Bir çocuğun işgal gecesi hatıraları
15 Temmuz 2016
Vakit: Akşam Saat: 21.00
Yer: Çengelköy'de bir lokanta...
Ailemle birlikte yemek yiyoruz. Oturduğumuz yerden İstanbul Boğaz'ı görünüyor. Boğaz Köprüsü… Köprüyü çevreleyen mavi ışıklar, martı ve korna sesleri… Muhteşem bir manzara…
Saat 21.40
Lokantanın sahibi Erdoğan amca babama; "Hoca, Köprüdeki trafik tek yönde işliyor" diyor. Babam dikkatle Boğaz Köprüsü'ne bakıyor. Köprü, Asya-Avrupa yakasında geçişe kapatılmış.
Saat 21.50
Erdoğan amcanın cep telefonu çalıyor. Bir polis arkadaşı telefonda; "Asker köprüleri kapattı, darbe oluyor" diyor. Herkes şaşkın, ben ve iki ablam anlamsız gözlerle birbirimize bakıyoruz. Hayatımızda hiç karşılaşmadığımız bir kelime; 'darbe?'
Saat 22.00
Mekân kalabalık, telefonlar çalıyor, herkes birileriyle konuşuyor. Belli ki herkes bir şeyler duyuyor. Salondaki televizyonun başına toplanıyoruz. Başbakan açıklama yapıyor;
"Ordudaki bir grup asker kalkışmada bulunmuştur." Ekranda ise bir altyazı: "TSK tüm yurtta yönetime el koydu."
Saat 22.35
Sokaktan mermi sesleri geliyor. Söylentiye göre yakındaki Kuleli Askeri Lisesi'nden askerler gelmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Vatandaşlar ise tepki gösterip askerleri geri yollamışlar. Takviye kuvvetler tekrar gelerek havaya ateş açmışlar.
Saat 23.05
Askerler sokağın sağını ve solunu tutmuşlar. Kalabalıklaşmış halk sokağı doldurmuş, "Asker Kışlaya! Asker Kışlaya! Asker Kışlaya!" diye bağırıyorlar. Bir genç tişörtünü çıkarıp göğsünü gere gere askerlere doğru yürüyor. Asker uyarı ateşi açıyor. Patlayan sesler G3 tüfek mermisiymiş, çok ses çıkarıyor. Mermiler çok yakınımızda patlıyor bense çok korkuyorum.
Damla ablam iki kulağını kapatmış tuvaletin önüne çömelmiş ağlıyor. Annem yanında onu yatıştırmaya çalışıyor. Nesli ablam Kuran okuyor, dualar ediyor. Atılan mermilerden biri insan boyu hizasında gelip bulunduğumuz salonun avizesini deliyor.
Dışarıda ise halkın sesi:
"Ya Allah! Bismillah! Allahu Ekber!"
Saat 00.30, gece yarısı...
Mermi sesleri artık iyice yakınlardan gelmeye başladı. Lokantanın cam kapısı kapatıldı, ışıklar karartıldı. Askerler halkın üzerine ateş ediyorlar. Arada bir cama yaklaşıp dışarı bakıyoruz. Yere düşenleri gördük, düşenlerin arasında Çengelköy muhtarı da varmış.
Halk bağırıyor: "Ateş etmeyin, yaralılar var!"
Babam camdan uzak durmamız için bizi sık sık uyarıyor. Aniden gelen bir mermi lokantanın camdan kapısını tuz buz etti. Titreyerek dehşet içinde anneme bakıyorum. Damla ablam ağlamaya devam ediyor.
Gece 01.50
Etraf karanlık. Kırılmış cam parçalarına basan ayak sesleri ve karaltılar var. Kapıdan bir karaltı geliyor. Gelen bir asker. Yavaşça lokantanın üst katına çıkıyor. Elinde bize doğrulttuğu tüfekle; "Güvenliğiniz için eller havada, tek sıra halinde dışarı çıkın! Burayı terk edin" derken hemen ardından kapıda ikinci bir askerin karaltısı beliriyor. Bu asker daha heyecanlı ve daha sert. Gür ve tehditkâr bir sesle olabildiğince bağırıyor; "Herkes dışarı! Tek sıra halinde! Eller havada!" Ben ve ablalarım dehşet içinde ağlıyoruz. Ben bir yandan ablama;
"Ağlama" derken diğer yandan da korkudan askerden özür dilediğimi fark ettim; "Özür dileriz. Özür dileriz. Özür dileriz." Niye özür dilediğimi bilmiyorum. Ne suç işlemiştik, onu da bilmiyorum.
Dört yaşındaki Emre, büyük ablamın eline sımsıkı sarılmış, tir tir titriyor. Asker bağırmaya devam ediyor: "Size dışarı çıkın dedim. Çık çık çık! Ellerini havaya kaldır!" "Çık ulan, çık! Gel buraya! Ellerinizi havada tutun!"
Fırat adlı çocuk askere yalvarıyor; "Asker amca ne olursun beni öldürme."
Babam askere; "Tamam geliyoruz" diyor. Sonra bize dönüp; "Bu bizim askerimiz, sakin olun. Bizim askerimiz" diyor.
Annem bir yandan elleri havada yürüyor, bir yandan bizi teskin ediyor, bir yandan da askerlere; "Kardeşim bu olmamalıydı. Sizi ben doğurdum. Bu olmamalıydı. Bunu niye yapıyorsunuz? Bu olmamalıydı" diyor.
Saat 01.55
Ellerimiz havada, tek sıra halinde dışarı çıktık. Bir an için sessizlik oldu ama diğer sokaklardan mermi ve patlama sesleri geliyor. Cadde boyunca dükkânlar açık ama kimseler yok.
Etrafta başka ailelerle birlikte yürüyoruz. Ellerimiz havada. Çocuklar hıçkırıyor, karanlığa doğru yürüyoruz. Çok korkunç.
İlerledikçe elleri bağlanmış ve yüzükoyun yere yatırılmış 15-20 civarı sivil gördük. Hayalimde bir anda bir zamanlar babamın seyrettiği bir Nazi filmi canlanıyor. Filmde elleri bağlı siviller kurşuna dizilmek üzere götürülüyorlardı. Soğuk soğuk terlediğimi hissettim. Rütbeli olduğu anlaşılan bir komutan, eli tetikte sivillerin başında dolanıyor. Bizi de sivillerin arkasına, asfaltın üzerine; "Çökün" diye emir vererek sırayla oturtuyorlar. Rütbeli komutan, G3 tüfeğini havaya doğru kaldırarak eli tetikte; "Askerin sözünü dinlerseniz size hiçbir şey olmaz. Bana başka bir şey yapma gereği bırakmayın. Söz dinlerseniz sükûnette olursunuz" diyor. Daha sonra da kadınlara, özellikle anneme sinirle bağırıyor: "Hanımefendi çabuk oturun yerinize! Memleket cenaze namazı kılıyor. At izi it izine karışmış durumda. Cırcır yapmayın! Bakın şu anda şu dükkânı açıp sizi içine kapayacağım."
Annem ve babam; "Lütfen bağırmayın, çocuklar çok korktular" diyor. Komutan o sırada bütün telefonları kapattırıyor ve gelen mermi sesleri arasında şunları söylüyor; "Oturun yerinize ve asker için bir Fetih Suresi okuyun!" Annem; "Hepiniz için okuyoruz."
Komutan; "Susun ve dinleyin! Bakın memleket için salâ okunuyor. Memleketi ite, kopuğa emanet ettiniz, ondan sonra da bu hale geldi. İki yıldır her gün 5-10 şehit cenazesi gelirken siz ne yaptınız?" Sivillerin içinden bir ses; "Siz de gereğini yaptınız" diye sesleniyor. Komutan sinirle; "Suuuusss!"
Derin bir sessizlik…
Saat 02.00
Yaklaşık 60 kişiyiz ancak sokaklarda yakalanan siviller tek sıra halinde, elleri başlarında getirilmeye devam ediyordu. Komutan sırayı tekrar kontrol ederek sesleniyor: "En ön sıra! Yüzünüz bana dönük olsun, sıra yapın! Askerlik yapmadınız mı? Görmeyenler görenlere baksın! Hanımlar bir arada kalsınlar, çocukları yanlarına alsınlar."
Anneler çocukları sakinleştirmeye çalışıyorlar. Komutan bir askere; "Kavşakta asayiş berkemal mi? İt sürüsü dağıtıldı mı, it sürüsü" diye soruyor ve askerden; "Asayiş berkemal komutanım" cevabını alıyor.
Daha sonra bir sivile dönerek; "Sigarayı söndür! Parçalattırma bana kendini, söz dinle" diyor ve bütün sivillere dönerek devam ediyor; "Bakın şimdi ne yapıyorlar biliyor musunuz? Allah, kitap diyerek milleti galeyana getirmeye çalışıyorlar Allahsız, kitapsızlar. Güzelim ecdadın bıraktığı memleketi ne hale getirdiler ama görmediniz. Hırsızlığı aleni gördünüz ama yine tuttunuz inandınız. Çalıyorlar ama çalışıyorlar dediniz. Aslında belayı kendiniz istediniz üstünüze. Allah affetsin, Allah affetsin."
"Şu an Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. Bütün cep telefonlarını kapatın! Askerin sözünü dinleyen selamette olur. Şu an askerin sözü devlettir. Bunun dışındakiler çapulcudur. Buna uymayanlar sıkıyönetim yasaları ile cezalandırılacaklardır."
Saat 02.05
Emre dört yaşında. Nesli ablama sıkı sıkı sarılmış, titriyor. Ablam ona sorular sorarak sakinleştirmeye çalışıyor;
"Sen buraya kiminle geldin?"
Cevap yok.
"Eviniz nerede?"
Cevap yok.
"Korkma! Bu bir oyun, seni evine götüreceğiz."
Çocuk biraz sakinleşip umutla ablamın gözlerine bakıyor…
Etraftan silah sesleri gelmeye devam ediyor. Komutan telefonla konuşuyor; Beylerbeyi "Helikopterler nerede, helikopterler? yolu üzerinde direnen kalabalık var. Helikopterler oraya yönlensin, direnenlere direkt ateş açılsın!"
Bu arada iki çevik kuvvet polisi de komutanın dediklerini yapıyor. Birinin silahı belinde…
Belinde silah olan polis sivilleri tuvalete götürmekle görevlendiriliyor. Komutan, polise; "Vazifeni iyi belledin" diyerek onunla dalga geçiyor.
Saat 02.10
Komutan, bir ara sivilin birine öfkeleniyor;
"Şerefsiz! Geç şuraya, ağzını burnunu dağıttırma bana! Sabrımı zorlama!"
Sonra askerlere dönerek; "Şu adamın elini ayağını bağlayıp enterne edin" diye emir veriyor. Ablama dönüp "Enterne ne demek" der gibi bakıyorum. Sivillere yapılanlar ablamın çok zoruna gidiyor. Bir şeyler yapmak, konuşmak, bağırmak istercesine hareketler yapıyor. Annem sakin olmasını söylüyor. Bu arada komutan kalabalığa dönüp; "Ya ne kadar sabırsız bir toplum olduk, ne kadar Allahsız, kitapsız bir toplum olduk ya! Ne kadar samimiyetsiz, ne kadar ruhsuz, duygusuz, hissiz bir toplum olduk! Ne oldu? Kim kibrit suyu döktü dibine bu toplumun ya! Allah için silkelenin ya, ecdat için bir silkelenin ya!"
Bu arada komutanın telefonu çalıyor; "Söyle aslan" diyor, sonra da başını sallayıp; "Gebere gebere gidecekler. Haydi Allah'a emanet. O Mahmut'a söyle alnından öpüyorum. Bütün askerlerime söyle" diyor.
Saat 02.15
Komutan, 'Abdullah' adlı askeri çağırıyor. Gelen askere; "Şu polisler ne kadar yüreksizler ya, söyle şuraya bir polis arkadaş gelsin" diyor. Bu arada yakınımdaki çocuk ağlıyor.
G3 tüfek mermi sesleri geliyor. Komutan bir askere; "Gözlüklü canavar, gözetlemeye devam et" diyor. Ardından tekrar sivillere dönerek; "Memleketi soyup soğana çevirdiler" diyor.
Üst sokaklardan silah sesleri gelmeye devam ediyor.
Komutan bir başka askere; "Aslan! Nöbetçi! Orayı kontrol altında tut, tamam mı" diyor. Bu arada bir sivil daha elleri havada getiriliyor, çöküp oturtuluyor.
Saat 02.20
Nesli ablam çocukların tuvalet ihtiyacı olduğunu söyleyip komutandan izin istiyor. Çevredeki yakın bir kafeteryanın tuvaleti için izin veriliyor. Bir çocuk annesi ile birlikte tuvalete giderken komutan anneye; "Biz burada sizin için endişe ediyoruz. Sana, çocuğuna bir şey olacak diye korkuyorum. Öldürürler ha! Bu Allahsız, kitapsızlar var ya bunlar, öldürürler ha! Anladın mı ne demek istediğimi" diyor. Çocuğun annesi korku ile başını sallıyor ve çocuğu tuvalete götürüyor. Komutan devam ediyor konuşmaya; "Belki saatlerce oturacaksınız. Bak siz oturuyorsunuz, biz ayaktayız. Selametle, sabırla bekleyin!"
Bu arada askerler uzun boylu, zayıf bir sivili daha elleri havada getiriyorlar. Jandarmada askermiş ama izinliymiş. Komutan alaycı bir tavırla bu saatte sokaklarda ne aradığını soruyor. Ancak aldığı cevap tatmin etmemiş olacak ki askerlere emir verip sivilin ellerine ve ayaklarına kelepçe taktırıyor. Ardından da kalabalığa yani bizlere dönüp, "Bizim köyde kurdun ısırıp öldürdüğü kuzuyu yiyen köpeğin ecdadını dahi sağ bırakmazlar. Şimdi ben buna ne yapmalıyım düşünün."
Saat 03.30
Kafeteryaların kapıları açık, bazılarının renkli ışıkları hâlâ yanıp sönüyor. İnsanlar dükkânını bırakıp gitmiş. Havada hafif bir meltem esiyor. Helikopter sesleri, bazen de üzerimizde uçan bir F-16 uçağının gürültüsü birbirine karışırken zaman hızla akıyor. Oturmaktan ayağımın uyuştuğunu fark ediyorum. Anneme ayakkabımı çıkarmak istediğimi söylüyorum, annem tamam deyince ayakkabımı çıkarıp hemen yanı başıma koyuyorum.
Karanlığın içerisinden aniden sesler geliyor. Askerler bir karı kocayı yolda esir almışlar, elleri havada getiriyorlar. Kadın Türk, kocası ise İngiliz. Evleri hemen 100 metre ilerideki sokağın başındaymış. Komutan evlerine gitmelerine izin vermiyor. Onları da asfaltın üzerine oturtuyor. Komutan, çocuğunu tuvalete götüren kadına kafeteryanın içinde kalmasını söylüyor. Daha sonra da bütün kadın ve çocukları kafeteryanın içine aldırıyor.
Bir yandan da; "Çok dibe gitmeyin, sizi görebileceğimiz bir yerde durun" diye emir veriyor.
Saat 04.05
Komutan soruyor: "Susayan var mı?" Askerlere açık dükkânlardaki pet şişe suların getirilerek kalabalığa dağıtılmasını emrediyor. Askerler suları koli koli alıp getiriyorlar ve kalabalığa dağıtıyorlar. Babamın çok zoruna gidiyor, yanına konan pet şişe suya dokunmuyor bile. Yanındaki sivile; "Sanki babasının malı, ulufe dağıtıyor sanki. Her darbede milyar dolarlarımız, bu suların dağıtıldığı gibi dışarı işte böyle uçtu gitti. Bankalar böyle boşaltıldı, iflas ettirildi. Yarın Merkez Bankası'nda biriken paraları da böyle dağıtacaklar. Siviller biriktirsin, siz gelip dağıtın kardeşim! Zamanında Dolmabahçe de böyle yağmalanmıştı. İhtilal, darbe; hiçbir canlı varlığın, bitkinin yaşamasına fırsat vermeyen sam yeli gibidir."
Yanındaki vatandaş korku ile anlamsızca babama bakıp başını önüne eğiyor. Babam, vatandaşın yüzünde korku ve endişe izleri görüp anlatmaktan vazgeçiyor. Komutan orada bulunan bir kafenin sahibine, "Limonatalarını alıyoruz, bilgin olsun" diyor. Sonra ise sessizlik…
Sabah ezanı okunuyor. Sivil bir vatandaş namaz kılmak için izin istiyor. Komutan; "İzin yok, başınla kıl" diyor. Babam, yatsı abdesti ile oturduğu yerden sabah namazını kılıyor. Hâlâ esiriz, kimse ne olacağını bilmiyor.
Saat 04.15
Susayan insanlar dağıtılan suları içiyorlar, tuvalet için istekte bulunanlar artıyor, tuvalet için görevli polis içlerinden birer ikişer seçip çağırıyor. Seçilenler kafedeki tuvalete gidiyorlar. Komutan görevli polise; "Tuvalet için her kişiye bir dakika süre ver!"
Polis başını sallıyor ve görevine ciddiyetle devam ediyor. "Hey! Beyaz tişörtlü olan, sen gel! Bir de mavili, sen de gel!"
Sabaha kadar asfaltın üstünde bekleyen ve bir de suları içen insanlardan tuvalete gitmek isteyenlerin sayısı epeyce kabarık, izdiham olmak üzere. Erdoğan amca bu trajikomik sahneye sinirleri bozulmuş vaziyette gülüyor. Komutan görüp ona bir şey yapacak diye çok korkuyorum.
Saat 04.25
Camilerden sürekli salâ sesleri gelmeye devam ediyor. Arada bir artan ve azalan mermi sesleri… Bir asker bir arabanın arkasına saklanmış, G-3 tüfeği ile nişan alıyor ve basıyor tetiğe.
Ablalarımla aramızda konuşuyoruz. Stresten karnım ağrımaya başladı. Aramızda "Abdestin var mı" , "Namaza izin verirler mi" gibi sorular soruyoruz. Nesli ablam; "Bizim birlikte olmamız gerekirken milleti, devletle birbirine düşürüyorlar. Ancak böyle galip geliyorlar" diyor.
Yanı başımızdaki bir kız; "Arkadaşımın abisi Mavi Marmara'da esir alınmıştı, bunu hatırladım" diyor. Bu arada Nesli ablam, namaz kılma isteğini komutana iletiyor. Komutan bunun üzerine kafenin içine kadar gelip; "Namazı başla da kılabilirsiniz, her yerde kılabilirsiniz. Kriz çıkarmayın" diyor.
Nesli ablam abdest almak üzere kafedeki lavaboya yöneliyor. Komutan; "Bayan nereye" deyince Nesli ablam; "Abdest almaya" diyor. Komutan; "Bak! Bayan! Geldiğinden beri sorun çıkartıyorsun. Allah için, Allah aşkına diyorum…" dedikten sonra anneme dönerek; "Annesi sen misin" diye soruyor. Annem; "Evet, benim" diyor. Komutan; "Kızına sahip çık. İstemediğim şeylere karar verdireceksiniz. Namazını başıyla da kılabilir. Siz herhalde başka bir dünyada yaşıyorsunuz." Annem; "Ben sizden bir şey rica ediyorum. Burada çocuklar var ve öldürme-ölme kelimelerini kullanmayınız. Çocuklar travmaya uğruyor." Ben bu esnada yanımdaki çocuğun dikkatini bu olanlardan başka şeylere çekmek için onunla kâğıt-makas oyunu oynayarak, onu rahatlatmaya çalışıyorum. Sonunda komutan anneme; "Siz de o zaman buraya mukayyet olun" deyip gidiyor.
Saat 04.40
Komutan geceden beri sürekli sigara içiyor. Arada gelen telefonlara cevap veriyor. "Komutanım şu an Çengelköy kontrol altında, Bir askerimiz şehit oldu, Helikopterleri gönderin derdest etsinler. Hiç acımasınlar, Trakya'daki birlikler de yoldalar."
Telefonu kapatınca askere dönüp; "Mühimmat gelecek minibüsle, mukayyet olun" diye emir veriyor. Bu arada esnaf amcalardan birisi rahatsızlanıyor. Şeker hastasıymış.
Komutana haber veriliyor ancak komutan hiçbir şey yapılamayacağını belirtiyor. Bunun üzerine annem devreye girerek yakındaki eczanelerden insülin alınıp bu hastaya verilmesi gerektiğini söylüyor. Sivillerin içindeki bir eczacı kalfası yakındaki eczaneden insülin getiriyor ve amca ayağa kalkıyor.
Saat 04.55
150 metre gerideki karakolun duvarının yanından, geceden beri bir insan sesi geliyor. 20 yaşlarında özürlü bir genç. Askerler onu tutup komutanın yanına getiriyorlar. Genç, kadın ve çocukların bulunduğu kafeye girmek istiyor, askerler bırakmıyor. Genç, kafenin parçalanmış camlarına bakarak "Buraları niye kirlettiniz" diye bağırmaya başlıyor, askerlerse onu teskin etmeye çalışıyorlar. Komutan gence de bir sigara veriyor, bir sandalye getirip oturtuyorlar. Önünde yerde oturan bizlere anlamsızca bakıp sigarasını keyifle tüttürürken sakinleşiyor. Arada bir etrafa ve bizlere bakıyor. Erdoğan amcanın bu trajikomik hale de sinirden güldüğünü görüyorum.
Saat 05.00
Bu arada askerler bir grup sivil daha getiriyorlar. Komutan uzaktan bağırıyor; "Yolun ortasından geçerek gelin! Eller ensede, biraz hızlı!" Sivilleri bizim 100 metre gerimizde sıraya dizip arka arkaya oturtuyorlar. Komutan "Gönder" dedikçe askerler sivilleri tek tek gönderiyorlar. Komutan gelen kişileri tek tek çağırıp sorguya çekiyor. "Kimsin?", "Nesin?", "Bu saatte orada ne arıyordun?" gibi sorular soruyor. Bazılarını dövüyor. Postalı ile karnına tekme atıyor. Gelenlerden birisi oğlunu aramaya geldiğini söylüyor. Oğlu bizim kalabalığın içinde. Komutan amcayı dövmeye başlayınca oğlu dayanamıyor; "Komutanım o benim babam, dövmeyin" diye haykırıyor. Komutan aldırmıyor ve amcanın kafasını polis minibüsünün camına vuruyor. Birkaç defa daha tekme attıktan sonra askerlere doğru itiyor ve "Enterne edin şu …'yı!" diyor. Biraz sonra bir esnaf amcayı getiriyorlar. Esnaf olduğunu ve dükkânını kapatması için izin vermelerini söylüyor, izin istiyor. Komutan aynı şekilde amcanın kafasını yine minibüsün camına vurarak dövmeye başlıyor. "Şerefsiz" diyor. Amca; "Ben kalp hastasıyım" diyor. Komutan aldırmıyor ve aynı şekilde dövüp "enterne" ediliyor. Başka bir vatandaşı getiriyorlar, başında takke var. Komutan aynı soruları soruyor, sabah namazı için camiye gittiğini söylüyor ama komutan inanmıyor. "Savaşta, bu karışıklıkta camiye gidiyorsun öyle mi" deyip aynı şekilde "enterne" ediyor.
Enterne edilenler elleri ve ayakları bağlanıp, koluna giren tüfekli iki asker eşliğinde sürüklenerek, daha ilerdeki Kuleli Lisesi'ne doğru, uzak, karanlık bir bölgeye götürülüyorlar.
Bunları gördükçe ve yaşadıkça aklıma gelen düşünceler kanımı donduruyor, üşümeye başladığımı hissediyorum.
Saat 05.25
Ortalık aydınlanmak üzere, komutan 150 metre gerideki polis karakolu ile ilgili; "Ortalık aydınlansın. Ben onlara yapacağımı biliyorum" diyor. Söylentiye göre sürgülü bahçe kapısını kapatmışlar ve karakolu teslim etmiyorlarmış. Dış kapıda asılı bir Türk bayrağı var.
Saat 06.00
Hava iyice aydınlandı. Komutan yanına birkaç asker alıp polis karakolunun ön tarafında mevzi aldı. G-3 silahları karakola doğru doğrulttular. Komutan karakola doğru konuşmaya başladı; "Polis arkadaşlar! Teslim olun, Türk Silahlı Kuvvetleri ülkede yönetime el koydu. Siz şu an devlete karşı geliyorsunuz ve suç işliyorsunuz." Karakoldan önce ses gelmedi ve ortalığa bir sessizlik hâkim oldu. Sonra bir polis konuşarak cevap verdi; "Sizin girişiminiz illegal bir girişimdir. Yanlış yapıyorsunuz. Şu anda siz devlete isyan ediyorsunuz. Bir an önce bu hareketinizden vazgeçin!" Bu şekilde karşılıklı sataşmalar ve diyalog bir süre devam etti.
Bir ara komutan, çalan telefonu alıp konuşmak üzere polis otosunun arkasına gitti. Kimsenin duyamayacağından emin olana kadar uzaklaştı ve bir şeyler konuştu. O sırada Erdoğan amca ortağı Hüseyin amcaya; "Bu iş bitti abi, başaramadılar" dedi.
Saat 06.30
Komutan karakolun önüne tekrar gelerek karakoldakilere doğru; "Size 3 dakika veriyorum, eğer teslim olup elleriniz başınızın üstünde çıkmazsanız tank çağırıp, yıkıp gireceğim bilesiniz" diye bağırıyor. Bu sırada insanlar, karakolla asker arasında çıkacak çatışmada arada kalacaklarından endişe ediyorlardı. Tam bir çatışma beklenirken komutan askerlere;
"Nişan alın ve emrimi bekleyin. Kimse ben emir vermeden ateş etmesin, tüfekleri emniyete alıp bekleyin" dedi. Askerler ateş için nişan pozisyonu alıp beklemeye başladılar. Komutan önümüze geldi ve bir askere; "Sokağın ilerisindekiler de çekildi mi" diye sordu. Asker; "Evet komutanım" dedi. Bu konuşmalardan askerlerin geri çekilmekte olduğu anlaşılıyordu.
Daha sonra komutan, karakolun önünde nişan almış askerlere de emir vererek polis otobüsüne binmelerini söyledi. Ardından da bütün sivillere dönerek; "Biz çekileceğiz, biz çekilene kadar kimse kalkmasın. Kalkarsa zarar görür" dedi. Hepsi çekilerek otobüse bindiler ve hızla Kuleli Askeri Lisesi'ne doğru gittiler. Kalabalıktaki insanlar rahat bir nefes alarak ayağa kalktı. Caddenin arkasına baktığımızda özel harekât polislerinin gelmekte olduğunu gördük. Aralarında sivil vatandaşlar da vardı. Ortalık bayram yerine döndü.
Polisleri kucaklayanlar, alınlarından öpenler… Babam, bir çatışma ihtimaline karşı ortada zarar görmeyelim diye bizi hızla alıp akşamki kafeteryanın üst katına götürdü. Hepimiz bir 'oh' çektik. Halk sevinç çığlıkları atıyordu.
Saat 06.55
Halk ve polis, kaçan komutan ve askerlerin peşinden gittiler. Yakalamışlar. Polis, komutanları halkın elinden zor almış. Yakalanan darbeci askerler, üstlerindeki asker elbiseleri çıkartılmış vaziyette otobüse bindirilmiş. Halk otobüse doğru hareket ederek askerleri polisin elinden almak istedi, çok öfkeliydiler. "Bizim askerimiz bize nasıl silah doğrultur, koruduğu insana nasıl ateş eder? Verin onları bize!" Polisler, otobüsteki askerleri hızla oradan götürüyorlardı.
Halk tekrar karakolun önüne gelerek slogan atmaya devam etti;
"Ya Allah! Bismillah! Allahu Ekber!"
Saat 07.15
Çengelköy yine güzel, Çengelköy yine sakin. İnsanlar sevinç içinde. Bu arada insülin iğnesi vurulup ayağa kalkan şeker hastası amca, annemin yardımlarından dolayı babama çok teşekkür ediyor. Çocukları, bizi yakın olan evine davet ediyor. İnsanlar karakolun önünde birbirlerine bakıp yaşadıkları geceyi anlatıyorlar ve travmayı atlatmaya çalışıyorlar. Birileri de karakolun önünde polislere, kendilerine bu geceyi yaşatan rütbelilerin, komutanların nerede olduğunu, onları göstermelerini istiyor. Polisler direniyor, hukuktan, kanundan bahsediyor. Epey bir müddet karakolun önünde kalan kalabalık dağılma eğilimine giriyor. Ancak insanların hâlâ şokta oldukları, bu şoku atlatamadıkları belli oluyor. Caddedeki esnaf kırılan cam ve kapılarını tamir edip, dökülen cam kırıklarını temizlemeye çalışıyor.
NOT: GÜNLÜK HALENUR'UN BABASI NUREDDİN TÜRKAN TARAFINDAN GÖZDEN GEÇİRİLEREK DÜZENLENMİŞTİR.