Tahfif ile tahrif arasında insanın tasfiye süreci
İnsanlar olarak uzunca bir süredir gerçeklikten sahte olana doğru göç halindeyiz. Huzurun, dinginliğin, muhabbetin, dostluğun ve bize bahşedilmiş güzelliklerin daha fazlasını bulacağımız umuduyla yalın hayatlarımızdan daha renkli görünen dijital alemlere iltica ediyoruz. Adeta güzelliklerin, konforun ve ilginin daha fazlasını bulma ümidi ile sarayından ayrılan doğan kuşu gibi…
Sevgiden, iltifattan sarhoş olmuş ve daha fazlasını keşfetmeyi uman zavallı kuşun hikayesini Mesnevi'den hatırlarsınız. Doğan kuşu sarayın konforu ve padişahın özel alakası ile yetinmeyip dışarıya çıkmış ve kısa süre sonra onu bir kocakarı bulmuştu. Gördüğü kanatlılara benzemediği gerekçesi ile "Seni ilgisiz bırakmışlar, yazık olmuş sana; bakımsız kalmışsın" diyerek ilgi ve özen gösteren bir eda ile kuşun tüm dikkatini dağıtmış; tırnaklarını kesmiş, kanatlarını kısaltmış, gagasını törpülemiş güzel sözler söyleyerek gördüğü bildiği tek kuş olan tavuğa benzetmeye çalışmıştı. Zavallı kuş bu hadiseden sonra ne avlanacak ne uçacak ne de güzel ötüşlerle hayatını sürdürecek takati kendisinde bir daha bulamamış oldukça büyük bir pişmanlık yaşamıştı.
Hepimiz metaforik olarak bu kocakarının elinde bütün özgünlüğümüzü, biricikliğimizi ve yeteneklerimizi iğdiş eden kolaylık ve rahatlıklar tuzağına düşmüş gibiyiz. Hem de daha fazla ilgi göreceğimiz daha fazla değer bulacağımız gerekçesiyle… Modern buluşların zirveye ulaştığı, sayıların hâkim olduğu, insanlığın geldiği en son nokta olan bu zamanı ve illetlerinden olan dijitalleşmeyi neden dinamik ve genç çağrışımları olan bir benzetme yerine kocakarı olarak sunduğumu merak ederseniz "hakikat daima diri ve gençtir" ifadesi ile belirtmiş olayım. İnsanı geçici olan ile meşgul eden, hayırdan ve gerçek olandan, maveradan uzaklaştıran, şamata çıkararak dikkatini dağıtan her türlü sembol, girişim, detay, kışkırtma Adem'in kandırıldığı gün kadar eski, cennetten çıkarıldığı gün kadar ihtiyar ve beli büküktür. O gün de bugün de özden kopmaya teşvik eden bu huzur kaçırıcı ayartı ortaya çıkardığı insan sancıları bakımından hemen hemen aynı.
İnsanın tasfiye süreci
Yaşadıklarımızın tesiri ile görüyoruz ki; insanın hakikat olarak bastığı ontolojik zemin kaymakta ve en şerefli mahluk enkazın altında kalma tehlikesiyle yüz yüze… Hilafet emaneti ile yer yüzüne gönderilmiş, kendisine ahsen-i takvim teklif edilmiş insan, eşsiz olma potansiyelinden, kıymeti belirsiz mahiyetinden, sorumluluklarından, yeteneklerinden neredeyse vazgeçmek üzere. Her şeyi yeni sıfatı ile yeniden tanımlayan, adeta tahrif ederek sil baştan dizayn eden, özünden ve gerçeğinden uzaklaştıran dijital devrimlerle dünya bir dönüşüm geçiriyor. Toplum, insan, hakikat ve zaman algısı büyük bir tasfiye süreci yaşıyor. İnsan yeni olacağı vaadiyle ilkelleştiriliyor. Fıtri olan yeteneklerini kaybediyor, sahip olduğu becerilerini makinelerin eline teslim ederek güdükleştiriliyor. Tekniği unutarak teknolojinin sunduğu kolaylık kandırmacası altında beceriksizleştiriliyor. Bilgeleştiği, yüceldiği, önem kazandığı sanrısına yenik düşerek zihninin arka odalarında, ruhunun kilitli kapıları arkasında gizli kalmış ne kadar yabanilik varsa gün yüzüne çıkardığı bir sahnede belirlenmiş rolünü oynuyor.
Bütün bunlar olurken bir uğultu değirmeni içerisinde olup biteni anlaması, gerçek olanı duyması mümkün olmayabiliyor. Şimdiki zamanın içinde yüzdürmesi gereken geçmişin bilgisini ne yazık ki artık geleceğe aktaramıyor. Muhtaç olduğumuz ve hakkımız olan dinginlik elinden alınınca "kim olduğumuz", "nereye gittiğimiz" ve "ne olacağımız" sorusuna verilecek cevaba dair kıymetli ipuçları bulduran bu denge halini kurabilmemiz giderek daha da zorlaşıyor. Dijitalleşmenin etkisi ile insanlık için öngörü, esenlik ve estetik alanları oluşamıyor.
Teknoloji yeni bir insan icat ediyor
Sert rüzgârlar esiyor; bilhassa son gelişmelerle birlikte insanlık olarak dar kanallardan zor tünellerden geçiyoruz. Sosyal yaşamlarımızı dönüştüren; toplumsal, insani eğilimlerimizi, fiziki şartlarımızı etkileyen dijital devrimler insan olma şuurumuzu derinden sarsıyor. Tanrı'ya küskün aklın insanlığı getirdiği noktada insanın eşya denetimine girdiğine bir defa daha şahit oluyoruz. İnsanoğlunun en kadim çelişkilerinden olan bu tahakküm, teknoloji olarak yeniden karşımıza çıktı. İlk zamanlar insan eliyle şekillendirdiği, emek verdiği, sulayarak ve işleyerek ıslah ettiği, yediklerini yetiştirdiği, üzerinde gezindiği arza hükmetmeyi bilmişti. Fakat zamanla toprak ona sahip olmuş, insan kendisini arazi için kavga eder ve sahip olma tutkusuyla kan döker, savaş eder halde buluvermişti.
Yeniden görüyoruz ki en başta teknolojiyi insan icat etti. Gelinen noktada görülüyor ki teknoloji de yeni bir insan icat etmekte. İnsanı derinlikli anlamlarından soyup sömürüp kupkuru bırakmış, akıl ve vicdan safiyetiyle akletmesine mâni olmaya başlamış, onu tüketen, yok eden, bozan ve sadece fayda uman bir evrime doğru sürüklemiştir. İnsanı insan yapan tüm değerleri, onu biricik kılan tüm meziyetler sadakatsizleştirilmiştir.
İnsan olarak bastığımız ontolojik zemin sallanırken şu ana kadar düşüncelerimize, davranışlarımıza bu kadar etki eden başka bir devrimle karşılaşmamıştık. Unutulmamalıdır ki bu dönem insanın yaşadığı ilk zor ve sarsıntılı dönem elbette değil. İyilik, mesuliyet, inşa edenlerden olmak, fedakârlık, halden bilmek, hakikat emanetine sahip çıkmak da eski zamanların sorumluluklarından değil. Her anın, tüm zamanların bize yüklediği değişmez mesuliyetlerden… Sanal dünyaların manevi açlık krizlerine girince tüketim saldırganlığı ile kendisine deva arayan aklın ortaya koyduğu bir ürün olarak ortaya çıktığını kabul etmek lazım. Davetkar salonlarında gezinirken sele kapılmak yerine temkinli davranmamız gerektiğini sıkça vurgulamalıyız.
Simülasyonlar dünyası
İnsanoğlunun teknolojik gelişmelerle başı o kadar dertte ki sonunu göremiyor, yolunu kestiremiyor. Oysa sanal olanın çilesini çektiğimiz bu dönemde hatırlamamız gereken bir gerçek var. Dijital hayat şunun şurasında 15 yıllık bir mevzu. Ama bizler nedense kadim kandırmacanın ağına takılarak yeni gibi gözüken aslında taktik olarak çok eski olan ve belirsizlik afyonu ile hepimizi sersemleten 15 yılın milyarlarca yılın tecrübesini biçip geçmesine izin veriyoruz. "Sahte ile gerçeğin, yalan ile doğrunun arasındaki sınırlar bu ortamda daha da muğlaklaşıyor ve insan maruz kaldığı çarpıtılmışlarla beraber kendisine has neşe ve gündem üretme kabiliyetini kaybediyor.
Dijital ortamda insan başkasına hatta ilk evvelde kendisine yalan söylüyor; aslını çok da iyi bildiği, kendisi ile ilgili olan gerçeği çarpıtmayı seçiyor. Efektler yardımı ile bedenine dijital bir makyaj uyguluyor ve olmadığı bir kendilik algısına evvela kendisi inanmak istiyor. Sürekli insanların birbirini kandırdığı bu simülasyonlar dünyasında ilk kurban olarak kendisini kandırmaya gönüllü oluyor. Sahibi olmadığı bir yüzle görünmeye yakıcı bir ihtiyaç duymaya başlıyor.
Her türlü bilgi bir tık kadar uzakta bir büyüteç ikonu kadar yakında olabilirken imleçlerin gerisinde deforme oluyor. Artık marifet ile ilişkisini kaybederek aylak, günü birlikçi ve uçucu bir tecessüsten ibaret olmaya başlıyor. Böylece hakikat incitiliyor ve bunca yüzeysel bilgi derinleşemediğinden entelektüel bir enerji alanına dönüşemiyor. Oysa bilinir ki ilim bağ kurmaktır. Alim bağ kurandır ve de hakikat aklın nurudur. İlim tüm insanlık için saygı uyandıracak bağlantılar bulabilmek yeni çözümler getirebilmek, geçerli kavramlarla konuşabilmek ve daima üretebilmek… Vahiy ve akıl arasındaki irtibatı kurmayı evrensel bir kuşatıcılıkla başarabilmek, eserler ortaya koyabilmek… Dijital mecralar Batı'nın akılları pasifleştirdiği silahlardan. "Beyaz yalanlar çağının teknolojileri" ile insanları bilgisizlik hadsizlik ve cehalet nevrozuna sokan bir yer haline de gelebiliyor.
Devrimler ve fetihler oluyor
Amel defterine yazılanları anlamsız bulan insanların bulutlarda (cloud) verilerin saklandığına iman ettiğine, insanın ilmi flash bellekten aklına, aklından da kalbine nakledemediğine şaşkınlıkla şahit oluyoruz. Bir illet olarak her alana yayıldığını; İslam'ın aydın kadrosunu oluşturacak olan gençlerimizi dahi ağına çektiğini, endişe ile izliyoruz. Dikkatler sürekli şimdiki andan bağımsız. İçine cebren celben ve cezben dahil edildiğimiz sanal süreçler iffeti zedelediği gibi dikkati de zedeliyor. Hakikatten korkma ve adeta hakikat olana bigane kalma endüstrisi olan bu dönemle beraber yaşam ve söylem; davranış ve gönül dengesini kurmakta zorlanıyoruz. Temsil edemediğimiz hatta tebliğ edemediğimiz bir bilgiye sahip olduğumuzu iddia etmemiz çok zor.
İstanbul'un fethi esnasında Konstantinopolis'in rahipleri saçma sapan şeyleri tartışırlarken Fatih son teknolojiyle meşgul oluyor ve zafer için gücü tükenene kadar çalışıyordu. Şimdi de bazı devrimler ve fetihler oluyor. Bizler de Konstantiniyye'nin rahipleri gibi boş işlerle meşgul olmaktan kaçınmalıyız. Stil tartışmaları, ruhlarımızdaki karmaşa, her birimizden başka bir sesin yükseliyor olması ve dağınık halimiz... Farklı olmak ve kendimizi ispatlamak derdinde olmamız başka cenahlarda başlatılan fıtrat ve ailenin tasfiye edilmesi sürecini kolaylaştırıyor.
Süreklilik devamlılık tutarlılık içinde öğrenmeyi ödev bellemiş, hakikat emaneti ile yeryüzüne indiğinin bilincinde, aktif koşturmacası içinde iken bile daima hak ile meşgul olan mesuliyetinden potansiyelinden vazgeçmeyen; kendini hakikat denen o zeminde fark etmiş insan enerjisi çok kıymetli. Huşu ile kendisini rafine eden bilgi ile zihnini ibadet ile bedenini arındırmanın lezzetini keşfetmiş akl-ı selim ile anı mutlaklaştırabilen insan bilgeliğine ihtiyaç var.
İnsan olma emaneti elden gidiyor
Sözün ve beden dilinin dijitalleştiği, zehri estetize ederek belleklerimize akıtan bu akıntıya kapılmamak Allah, kâinat ve insan ile sayısız ilişkilerimizde en üstün duyarlılığı yakalamamıza mâni olmasına müsaade etmememiz gerekiyor. İslam'ın en yüksek derecede yenileyici zenginleştirici halini tanımaya vesile olacak yolların izinden gitmek tüm hakikatleri kucaklayan bir panorama ortaya koyabilmek gerekiyor. Kendinden yorulmuş bireylerin insan olmasına dair umutlarını yeniden yeşertmek sevmekten, sormaktan, talep etmekten, uhrevi olana yönelmekten vazgeçmemesi gerektiğini daima hatırlatmak icap ediyor.
Aklın ve kalbin birliği bizim medeniyet ölçütlerimizden. Kalp zihin akıl ve ruh birlikteliği hayatın her alanına nüfuz edebilen bir güzellik. İçsel bütünlük doğa, kâinat, evren ile olan haklı ve büyülü bir bütünlük hali... Maalesef teknoloji ile dolayımlanıyor, yok oluyor akıl kalp ve ruh arasına yapay duvarlar çekiliyor. Sabit, verili olan özde bulunan ile bir kavga başlatan insanlık varlık hiyerarşisinde her şeyin yerini değiştirenlere boğun eğiyor. İnsan haysiyeti yerle bir ediliyor, insanın mana ile ilişkisi zedeleniyor ve insanlığın ana değerleri aşındırılıyorken akıl vicdan gönül safiyeti ile hareket eden insan güçsüz düşüyor. İnsan olma emaneti elden gidince, bedene dijital bir boyut ilave etmek isteyen akıl almaz işlerin dünyasında insan kendisini harekete geçirecek imani gücünü kaybediyor, yapay olan karşısında yenik düşüyor.
İnsana kıvam veren ahlak muhabbet ve daha birçok güzel değer ne yazık ki yeryüzü tecrübemizden silinmek isteniyor. Henüz reşit olmamış yavrularımızın evlatlarımızın, evimizdeki emanetlerimizin belleklerine uygunsuz içeriklerle saldıranların sahası genişliyor. Akıllı cihazlar çoğaldıkça ve elimizdeki makinelerin modelleri yükseldikçe zorbalık eğilimi de artıyor maalesef, telefonun modeli yükseldikçe insanın modeli düşüyor. Halis insan, otantik, organik, özgün, sahici insan… Varoluşunu biricikliğinin ikame edilemezliğinin farkında olan insan giderek eksiliyor. Cemil Meriç'in dediği gibi; Batı'da hayata bir istikamet veriş yoktur, Doğu'da ise utanmak dizginlemek insan olmanın en başat şartlarındandır. Günah olanın normal ve faziletli olduğu baskısıyla karşı karşıyayız, tek orijinal tarafı itaatsizlik, itirazı başkaldırı olan bir irfanın dijitalleşmeyle beraber başka kültürleri nasıl da politize ettiğini bir yaşam stil baskısını bize nasıl da dayatmaya çalıştığını fark ediyoruz.