Rüya diye bir şey yok, Freud’un ajanları var
Tabii şimdi siz, "Rüya diye bir şey yok; bilinçaltı diye bir şey yok; Sigmund Freud'un aramıza yerleştirdiği ajanlar var!" sözüme inanmıyorsunuz. Oysa bu doğru. Yani size sunduğum Montesquieu mektupları kadar doğru çünkü bu Freud ajanı teorisi de o mektupların varlığına beni ikna eden ve bu konuda araştırmaya sevk eden kaynaktan geliyor. Yani editörümden. Editörümden deyince siz şimdi hemen bir yığın komplo teorisi hatırlayacaksınız. Oysa hiç alakası yok. Kendisinin bana gönderdiği son kriptoda ifade edildiği üzere, bizim bilinçaltı sandığımız, hakkında türlü çeşitli söylemler geliştirdiğimiz yutturmacanın gerçek boyutlarını da ortaya koyuyor.
Özetlersek, Freud rüya ile bilinçaltı denen şey arasındaki ilişkiyi ilk ortaya koyan kişiydi. Bilinçaltı konusunda da kâğıt üzerinde teoriyi ortaya atan ilk kişiydi. Kâğıt üzerinde! Buradaki anahtar kelimeler bunlar! Diyor ki kitapta: "Bizim gerçekten düşündüğümüzü bilmeden beynimizin oluşturduğu bütün süreçler, inançlar, beklentiler, kanılar, kanaatler bilinçaltı varlıklarımızdır."
Oysa gerçek tamamen farklıymış!
Freud'un komploları
Hadise şu imiş: Bu Freud ajanları size rüya imiş gibi görünerek, bilinçaltında gizlediğinizi sandığınız şeyler sanki ortaya çıkıyormuş gibi size bazı şeyleri yaptırıyorlar. Mesela ben bir tarihte kendimin, o zamanın en çok tirajlı gazetesi olan Hürriyet'in yazı işleri müdürlüğünden, yine o zamanın en etkili muhafazakâr gazetesi olan Tercüman'a geçmek istediğimi sanıyordum. Bilinçaltında bir şeyler beni buna adeta zorluyordu. Oysa şimdi editörümün mesajından sonra yaptığım incelemeler gösteriyor ki meğer benim ve çoğumuzun yüksek yerlere geçmek, daha başka ve belki de çok daha fazla tirajlı yayın organlarını yönetmek, koordine etmek, "edit etmek" gibi arzularımız, dürtülerimiz, gayelerimiz olduğunu sanmaya başlamamız tamamen bir Freud komplosu. Bu kadar yıldır sürdürebilen bir oluşumu Freud nasıl kurdu diye soruyorsunuz.
Fatih zamanında havaya bir losyon sıkarak günümüzde Müslüman gençleri, sarışın kızların arkasından koşturan düzen nasıl kurulmuştu sanıyorsun? Aynen öyle, aynen. Yani sıkıntı yok; stres yapma!
İşte bu ekip bize Namık Kemal'in şu "Beyitler" şiirini kendi bilinçaltı gibi göstermişler:
Yüksel ki yerin bu yer değildir;
Dünyaya gelmek hüner değildir.
Bunu bir-iki kere söylemekle olmuyor tabii. Önünde kanlı-canlı biri, üstelik güvendiğin, çok sevdiğin, kendine dost ve kardeş bildiğin biri, yani muhayyileni zapt edebilecek biri olmalı ki, zamanla bu düşünceleri kendi düşüncelerin sanmalı ve adeta rüyasını görmelisin. İşte Freud'un hepimizin hayatına yerleştirdiği böyle bir kişi var. Bu kişinin marifetlerini biz bilinçaltı zorlaması sanıyoruz. Bu kişi kim? Şöyle bir bakın etrafınıza. Eminim göreceksiniz bu kişiyi. Ben şu anda bile en az beş kişi sayarım hayatımdaki Freud casusu olarak.
Bu hani birtakım üç boyutlu baskılı desenler var; gözünüzü dikip dikkatle bakarsanız bir süre sonra deseni üç boyutlu, sanki derinliği varmış gibi görüyorsunuz ya! Öyle işte. Dik dik bakın çevrenize.
Casuslar da iyi dost olabilir
Bir uyarı: Bu Freud casuslarını hemen kötü kişiler olarak bellemeyin. Bu kişiler gerçekte sizin en iyi dostunuz da olabilir. Sizi sigaradan vazgeçirebilirler. Sizi çoktan hakkınız olan terfie doğru itebilirler. Hatta sizi hayatınız boyunca eşiniz olacak kişiye açılmak üzere teşvik edebilirler. Casus var, casus var nitekim.
Şimdiiii… Freud'un en büyük balonunu patlattık; gelelim diğer bazı başka balonlarına.
Bu büyük üstadın aslında bir kokainman olduğunu biliyor musunuz? Diyebilirsiniz ki; bilim için kendini feda etmiş olmalı… Başkasının üzerinde deneyemediği uyuşturucu maddeyi kendi üzerinde deneyerek bilime katkı sunmuş olmalı…
Ama bence demeyin böyle çünkü evet, kendisi bu maddenin tesirleri üzerine bir iki makale yazmış ise de asıl kokain ve eroin kullanımı, tamamen zevk içindi. Nasıl bir zevk ise artık! Gerçi o zaman bu maddelerin kullanımı bugünkü gibi yasayla ve toplumsal algı ile yasaklanmış değildi ama zararları biliniyordu. Yani Freud'un ortaya öbek öbek kokain koyup burnuna çekmesi, orasına burasına sokması gerekmiyordu. Pekâlâ diğer başka insanlar gibi o da bu pisliği reddedebilirdi.
Sadece bu mu? Belki de günümüzdeki bütün kadın cinayetlerinin azmettiricisi Freud hazretleri idi. Kadınlar için; "Zayıftır çünkü kıskançtır, cinsel açıdan erkeklere özenir daima" ve hatta "kadınların adalet duygusu yoktur" gibi açık ve seçik yalan, yanlış, bilime aykırı lafları bize bilim gibi sokuşturması kendisinin kadınlarla sorunu olmasından kaynaklanıyor. Yani kadınların sorunu yok; Freud'un kadınlarla sorunu var. Bunu rüya ve kokain meselesinde olduğu gibi öyle bir "bilim" kisvesi altında yapıyor ki bugün bile hâlâ kadınların psikanalitik sorunları başlıklı makaleler yazılabiliyor üniversitelerde.
Sadece kadınlar değil, Freud'un erkeklerle de sorunu vardı ve onları akılları daima filanca işte diye niteleyen yazılar yazdı, teoriler geliştirdi. Mesela psikoseksüel gelişim teorisi... İnsan büyürken şu şu aşamalardan geçermiş de eğer sağlıklı büyüyemezse, aklı fikri orasında, burasında kalırmış! Ne bu ya? Ona kalsa herkes seks manyağı! Gerçi herkes değilse bile epey bir miktar insan kardeşimiz bu açıdan aklı orasında maymunlardan, tavşanlardan ve kedi köpek milletinden farklı değilse de bunu bütün insanlığa yaymanın da anlamı yok.
Bir diğer artık çürütülmüş teorisi ise küçük erkek çocuklarının analarına, kız çocuklarının da babalarına âşık olduğu meselesi. Ya, "düşkün olurlar" de, "aşırı bağlanırlar" de ama bu "âşık olurlar" lafı nereden çıkıyor?
Bir de "Psikoloji biliyorum; psikanalizi ben icat ettim!" havaları! O kadar psikoloji biliyorsan, sonunda kendini ağız kanseri dâhil, tonla kanserle mücadele etmek ve onlar yüzünden hayata veda etmek zorunda bırakan puro tiryakiliğine bir çare bulsaydın ya! Günde 40, yazıyla kırk adet, kolum gibi puroyu lüpleten Sigmund Bey, bu zararlı adetten sadece ama sadece 10 ay uzak durabilmiş!
Psikanaliz dedik ya! Onu icat eden de o değil. Evet bu tekniği psikiyatrların en etkili nasıl kullanacağını kayda geçiren o. Çok iyi psikanalistler yetiştiren de o. Meşhur eden de o. Lakin icat eden o değil. Hatta laf aramızda daha sonraki yıllarda Freud'un psikanaliz metoduna acayip eleştiriler de yöneltilmiş vaziyette.
Eleştirilen başka bir teorisi yine rüya ile ilgili. Freud'un rüyaların hatırladığımız bölümlerinin, hatırlayamadığımız kısımdaki gerçek düşüncelerimizi örtmek için uydurduğumuz düşünceler olduğuna ilişkin teorisi bugün artık sadece Psikolojinin Tarihi dersinde okutuluyor.
Çok ayıp ama Sigmund Bey'in en çok bilinen kuramlarından bir diğeri insanların yeteri kadar anne sütü emmedikleri için bu işlemin mekaniğine takıntı hâsıl ettikleri ve ömür boyu bir "düşkünlük" (fixation) oluşturdukları teorisi idi. Daha fazla ayrıntıya girip de editörümle papaz olmanın alemi yok! Zaten olduk yukarıda yeteri kadar!
"Bazen bir puro sadece bir purodur"
Şimdi bu Freud neredeyse bütün zamanlarını ağzında salam sucuk gibi bir puroyla geçirdiği ve derslere ve hastalarıyla seanslarına purosuz girmediğini gören bir öğrencisi diyor ki:
"- Hocam yaa! Sen de ağzında bu koca şeyle dolaştığına göre senin de ağız takıntın var galiba!"
Haklı çocuk.
Sigmund da tarihe geçen şu savunmasını dile getiriyor:
"- Bazen bir puro sadece bir purodur."
Sana gelince puro sadece bir puro, başkasına gelince... Neyse terbiyemizi bozmayalım. Anladınız siz onu!
Freud dünyanın en garip insanıydı ve belki de o yüzden kendisi kadar bilgili ve kendisi kadar becerikli olmayan, kendisi kadar dil bilmeyen biz zavallı ölümlüler için bu kadar zor bir hayat reçetesi vermişti. Kendisi Almanca, İtalyanca, Yunanca, İngilizce, İspanyolca, İbranice ve Latince biliyordu. Ölüsüyle, dirisiyle yedi dil! Sekiz yaşına geldiğinde Shakespeare'in bütün eserlerini aslından okumuştu. İlkokula, ortaokula gitmemiş, doğruca liseye kabul edilmiş ve okul birincisi olarak mezun olmuştu. Üniversiteyi sormayın bile!
Hangi birini sayayım? Eşimin kitaplığında elimi attığım Freud hakkındaki her kitabın önsözü de sonsözü de "Freud'un çürütülmüş teorileri" hakkında. Peki, o zaman bu kitapların ortasındaki bölümde hâlâ neden onun teorileri anlatılıyor?
Bir örnek vereyim: Freud'a göre, kadınlar psikiyatr yahut psikolog olmamalı çünkü kadınlar aşırı duygusal yaratıklardır ve bu mesleklerin gerektirdiği "hastasına âşık olmama" şartını yerine getiremezler. Kadınlar örgü örmeli. Sadece bu değil beyefendinin yediği naneler: Kadınlar narsisttir; kadınlar vicdanlarını ya dinleyemezler yahut tamamen vicdanlarının esiri olurlar. Kadınlar kendilerini daima cinsel eksiklik halinde hissederler. (Nedenini açıklamamı beklemiyorsunuz, umarım?) Günümüzde bilim insanları bu saçmalıkları çürütmek için uğraşmıyorlar bile!
Kendisinin yaratılışla ve yaratıcı ile ilgili fikirleri Darwin'e bile "töööbeeee" çektirecek düzeyde. Freud'a göre insanlar birey ve toplum haline gelmeden önce "ilkel sürü" halinde yaşarlar; içlerinde "alfa" konumundaki erkek, sürüdeki bütün kadınların sahibi olurdu. Bu sürüde daima bir "hepimizin büyük babası" fikri vardı ve zamanla bu fikirden "Tanrı" fikrine sıçradılar. Uygarlık arttıkça, totem, put ve zamanla soyut yaratıcı aşamalarından geçtiler. Freud Musevi idi ve bu fikirleri onun bulunduğu her toplulukta Musevi cemaatleri tarafından dışlanmasına sebep olmuştu. Ahir ömründe, son kitabını Musa ve Tek Tanrıcılık başlığıyla yazdı. Hani derler ya; "Ölüm döşeğinde ve sınav salonunda ateist yoktur." Muhtemelen aynı dürtüyle, iki Musa bulunduğunu birinin Mısırlı bir inşaat işçisi diğerinin Medyanlı bir rahip olduğunu öne sürdü. Nazi işgalinden kaçıp 1938'de Amerika'nın yardımı ile sığındığı İngiltere'de kitabı bitiren Freud, bir türlü yayıncı bulamadı.
Derler ki kitabın üçüncü ve son bölümü, tek Tanrı fikrinin insan beyninin soyutlama yeteneğinin en yüksek düzeydeki bir faaliyeti olduğu fikrini işlediği kısmı, Londra'daki Musevi bilim adamı Abraham Yahuda ile görüşmelerinin sonunda, kendine göre ulaşabildiği bir inancın ürünü oldu!
Amerika için, "Eveeeet, çok çok büyük" derdi ve eklerdi: "Büyük bir hatadır." Belki her şeyi yanlıştı Sigmund Freud'un! Kim bilir, belki de en doğru teşhisi buydu.