Türk solunun aykırı isimleri
DR. HİKMET ALİ KIVILCIMLI (1902-1971)
TEORİK KOLAYCILIĞA KAÇMAYAN BİR KOMÜNİST
"Oğlum burası Müslüman evidir, ayakkabılarını çıkar." Evine ziyarete gelen Dev-Gençli çocuklar, içeriye postallarıyla girmeye çalışınca Hikmet Kıvılcımlı tarafından bu sözlerle uyarılır. Aslında bu sözü dahi Türk sosyalist hareketinin sembol isimlerinden olan Kıvılcımlı'nın, emsallerinden ne denli farklı olduğunu göstermeye yetecek türden. 1902 yılında Arnavutluk'un Priştina şehrinde dünyaya gelen Kıvılcımlı, Türkiye'deki sosyalist düşünce hayatının en özgün, en aykırı ve en sıra dışı simalarından biri olarak tarihteki yerini almış bir isim. Hem asker hem doktor hem kuvvacı hem tarihçi hem düşünür…
Sosyalist düşünceye ve Komünizm'e gönülden bağlılığına rağmen İslamiyet'e ve yerliliğe fazlasıyla ehemmiyet veren bir noktada durması ve bu konuda tafsilatlı çalışmalar yapmış olması, sol düşüncede onu özgün kılan en önemli noktalardan. Teori ile gerçeklik arasında her daim gerçeklikten ve hayattan yana saf tutmuş, tarihteki her şeyin kendi iç dinamikleri mecrasında gelişebileceğine inanmış ve Türkiye'de ki sosyalist düşünceyi de yine ülkesinin kendi iç dinamiklerine bağlı kalarak revize etmeye çalışmış bir isim Kıvılcımlı. Erken dönemde kaleme aldığı Yol adlı eserinde; sosyalizmin Türkiye'de iktidar olmasının yolunun; sosyalist düşüncenin Türkiye'nin sosyal bünyesine, Türk toplumunun duygu, düşünce ve inanç dünyasına uygun bir hale getirilmesinden geçtiğini vurgulamış ısrarla. Ömrünün 22 yılını fikirleri uğruna hapislerde geçirmeyi göze almış bir dava adamı aynı zamanda. Türkiye tarihinde hem komünizmden hem de irticai söylemde bulunmuş olmaktan yargılanmış nadir kişilerden. 1938 yılında, aralarında Nazım Hikmet, Kemal Tahir gibi isimlerin de bulunduğu "Donanma Davası"nda komünist olmaktan 12 yıl hüküm giymiş. 1957 yılında ise kurucusu olduğu Vatan Partisi'nin Eyüp Mitingi'nde yaptığı ve "Bugün Müslüman İstanbul'umuzun İstanbul'dan evvel Müslüman olan Eyüp semtine Vatan Partisi'nin sesini duyurmaya geldik" ifadeleriyle başlayan meşhur konuşmasından ötürü ise irticai söylemde bulunmaktan yargılanmış.
1971 yılında yaşamını yitiren Doktor Kıvılcımlı, pek solcunun yaptığı gibi dini bir "üst yapı" kurumu olarak görüp baştan yok sayma kolaycılığına kaçmak yerine, Müslümanlar için her ne kadar tartışmalı görüşleri olsa da muhtelif eserlerinde Kuran-ı Kerim'de emeğe yapılan vurguları, Hz. Ömer'in adalet anlayışını, İslam'ın siyasal kurgusunun demokrasiyle olan uyumu gibi pek çok meseleyi ele alıp tartışarak İslamiyet ile sosyalizm arasında tarihsel bir devamlılık tesis etmeye çalışmış.
KEMAL TAHİR (1908-1973)
AYAĞINI ANADOLU'YA MIHLAMIŞ BİR SOSYALİST
Romancı, sosyolog, tarih yorumcusu ve hatta teorisyen. Türk edebiyatının en tartışmalı romancılarından biri Kemal Tahir. Kurt Kanunu, Devlet Ana, Esir Şehrin İnsanları, Yorgun Savaşçı, Bozkırdaki Çekirdek, Rahmet Yolları Kesti kaleme aldığı romanlardan sadece birkaçı. Gerek üslup gerek biçim olarak Türk romanında çok önemli bir konumda bulunuyor olsa da Tahir'i esas önemli kılanın; romanları üzerinden önerdiği "siyasi ve toplumsal tezler" olduğunu söylemek sanırım abartı olmaz. Her fırsatta solculuğunu vurgulamaktan hiç çekinmemiş Tahir. Hatta düşüncesi uğruna meşhur "Donanma Davası"nda hüküm giymiş ve 12 yıl hapis yatmış. Burada bilmiş, tanımış Anadolu insanını. Tahir'in solculuğu öyle şablonlara sıkışmış türden değil. Türkiye sosyalistlerindeki taklitçi eğilimleri, Kemalizmin üst yapıdan ibaret şekilci devrimlerini ve milli bir burjuva yaratabilmek uğruna alt sınıfları sömürmesini eleştirmekten hiç çekinmemiş.
Onun solculuğunda Osmanlı "kerim devlet", Batı ise "ceberrut." Batı'da feodalite var, sömürgeci zihniyetinin kökleri de buraya dayanıyor. Bizde ise yok böyle şeyler. Şahidi ise; uzun uzadıya etüt ettiği Selçuklu ve Osmanlı tarihi. "Benim işim, başkalarının debelendikleri ve beni çekmeye çalıştıkları yerde değil, bizim meselelerimizin bulunduğu yerdedir" diyerek belli etmiş mevziisini. Ayağı Anadolu coğrafyasında olan bir Türk sosyalizmi üzerinde çalışıp durmuş ömrünce. Türkiye'de sosyalizmi "salon"un dışına çıkarmaya ilk cesaret edenlerden ve "Her ülkenin sosyalistleri, kendi sosyalizmlerini kendileri yaratmak zorundadır" diyerek solda yerliliğe ilk vurgu yapanlardan.
MEHMET ALİ AYBAR (1908-1995)
SOSYALİZMİN "GÜLEN YÜZÜ"
"İnsan sosyalizm için değil sosyalizm insan içindir." Bu söz, Türk soluna en az Hikmet Kıvılcımlı kadar damga vurmuş bir isim olan Mehmet Ali Aybar'a ait. 1908 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Aybar, 1962 yılında genel başkanlığına geldiği Türkiye İşçi Partisi(TİP) ile birlikte o dönem Türk siyasi hayatını derinden etkileyen bir aktör olarak kayıtlara geçmiş bir isim.
Türkiye'de sol hareketin sesini iyiden iyiye duyurmaya başladığı 60'lı yıllarda TİP başkanlığı ve milletvekili görevlerini yürütmekte olan Aybar, sosyalist düşünceye ve Marksizm'e dair oldukça özgün bir bakış geliştirmişti. Literatüre "güleryüzlü sosyalizm" kavramını da sokan Aybar, sosyalizmin dogmatik-determinist yaklaşımlarına karşı bir duruş sergilemiş ve merkeze bireyi alan "fertçi, hürriyetçi sosyalizm" savunusunu yapmıştı. Bu uğurda Ortodoks Marksizm'e ve Leninizm'e karşı eleştiriler yapmaktan sakınmayan Aybar ömrü boyunca, "evrensel planda insani birikim ve mücadeleleri önemseyen ama aynı zamanda yerel düzeyde daha Türkiye'ye özgücü bir kurguyu içeren" bir sosyalist düşüncenin savunusunu yaparak deyim yerindeyse sosyalizme Türkiye'den bakmaya çalışmıştı.
Dönemindeki reel sosyalist uygulamalarını, örneğin Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Birliği'ni(SSCB), "demokrasiden yoksun ve emperyalist olmak"la suçlayan Aybar'ın sosyalist düşüncesinin sacayaklarını, demokrasi ve özgürlüğün oluşturduğunu belirtmekte fayda var. Türkiye'de de solun bütün mücadelesinin demokratik yollarla yürütülmesini savunan Aybar, gerek ülkemizde yaşanan askeri darbelere gerekse de 1968 yılında sosyalist bir devlet olan ve Alexander Dubcek önderliğinde "İnsancı Komünizm"i savunan Çekoslavakya'nın SSCB tarafından işgaline şiddetle karşı durmuş ve bundan ötürü kimi sol çevrelerce "sosyalizmden sapmış" olmakla suçlanmıştı.
İDRİS KÜÇÜKÖMER (1925-1987)
PUT KIRICI BİR SOL ENTELEKTÜEL
Ölümünün üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye'deki sol-sağ ayrışmasına dair düşünceleriyle, sürekli gündemde kalmayı başarmış bir isim İdris Küçükömer. Böyle olmasının sebebi ise, 1969 yılında Batılılaşma, Düzenin Yabancılaşması başlığıyla yayımlanan kitabında ortaya attığı tezlerle ilgili şüphesiz. Türkiye'nin Tanzimat döneminden itibaren giriştiği Batılılaşma serüvenini ve bu bağlamda oluşan sağ-sol ikiliğini ezber bozan şekilde ele alarak resmi tarih söyleminin ve hâkim paradigmanın dışında bambaşka bir çerçeveye oturtmuş eserinde. Ona göre merkezi temsil eden partiler, örneğin; Osmanlı döneminde İttihat Terakki, cumhuriyet döneminde CHP, sistemin yönetici seçkinleridir ve ilerici görüntülerine rağmen aslında değişimden yana değillerdir. Bunun karşısında çevreyi temsil eden İslamcı-Doğucu kesimler ise modernleşmenin asıl öncülleridir ve modernleşme yolunda asıl önemli adımları bu çevreler atar. Yani Küçükömer'e göre Türkiye'de aslında sol diye bilinen sağ, sağ diye bilinen ise solun ta kendisidir.
Türk modernleşmesinin Tanzimat dönemlerinden beri bürokratlar eliyle sürdürüldüğünü ve bürokratlar eliyle yürütülen Batılılaşma serüvenin aslında kapitalizmin devlet eliyle tesis edilmekten başka bir şey olmadığını vurgulayan Küçükömer, söz konusu görüşlerini oluştururken Türkiye'de bürokratik hegemonyaya karşı eleştirel bir tavır takınmıştır. Bürokratik kadroların tepeden inmeci ve dayatmacı bir mantıkla inşa etmeye çalıştıkları Batılılaşmaya karşı olan Küçükömer için gerçek anlamda ve toplumsal yabancılaşmaya yol açmayacak bir Batılılaşma süreci ancak toplumun kendi iç dinamiklerine sadık kalınarak gerçekleştirilebilir.
Söz konusu görüşlerinden ötürü gerek Marksist gerekse de Kemalist çevrelerin yoğun eleştirilerine maruz kalmıştı Küçükömer. Ortaya attığı tezler, her ne kadar eleştiriye açık olsa da entelektüel yaratıcılığı ve özgün tarih okumalarıyla dikkate alınması gereken bir isim olarak karşımızda duruyor.