra yorum yapmadı.
"-Bari sen yapma. Onu hâlâ sevdiğimi düşünüyorsun değil mi? Hissettiğim öfke de bunun belirtisi?"
Zehra gülümsedi:
"-Sen nasıl diyorsan öyledir" dedi.
Feyza kendisini tatmin etmeyen Zehra'nın sözlerine karşı çıkacak oldu. Ama diyecek bir şey bulamadı. Zehra onu rahatlatan bir sesle:
"-Ben şimdi gideyim. Ama konuşuruz. Tamam?"
"-Öyle olsun bakalım." dedi huzursuzca Feyza.
"-Merak etme ne zaman istersen konuşuruz. Ama şimdi yetişeyim şu çocuğa."
"-Neyse en azından başını şişirmeyecek öteki lüzumsuz gibi."
"-Nasıl yani?"
"-Burak'ı diyorum. Konuşmaz hiç. Gerekmedikçe yani."
"-Hmm. Öyle demek."
"-Öyle öyle."
"-E iyi madem. Hadi kolay gelsin sana. Haber ver otopsiden. Bir de bak bakalım gözaltında ve tırnaklarında morarmalar var mı?
"-Makyajın dışında mı?"
"-Evet."
"-Nedir tam olarak aradığın?"
"-Sen bak. Konuşuruz sonra."
"-Tamam bakalım doktor hanım. Yine başladı senin bilmece gibi konuşmaların. Hadi görüşürüz."
"-Görüşürüz."