KUANTUM ÇAĞINDA BAĞNAZLIĞIN ÖLÜMCÜL ETKİSİ
Kuantum çağı, kuantum fiziğinin temel ilkelerinin (süperpozisyon, dolaşıklık ve kuantum tünelleme gibi) bilim ve teknoloji alanlarında yenilikçi uygulamalara dönüştüğü, insanlık tarihinin dönüştürücü bir dönemidir. Bu çağ, kuantum teknolojilerinin bilgi işlem, iletişim, güvenlik, enerji, biyoteknoloji ve yapay zekâ gibi birçok alanda radikal değişimler yaratmasıyla karakterize edilir. Yapay zekâ, bu dönüşümde hem bir kolaylaştırıcı hem de faydalanıcı olarak önemli bir rol oynar.
Peki, Kuantum çağına giren insanlık neden hâlâ bağnazlıktan vazgeçmez? İnancından, etnik veya mezhebi kimliğinden, cinsiyetinden veya yaşam tercihlerinden dolayı dünyanın birçok bölgesinde insanların kutuplaştığı, aşırı faşist ideolojilerin yükselişe geçtiği çatışmalarla boğuşuyoruz. En son
gözümüzün önünde Gazze'de on binlerce sivil İsrail'in soykırımına uğramadı mı? Elon Musk'ın Mars'a insan göndermekten bahsettiği bir çağda inancından dolayı on binlerce sivil ölümüne insanlık nasıl sessiz kalabildi, değil mi?
İster beyaz üstünlükçülük olsun ister Yahudi mistisizminin seçilmiş toplum anlayışı olsun ister "ya benimsin ya kara toprağın" şeklinde eşyalaştırılan kadın bedenine karşı sahip olma duygusu olsun toplumun her kesiminde bir şeye karşı duyulan öfke ve hınca rastlayabiliyoruz artık. Kuantum çağında cehaletimiz arttığı gibi bağnazlığımız da yükselen bir trend olarak karşımıza çıkıyor. İster iddia ettikleri "haklı bir dava" uğruna binaları uçuran etnik fanatizm ister camileri patlatan dinsel fanatizm isterse "yankı odalarında" kendini adadığı gruplar adına grup dışını şeytanlaştıran fanatikler olsun, bağnazlık artık her yerde bizi bulabiliyor.
Dijital çağda zihinsel ve ahlaki körlük
Yazılı kültür öncesindeki toplumlarda sözlü anlatım insanları güçlü bir şekilde bir araya getirerek topluluk bağlarını pekiştiriyordu.
Ancak günümüzün televizyon ve sosyal medya gibi modern sözlü kültür araçları derin bağlar kurmak yerine, yüzeysel ve geçici etkileşimlere yol açıyor. Bu durum, toplumsal dayanışmayı zayıflatarak bireyleri yalnızlığa dtiyor. Yalnız hissetmek ve dışlanmak, bireylerin şiddete yönelme olasılığını artırabiliyor.
Televizyon reklamlarının hızlı sahne geçişleri ve video oyunlarının aksiyon odaklı yapısı, bireylerin uzun süre bir metne odaklanmasını zorlaştırıyor. Yazılı kültür, bireyden sabır ve uzun süreli konsantrasyon gerektirirken dijital dünyada bu yetiler giderek zayıflıyor. Okuryazarlığın azalmasıyla birlikte bireyler başkalarının duygularını ve düşüncelerini anlamakta zorlanıyor. Empati eksikliği, şiddet içeren davranışların artmasına yol açabiliyor çünkü insanlar, diğer bireyleri soyut ve uzak varlıklar olarak algılamaya başlıyor.
Okuma alışkanlığı, bireylere etik ve ahlaki değerleri aktarmanın en önemli yollarından biridir. Romanlar, öyküler ve denemeler, insanlığın etik meselelerini ve bunlara bulunan çözümleri anlatarak bireyin düşünsel dünyasını geliştirir. Fakat okuma oranının düşmesi, insanların bu değerlerden uzaklaşmasına neden olur. Bunun yerine, elektronik medyada sıkça karşılaşılan şiddet içeriği, şiddeti sıradan ve kabul edilebilir bir davranış biçimi olarak sunabilir. Yazılı kültür, bireyin sabırla odaklanmasını gerektirir ve bu sayede dürtü kontrolünü güçlendirir. Öte yandan, elektronik medya anlık tatmin sağlayarak sabırsızlığı artırır ve bireyin kendini kontrol etme becerisini zayıflatarak şiddet eğilimli tepkilere yol açabilir.
Televizyon, bilgisayar oyunları ve dijital araçlar, yazılı kültüre olan ilgiyi giderek azaltıyor. Elektronik medya, görsel ve işitsel uyarıcılara dayanarak insan beynini doğrudan etkiliyor. Televizyon programları ve video oyunları, kullanıcıya hızlı ve kolay bir deneyim sunarken yazılı metinlerin gerektirdiği
soyut düşünme ve derin kavrayış ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Yazılı metinler, okuyucudan hayal gücü ve zihinsel çaba ister. Oysa görsel medya, izleyici adına bu süreçleri üstlenerek hazır içerik sunar.
Elektronik medya bilgiyi hızlı ve zahmetsiz bir şekilde sunmayı amaçlar. Örneğin, bir televizyon programı veya bilgisayar oyunu, minimum çabayla maksimum eğlence sağlamak üzerine kuruludur. Buna karşılık, yazılı metinleri anlamak zaman ve dikkat gerektirir. Dijital araçlar, bilgiye hızla ulaşmayı sağlasa da derin düşünmeyi ve odaklanmayı zorlaştırır. Televizyon ve video oyunları, anlık ve dikkat çekici unsurlarla bireyin ilgisini çeker, ancak uzun vadede dikkati sürdürebilme becerisini zayıflatır.
Bağnazlık bilinçli bir tercihtir
Bilişim teknolojilerinin hızla gelişmesi ve sosyal medyanın yaygınlaşması, bilgiye erişimi kolaylaştırdı. Artık temel sorun cehalet değil. İnsanlar bilgiye ulaşmak ya da öğrenmek istemiyor. Kendilerine sunulan bilgileri sorgulamıyor, düşüncelerini gözden geçirmiyor. Soru sormak yerine, basit ve kesin cevaplar istiyor. Ait oldukları grubun inandığı şeyleri sorgusuz kabul ediyor, farklı görüşlere tahammül edemiyor. İnançlarını sarsacak en küçük şüpheye bile öfkeyle karşı çıkıyor. Asıl dertleri öfkelerini bir hedefe yöneltip rahatlamak. Kendilerini haklı görmek için seçtikleri düşmana bağlı kalıyor, farklı bakış açılarına kapılarını kapatıyor.
Bugün karşı karşıya kaldığımız bağnazlık, bilgi eksikliğinden değil, bilinçli bir tercihten kaynaklanıyor. İnsanlar hoşlarına gitmeyen bilgileri
görmezden geliyor. Hoşgörüsüzlüğü ve tarafgirliği bir yaşam biçimi olarak benimsemiş durumdalar. Bu zihniyet, geçmişin katı ideolojilerine ve kurumlarına sıkı sıkıya sarılıyor. Akılcılığı, sorgulamayı, hoşgörüyü bir kenara iten bu nefret dolu bağnazlık çağını aşmak, geçmişin zorluklarını aşmaktan daha da zor olabilir.
Yanılmazlık yanılsaması
Bağnazlığın temel niteliği "yanılabilirlikten kaçış"tır. İnsan zayıflıklarıyla birlikte insandır ve en temel özelliği başkasına muhtaç olmasıdır. Eskiden âlimler görüşlerini "en iyisini bilen Allah'tır" diye bitirirlerdi. Bu ne kadar âlim olurlarsa olsun yanılabilir oldukları anlamına gelirdi. Yanılabilirliğin reddedilmesinin kişiyi hem "fanatik" hem de "dogmatik", "gerici" ve "otoriter" olmaya yöneltir. Bu açıdan bağnazlık, yalnızca bir dünya görüşüne,
ideolojiye veya inanç sistemine güçlü bir bağlılık değildir. Hepimizin inanç sistemleri vardır; bir inanç sistemi, inançların bir araya gelmesinden başka bir şey değildir. Birçok insan, bağnaz olmadan dini, politik veya ideolojik bir duruşa bağlıdır.
Bağnazlık, salt inancın ötesine geçer çünkü önemli bir davranışsal veya pratik yönü vardır. Ancak bağnazlık, yalnızca olağanüstü bir coşkunun gösterilmesi değildir. Genellikle davalarına kararlı bir bağlılık gösteren, ilkelerine bağlı kalan ve inançları doğrultusunda hareket eden insanları överiz. Hatta bunun için bir kelimemiz bile var: Dürüstlük. Dürüst insanları "bağnaz" olarak damgalamıyoruz. Aksine, toplumsal değişim için özverili ve yorulmak bilmeden çalışanları kahraman olarak kutluyoruz.
Bağnazlarla ilgili gerçek sorun, inançları doğrultusunda hareket etme istekleri değildir. Zira bu, diğer bağlamlarda ahlaki bir erdem olarak görülebilir. Asıl sorun, sadist insanlarla paylaştıkları bir kusur olan epistemolojik tevazu eksikliğidir. Bağnaz, tıpkı bir zalim gibi, mutlak gerçeğe sahip
olduğunu ve kendi görüşlerinin gerçeği tanımladığını varsayar. Bağnaz, insanları kendi kaprislerine göre şekillendirir, onları yaşam haklarından mahrum eder ve nihayetinde cansız, duygusuz varlıklara dönüştürür. Bağnazlar, karanlık ve ışık, iyi ve kötü arasındaki Maniheist ikilikleri sıkça kullanarak takipçilerini dava uğruna öldürmeye teşvik eder.
Ancak tüm bağnazlığın temelinde yatan ortak nokta, bağnazın, kendi doğruları adına toplumun farklı görüşlerine rağmen masum hayatları
yok etmeye olan kararlılığıdır. Bağnaz, Tanrı'yı oynamaya karar verdiğinde kendi doğruları adına "ötekine" hayatı zindan eder. Ona yaşam hakkı tanımaz, onun kendini var etme imkanını yok sayar. Dünyayı siyah-beyaz dikotomik bir çatışmanın karanlığına gömer.
Oysa yaşayabilir bir toplumun ön koşulu, belirli bir düzeyde karşılıklı uyumdur. Uyuma giden yol karşılıklı müzakereden, birbirine karşı açık olmaktan, diyalogdan geçer. Bağnazlığın en kötü tarafı haklılık iddiası değildir, kendi dışında olanı değersizleştirme, onu dinleme, anlama ihtiyacı duymaması, alternatif olasılıkları gerçekten düşünme veya sorgulamaya yönelik hiçbir çaba içermemesidir. Oysa Allah'ın tüm yaratışında çoğulculuk ve farklılık
esastır. Farklılıklarımız çatışmanın değil tanış olmanın, komşu olmanın, toplum olmanın esasıdır.
Bağnazlık bir orkestrada tek ses ve tek enstrüman çalsın istediğidir. Oysa böyle bir şey her şeyden önce Yaratıcının hikmetine aykırıdır. Bu yüzden bağnazlık insanın kibrinin Tanrı'ya olan isyanıdır. Dijital dünyanın uyaranları arasında kendimizden uzaklaştıkça daha mütevazı olmuyoruz, daha bağnaz ve bencil oluyoruz. Bu yüzden o ilahi mesaja kulak vermek lazım: "Nefsini bilen Rabbini bilir." Kendi içimize dönmeli, tefekkür dünyamızı zenginleştirmeli ve tüm kainat ile tanış olmayı başarmalıyız.