ANLAMSIZ SAĞLIKLI VE UZUN YAŞAM BAĞNAZLIĞI

Gökhan Ergür 10 Mart 2025, Pazartesi
Fırlatılıp atıldığımız anlamsızlık ve boşlukta işler pek de umduğumuz gibi gitmiyor. İnsana yakışan ve yakışacak ne varsa elimizden çekilip alınıyor. Geçmişe, kültüre, inanca ve gerçek duygulara temas eden, bize aziz ve temiz olanı hatırlatan her şey; modası geçmiş, eskimiş, çağ dışı olarak tanımlanıyor.

İstiklal Caddesi'nden Tünel'e doğru aylak aylak yürüyorum. Dilimde eski bir şarkı, hava soğuk, cadde ışıl ışıl, yeni bir yıla ümitsizce yeni ümitlerimizi taşımaya çalışıyoruz. Lise son talebesiyim, zihnim, dünyam, kalbim fena halde karışmış. Korkuyla değil de hırsla bakıyorum hayata. Yaşamanın
başıma öreceği türlü çorapların farkındayım ama bundan hiç endişe duymuyorum. Türlü kitaplar okuyorum kendimce. Bu okumalar zihnimi daha da karıştırıyor, kalbimi genişletiyor ve aynı zamanda ince kesikler atıyor. Albert Camus'nün Yabancı'sını taze okumuşum, üstüne Yusuf Atılgan'ın Aylak
Adam'ını. Yaşamak başka bir yere doğru evriliyor benim için.

O 31 Aralık günü kendime mont almaya gidiyordum. Babamın güç bela denkleştirdiği parayı cebime koyup şimdilerde kapanan Collezione isimli mağazaya doğru yürüyordum. Caddenin tam ortasında bir kitapçı vitrinine takılıp kaldım. Yayınevi Camus'nün tüm eserlerini set halinde indirimli bir fiyata satıyordu. Vitrinin önünde uzun bir iç muhasebesi yaptım; bir yanda içi polarlı, buz beyazı ihtiyacım olan o sıcacık mont diğer yanda daha okuduğum ilk kitabıyla beni anlam veremediğim karanlık bir duyguya sürükleyen yazarın tüm eserleri.

Bazen keşke o sıcacık, içi polarlı montu tercih etseydim diyorum. Belki bugün daha başka birisi olurdum. Daha o yıllarda yaşamın anlamı üzerine düşünmeye başlamaz, sadece yaşamın kendisi ve akışıyla ilgilenip daha huzurlu bir insan olurdum. Ama olmadı.

Yaşamanın anlamını, her insana bu dünyada düşen bir vazife olduğunu ilk olarak Camus'nün Sisifos Söyleni'nde fark etmiştim.

Ve bu fark ediş o dönemde ruhsal ve fiziksel olarak ayakta kalmama imkân sağlamıştı. Yunan mitolojisinde anlatılan bir hikâyeye göre Olimpos tanrıları Korintos kralı Sisifos'u cezalandırmaya karar verirler. Sisifos'un cezası yüksek bir dağın tepesine kocaman bir kayayı taşımaktır. Fakat Sisifos tam o dağın tepesine vardığında kaya kendiliğinden aşağı yuvarlanır ve bu durum her gün tekrar eder. O kaya bir türlü dağın tepesindeki oyuğa yerleşmez ama Sisifos bundan asla vazgeçmez, her gün aşağı iner ve yeniden o kayayı omuzlayıp zirveye doğru bin bir emekle taşımaya devam eder. Sisifos vazgeçmez çünkü bu uğraşın ve mücadelenin kendisinin temel yazgısı ve amacı olduğunu bilir. Eğer mücadeleden vazgeçerse
hem kendisini cezalandıranları mutlu edecek hem de yaşamının anlamına ihanet edecektir.

Boşluk ve manasızlık Camus, o büyük kayanın aşağıya yuvarlanıp gitmesinden sonra Sisifos'un gururlu ve bana göre alaycı tebessümünden bahseder. O tebessüm hem o yıllarda hem de sonrasında benim için tutunulacak bir dal, sergilenilecek bir duruş olarak hayatımda yer etti. Yaşadığımız zorluklar, uğradığımız felaketler karşısında pes etmeden, düştüğümüz yerden kalkarak, üstümüzü başımızı silkeleyerek, inatla devam etmek hayatın ta kendisi, bazılarımızın da yazgısı ve yaşama anlamıydı. Anlam belki de bu mücadelenin kendisiydi.

Bugün; ekonomik, siyasi ve kültürel olarak gelişmiş toplumlar başta olmak üzere, nereye gidersek gidelim karşımıza büyük bir anlam sorunu çıkıyor. Maddeye, eğlenceye ve hazza ulaşım bu kadar kolaylaşmışken insanlık büyük bir anlamsızlık ağrısı çekiyor. Bu ağrıyı gidermek için önümüze sürülen reçeteler de ne yazık ki işe yaramıyor. Moda ikonlarını takip etmek, araba modeli yükseltmek, daha çok insanla tanışıp daha çok ilişki ağı inşa etmek bizi bir süre oyalasa da yaşadığımız sıkıntıya bir türlü kalıcı bir çözüm, şifa getiremiyor. Aksine, büyük emeklerle elde ettiğimiz o şeylerin aslında bir mutluluk ve anlam illüzyonu olduğunu fark etmek, bizi daha derin bir boşluğa sürüklüyor.

Fırlatıp atıldığımız bu boşlukta işler pek de umduğumuz gibi gitmiyor. Bize ışık olacak, bir yön tayin edecek her işaretin büyük bir kararlılık ve karanlıkla üzeri örtülüyor. İnsana yakışan ve yakışacak ne varsa elimizden çekilip alınıyor. Geçmişe, kültüre, inanca ve gerçek duygulara temas
eden, bize aziz ve temiz olanı hatırlatan her şey; modası geçmiş, eskimiş, çağ dışı olarak tanımlanıyor. Oysa insanlık tarihi boyunca çeşitli denemeler ve tecrübelerle elde edilmiş bilgiler, şifa yolları ve iyileşme biçimleri Instagram postları, internet sözlükleri, You- Tube vaizleri tarafından linçlenip hiçleştirilmeye çalışılıyor.

Tüm bu kaos içerisinde insanı dünyaya bağlayan ve yaşama bir anlam vermesini sağlayan kökler çürüyüp kayboluyor. Ruhumuz, kendisine iyi gelecek şeylerden giderek uzaklaşıyor ve en nihayetinde de tabiatına aykırı bir yaşam sürdürdüğü için ruhsal olarak şiddetli bir biçimde hastalanıyor.

"Anlamsızlık hastalıktır"
Bize kalan bu hastalanmış ruhlar için bir şifa arıyoruz. Fakat kapısını çaldığımız ve sayısı hiç de azımsanmayacak olan bir grup terapist bize kendimizi çok sevmekten, özdeğerden, özsaygıdan, atalarımızı affetmekten, özgürleşmekten, istersek her şeyi yapabileceğimizden bahsediyor.
Anlamaktan, insanın çekmesi gereken doğal acılara dair bir şeyler söylemekten, dünyanın acı verici hatta kahredici yönlerinin olduğunu hatırlatmaktan, bunların hayatın olağan akışı içerisinde, hayatın büyük bir parçası olduğunu anlatmaktan ısrarla kaçınıyorlar. Bazı terapistler başta olmak üzere kimse acı çekmekten bahsetmiyor, hayatta büyük acıların, ayrılıkların, yıkımların olduğunu anlatmıyor.

Bunun, bana göre, üç sebebi var; birincisi kendilerinin de acıdan kaçması, bununla yüzleşememeleri. Oysa ne diyordu büyük psikoterapist Viktor E. Frankl: Gerektiğinde kendi çarmıhını sırtlanmayı ve onunla gezmeyi bilmeli insan. İkinci sebep ise acıdan, ölümden, yokluktan bahsetmek sarsıcı ve bazen de uzaklaştırıcı bir şeydir. İnsanlar genellikle umutlu şeyler duymak isterler, her şeyi başarabileceklerini söyleyen, pürüzsüz bir dünya vaat eden uzmanları dinlemek ve peşinden gitmek isterler, diğerlerinden uzaklaşırlar.

Son sebep ise tüm bu olup bitenlere, acılara, gözyaşlarına maneviyata değinmeden konuşmanın zorluğu ve hatta imkânsızlığı. Kendinden daha büyük bir gücün varlığını ve büyük bir hikayenin parçası olduğunu kabul etmeden başımıza gelenleri açıklamak pek de kolay değildir. Sebepsiz acı
çektiğine ve felaketlere uğradığını düşünen insan için dünya sahiden de yaşanması oldukça güç bir yerdir. Jung "anlamsızlık hastalıktır" demişti. Maruz kaldıklarına ya da yaşadıklarına anlam veremeyen insan nihayetinde hastalanır. Niçin bu kadar çok insanın "hastalandığı" umarım anlaşılmıştır.

Çarpık düşünce, beden, narsisizm
Kendi dışında hiçbir güce, hikâyeye, kadere inanmayan insanın elinde sadece iki şey kalıyor: dezenformasyona uğramış düşünce ve beden. Sizce neden ağzını her açan narsisizmden bahsediyor? Bu tabir niçin bu kadar çok kullanılır? Çünkü insan yalnızlaştırılıp anlamsızlaştırıldı. Sadece kendi fikirleri, hayatı, ailesi ve ideolojisiyle baş başa kaldı. Bu esnada da sürekli olarak kendisinin ne kadar önemli, değerli, eşsiz, biricik, mükemmel, yüce olduğu anlatılıp duruldu. Kendisini bu kadar önemli ve değerli gören insan bir yerden sonra dünyadan ve ilişki kurduğu insanlardan hak talep etmeye, kendisini onların yaratıcısı olarak görmeye, ötekinin duygusunu ve dünyasını önemsememeye başladı. Böylece hastalıklı ilişkiler yumağına takılıp kaldı.

Sosyal medyaya bir bakın, büyük bir çoğunluğun her konu hakkında çok ciddi fikirleri var. Uzmanı olmadıkları konular hakkında büyük büyük laflar konuşup ahkâm kesiyorlar. Sanat, siyaset, ekonomi, sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi alanlarda büyük bir çoğunluk çok önemli fikirleri varmış gibi durmadan konuşuyor. Dikkat ederseniz bu durum son yıllarda arttı.

Konuyla ilgili Byung Chul-Han, Anlatının Krizi'nde şöyle diyor: "Neoliberalizmin yanı sıra, baskı yoluyla değil, baştan çıkarma yoluyla işleyen bir enformasyon rejiminin kurulduğunu görüyoruz. Bu rejim, akıllı bir biçim alıyor. Buyruklar ya da yasaklar yoluyla işlemiyor. Bizi susturmuyor. Aksine, bu akıllı tahakküm biçimi sürekli olarak bizden görüşlerimizi, ihtiyaçlarımızı ve tercihlerimizi iletmemizi, hayatlarımızı anlatmamızı, mesajlar göndermemizi, paylaşmamızı ve beğenmemizi istiyor. Özgürlük bastırılmıyor ama kapsamlı bir şekilde sömürülüyor."

Burada Chul-Han'ın bahsettiği söylemlerin akıllı teknolojiler sayesinde bir veriye, yani satış nesnesi haline dönüşmesi aslında. Narsisizmi beslenen ve nihayetinde bir ürüne dönüştürülen insanın yürüyeceği yollar artık çok sınırlı.

Çağın meşgalesi
İnsanın elinde kalan ikinci şey ise kendi bedeni oldu. Ölümü bir son ve ışıkların sonsuza kadar kapanması olarak nitelendiren insan için dünya son derece anlamsız olabilir. Olup biten her şeyin bir boşluk ve nedensizlik sarmalında dönüp dolaştığını gören bu insanın elinde kalan tek şey yaşadığı an oldu. Gönlünce yaşamak, arzularının peşinden koşmak, sürekli daha iyiyi istemek ve bunun için uğraşmak çağın insanının meşgalesi oldu.

İnsan doğası gereği bu meşgalenin sonsuza dek sürmesini isteyebilir. Bunun için de ışıkların mümkün mertebe geç kapanmasını yani daha uzun yaşamayı hedefleyebilir. Yine son dönemde artan; sağlıklı yaşam, fitness, kozmetik ürünler, sağlıklı beslenme ve hatta estetik operasyonlarının temel sebeplerinden biri de modern insanın anlamı kaybetmesi ve yaşamak için dünyaya tutunma çabasıdır.

Elbette sağlıklı yaşamak için düzenli bezlenip spor yapmalıyız. Vücudumuza özen göstermeli ve beden sağlığımızı korumak için uğraşmalıyız. Ama burada bahsettiğimiz şey artık bir takıntı halini almış eylem kalıplarıdır. İnsanlar atık bir din gibi sağlıklı ve uzun yaşama inanıyorlar. Sağlıklı ve uzun yaşamak için her yolu deniyorlar. Çünkü yaşayabilecekleri, deneyimleyebilecekleri her şeyin bu dünyada olduğuna ikna edildiler ve burada kalan zamanlarını uzatmak istiyorlar.

Oysa dünyanın nasıl işlediğini bilen kişi doğuma ve vakti gelince ölüme inanır. Yaş alırken başına gelenlerin kendisini büyüttüğünü, bu dünyanın geçici bir misafirhane olduğunu, önemli olan şeyin çok yaşamak değil anlamlı yaşamak olduğunu, bedenlerin çürüyüp gideceğini, asıl olanın kubbede hoş bir sadâ bırakmak olduğunu bilir ve yaşantısını tüm bu değerler üzerine, anlamlı birbiçimde inşa etmeye çalışır.


Geldik ve gidiyoruz. Neyin peşindeysek en sonunda ona dönüşüp, onun ahlakıyla ahlaklanıp bu dünyaya veda edeceğiz. Umarım ki başımız dik ve şık bir veda ile ayrılırız buradan.

Benzer Haberler

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.