Rüyaların yapıldığı madde
Başlıktaki ifade William Shakespeare'in meşhur traji-komik hatta fantastik oyunu Fırtına'dan; "Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçük hayatımız." Rüyalar önceden beri insanoğlunun aklını kurcalayan en önemli meselelerden biri. Edebiyattan sinemaya geniş bir alanın konusu olması bir tarafa, hayatımızı doğrudan etkileyen en 'etkileyici' unsur. Gündelik hayatımızın içinde bir yerlerde ona ayrılan zaman kısacık olmasına rağmen, bize yaşattıklarıyla geniş bir ilgi alanını dolduruyor rüyalar. 1953 yılından beri kullanılan tabirle 'Oneiroloji' çalışmalarıyla birlikte rüyaların biyolojik kökeni çözülmeye çalışılıyor. Ve ortalama olarak sıradan bir insanın, ömrünün tam altı yılını rüyalarda geçirdiği söyleniyor.
Hayatı koskocaman bir rüya olarak görüyor mesela sufiler. Gerçek hayatın ise kuşkusuz rüya deneyimleriyle yaşadığımız anların toplamı olduğunu söylüyorlar. Ruh, rüyalarda beden hapishanesinden kurtuluyor çünkü ve özgür bir şekilde kendi 'gökada'sının sınırsızlığında uçmayı ve yüzmeyi başarabiliyor. Başarıyor ama bilim adamlarına göre rüyalarımızın yüzde 90'ını unutmaya yazgılıyız. Tam da bu yüzden bazı öğretilerde tilmizlere rüya defterleri tutmayı öğütlüyor ustalar. Benim de çok uzun yıllardan bu yana tuttuğum bir rüya defterim var. O deftere bakınca neler neler gördüğümü hayretle okuyorum ve rüyaların nasıl da büyük 'prodüksiyonlar' olduğuna bir kez daha şaşırıyorum.
Rüyalar şaşırtıyor bizi evet ama biz asıl o rüyaların tabirleriyle ilgilenip daha da şaşırmak istiyoruz. Oysa daha rüyanın ne olduğuna akıl erdirmeden hemen bir bilenin marifetine sığınıyoruz. İnternette yüzlerce 'tabir' sitesi açılmış; "Yüzde yüz kesin bilgilerle rüya tabirleri" diyor mesela bir site başlığına, başka biri tabirlerini İmam Gazâli'ye, Abdülkadir Geylâni Hazretlerine dayandırdığını iddia ediyor. Çok büyük âlimlerin yaptığı bazı tabirleri bir araya getirip 'rüya görenin' aklının daha da karışmasına sebep oluyorlar. Mesela rüyanızda ceviz gördüyseniz, önce güzel bir haber alacaksınız. Her şey yolunda gidecek. Arabanızın taksitini ödeyecek, çocuğunuzun sınavlarda çok iyi puanlar almasına sevinebileceksiniz. İşyerinizde terfi almanız işten bile değil, oynadığınız piyangoyu muhakkak kazanacaksınız. Hâsılı çok mutlu olacaksınız. Oysa aynı rüyada ceviz sattığınızı görürseniz eğer, tamam, tüm denklem bozuldu. Akşam eve giderken dikkat edin hafazanallah kaza yapabilirsiniz. Evinize hırsız girebilir, tüm birikiminiz batabilir hatta ölebilirsiniz. Evet, yanlış okumadınız ölebilirsiniz. Öyleyse bakalım neler deniliyor bazı rüyalar hakkında… * Rüyada deniz görmek: Hayırlı bir rüyadır. Deniz görmek uzun bir ömre işaret eder. * Rüyada at görmek: At görmek çok hayırlıdır. Büyük at görürseniz çok büyük bir müesseseye üye olacağınız anlamına gelir. * Rüyada düştüğünü görmek: İş hayatının kötüye gideceğine işaret eder…
Böylesi tabirler öylesine çok ki. Birinin kara dediğine diğeri ak diyor. Aslında buradaki hata rüyaların bilgiler üzerinden yorumlanmasında yatıyor. Oysa biliyoruz ki gelenekte rüya tabiri başlı başına bir ilim olarak ele alınır. Rüyayı tabir eden kişi, farklı kişilerin gördüğü aynı rüyaları bile kişiye göre farklı farklı tabir edebilir. Ve her gördüğümüz rüyanın 'çıkacağının' garantisini kim veriyor. Oysa yine biliriz ki, rüyaların ilk anlatıldığı kişi de çok önemlidir. Tam da bu yüzden görülen kötü rüyaların suya anlatılması diye bir gelenek vardır mesela. Bazı tasavvuf ekollerinde de mürşitle mürit arasındaki ilişki rüyalarla kurulur. Mürşit müridinin seyri sülukunda hangi duraklardan geçip, hangi kapılara ulaştığına yine rüyalar vesilesiyle karar verir. Nefsin yedi katı vardır ve müridin bulunduğu mertebelerdeki rüyaları da birbirinden farklıdır. Mesela Nakşibendi şeyhlerinden Osman Hulusi Efendi'ye göre nefsi emmarede haram işleri görmek haram işlendiğine delalettir. Nefsin ikinci katı olan nefsi levvamede şüpheli şeyler ve mekruhlardan her ne görülürse cümlesi nefsi levvameye uygunluk sıfatıdır. Nefsin üçüncü katı olan nefsi mülhimede hayır ve hasenat görmek ruhun nefse galebesine, tatlı söz söylemeye ve işitmeye dalalettir. Tabii tüm bunlar kitaplardan değil, insanlardan öğrenilir ve herkes de bu işin ehli değildir. Peygamber Efendimizin Buhari'de yer alan hadislerinden birisi, rüya hakkında çok daha başka türlü düşünmemizi sağlıyor: "Müminin rüyası, nübüvvetin kırk cüzünden bir cüzdür. Bu rüya, anlatılmadığı müddetçe bir kuşun ayağında takılı vaziyette durur. Anlatılacak olursa hemen düşer."
İyi bir uykuda kötü rüyanın yeri çok azdır
Rüyalar uykuya terk ettiğimiz ruhi hayatımızın en kesin bilgileridir aslında. Modern hayatın içinde rabıtayı da yitirdik. O yüzden rüya ilmini psikolojinin ellerine teslim ettik. Bilincimizin ve bilinçaltımızın aynası olan rüyalara yabancılaştık. Mükemmel bir rüya medeniyetinin çocukları olan bizler, rüyaları 'şunu görürsem bu çıkar' basitliğine kurban verdik. Oysa tarih rüyalarla inen bilginin de tarihidir aynı zamanda. Dante'nin oğlunun, babasının meşhur İlahi Komedya adlı eserinin parçalarını bir araya getirirken kitaptaki 13 şarkıyı bulamadığı söylenir. Tüm aramalara rağmen o şarkılar bulunamaz. Oğul, bir gece Dante'yi beyazlar giymiş halde rüyasında görür. Şairin başında bir ışık yanmaktadır ve oğlunu hayatında iken oturduğu kendi odasına götürür. Eski dolapların arasında gizemli bir bölmede duran eksik şarkıların yerini gösterir. Ertesi gün rüyasında gördüğü gizemli bölmeyi arayıp bulan oğul, babasının kitabındaki kayıp 13 şarkıyı orada öylece bulur.
Keman denilince akla gelen isimlerden Giuseppe Tartini rüyasında şeytana esir olduğunu görür ve nasıl olursa olur şeytanla alay etmek için ona bir keman verir. Ve şeytan Tartini'nin elindeki kemanı alır ve kemancının o güne kadar duymadığı mükemmellikte bir sonat çalar. Bu hikâyeyi 1766'da astronom Joseph Lalande'ye anlatan Tartini uyanınca rüyadan hatırladığı notalarla Şeytan Sonatı denen eserini yazar. Beethoven, Mozart, Vivaldi gibi büyük kompozitörlerin bazı eserlerini rüyalarında görerek notaya döktükleri söylenir. Yine Evrenoszâde Sâmî Efendi'nin rüyasında Danyal aleyhisselamdan resim sanatını talim ettiği bilinen bir gerçektir.
Kendi kendimize soralım, en son ne zaman iyi bir uyku çektik? İyi uykularımızın büyük kısmı tabiata ne kadar yakın olduğumuzla yakından ilgilidir. Bir dağ başında, sonsuz uzunluktaki ve güzellikteki bir bahçede, uçsuz bucaksız bir deniz manzarası karşısında uyurken gördüğümüz rüyalar temiz ve güzel rüyalardır. Ömrü boyunca dağlarda yaşamış olan yaşlıların neredeyse ömürleri boyunca çok çok az kâbus gördüklerini duyarsınız. Tabiatın güzelliğini bile tanımlarken "rüya gibi güzel" diye tanımlamaktan yanayızdır hepimiz.
Uyumaktan korkanlar, uykuyu geciktirmek için hızlı bir hayat yaşamayı seçenlerin büyük kısmı hem rüyalarındaki hem de hayatlarındaki kâbustan kaçanlardır. Böyle insanlar her gördüklerine anlatırlar rüyalarını, karabasanlarını. Anlatarak hafifleyeceklerini, o kötü sahnelerden kurtulacaklarını zannederler. Daha güzel bir yaşamı o kâbuslarla değiştirmeye çalışmanın yolunun 'anlatmaktan' geçtiğine inanırlar. Tıpkı Hıristiyanlıktaki günah çıkarmak gibi. Öyledir hakeza. Anlatmak rahatlatır bir müddet bizi. Bu insanların içinden çok azı aslında uzun zamandır uyumadığının farkındadır. İyi bir uykuda kötü rüyanın yeri çok azdır. Arif olana rüyanın her türlüsü "yol açar." Çünkü arif, ne rüyadan ne de ölümden korkar. Evet evet, rüyaların içinde bizi bekleyen kâbuslardan değil, aslında o kâbusların çağrıştırdığı ölüm duygusundan korkarız. Ve evet Peygamber Efendimizin hadisi tam da burada aklımıza gelmelidir; "İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar."