Devletler, klasik propaganda ile başarıya ulaşamayacaklarına kanaat getirdiklerinde, bilginin ve iletişimin çok hızlı aktığı, meselelerin yeni şekiller aldığı dünyanın gerçeklerine uygun bir biçimde çıkarlarını yeniden tanımlamak durumunda kaldılar. Bu da karşılıklı olarak herkesin kendisini olduğu gibi ifade edebileceği zeminlerin ve kanalların önünün açılması anlamına gelen kültürel diplomasiyi ön plana çıkardı.
Türkiye'den yurt dışına işçi göçü, bir süre sonra bu giden 'gurbetçilerin' kalıcı olacağının anlaşılmasıyla pek çok sosyal ve kültürel ihtiyacı da gündeme getirdi. Cami dernekleri ile yurt dışında sivil topluma ilk adımı atan vatandaşlarımız, çocuklarının ve torunlarının kültürlerine karşı yabancılaşması endişesiyle, kendi imkânları çerçevesinde kültür evleri meydana getirdiler. Şüphesiz büyük bir amaca hizmet eden bu müesseselerin pek çoğu maalesef temsil kabiliyeti konusunda yetersiz kalmakta, dar bir kesime hitap etmekteydiler.
Yurt dışında yaşayan Türkler, Türkiye'den gelen, görüşebildikleri her görevliye ve siyasiye, bulundukları ülkenin başka ülkelerde açtığı enstitüler gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin de yaşadıkları topraklarda merkezler kurması ile ilgili ısrarlı talepler ilettiler. Bu istekler ancak çok sonra, Türkiye'nin 2002 yılı sonrası dünya ile ilgili ortaya koyduğu vizyonla birlikte gerçekleşebilecekti.
2007 yılında TBMM'den "Türkiye'yi, kültürel mirası, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin diğer ülkeler ile dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini artırmak, bununla ilgili yurt içi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek…" amacıyla Yunus Emre Vakfı kurulmasıyla ilgili yasa çıktı. Vakfın tüzüğünü de oluşturan bu yasa, uzun yıllardır Türkiye kültürü ile ilgili olarak yurt dışında eksikliği hissedilen doğru ve etkin tanıtım faaliyetleri ile ilgili boşluğu dolduracak önemli bir adımdı. Yasanın akabinde 2009 yılında Ankara'da Kurulan Yunus Emre Enstitüsü, aynı yıl Saraybosna'da ilk kültür merkezini faaliyete geçirdi.
Kültürel diplomasi ve kültür enstitüleri
Devletlerarası ilişkilerde diplomasi tarih boyunca çeşitli formlarda karşımıza çıkmıştır. Dış politikanın yeni değerlerinden kültürel diplomasi, günümüzde diplomasinin kazanmış olduğu çerçevelerden biridir. Diplomasi, devletlerin özünde işlerini kolaylaştırmak için yürüttükleri bir araçtır. İşleri kolaylaştırmanın en pratik yolu da şüphesiz birbirini tanımaktan geçer. Yunus Emre Enstitüsü'nün de kültürel diplomasi araçlarından biri olarak "Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım" sözünün sahibini kendine isim olarak belirleyip yola çıkması bu açıdan büyük bir isabettir.
İnsanlık tarihinde propaganda da uzun zaman bir diplomasi aracı olarak kullanıldı fakat yaşadığımız zaman diliminde bir devletin, bir başka ülkenin kamuoyunu etkilemesi, insanların çok çeşitli kaynaklara süratle ulaşabilmesi nedeniyle neredeyse imkânsız hale geldi. Devletler, klasik propaganda ile başarıya ulaşamayacaklarına kanaat getirdiklerinde, bilginin ve iletişimin çok hızlı aktığı, meselelerin yeni şekiller aldığı dünyanın gerçeklerine uygun bir biçimde çıkarlarını yeniden tanımlamak durumunda kaldılar. Ülkeler ve toplumlar arasında yeni ya da tarihten gelen ötekileştirme gibi temas eksikliğinden veya yanlış tasniflendirmelerden kaynaklı sorunlar, artık ülkelerin çıkarları gereği her türlü kültürel diplomasiye açık olmasını gerektiriyor. Bu da karşılıklı olarak herkesin kendisini olduğu gibi ifade edebileceği zeminlerin ve kanalların önünün açılmasından geçiyor. Aslına bakılırsa bu tarz bir kültürel diplomasinin kaybedeni yoktur ve bu çalışmalar propagandaya maruz kalmak anlamına gelmez. Bir tarafa kazandırırken diğer tarafa kaybettirmeyen, kültürel etkileşimin artmasıyla somut sorunlara çözüm yolu açan yeni bir diplomasi alanı…
Dünyada hemen hemen herkesin bildiği, devletler tarafından desteklenen kültür enstitüleri de bu kültürel diplomasinin en önemli aktörlerinden biridir. Bu enstitüler kültürel diplomasinin en önemli ayağı olan dilin taşıyıcısı konumundadır. Konuşabildiğiniz andan itibaren karşılıklı olarak etkileşiminizi daha eşit bir noktaya getiriyorsunuz ve daha özgür bir alanda yürüyebiliyorsunuz. Ayrıca yapılan kültürel faaliyetlerle ülkeler, kendi kültür miraslarından, insanlığın kalan kısmına özgün örnekler sunuyorlar. Kendi kültürel renklerini sunan ama özü ve içeriği evrensel olan unsurların (barış gibi) altını çiziyorlar. Devletler de kendi ulusal kültürlerinden evrensel barışa katkı sağlayacak motiflerin ön plana çıkarılmasını destekliyor.
Gelinen noktada insanlık tarihinin bünyesinde askeri ve ekonomik alanların da ötesinde, zamanın getirdiği yeniliklerle, karmaşık hale gelen sorunlarla mücadele adına, 'yumuşak güç' olarak da adlandırılan, içerisinde kültür, sanat, edebiyat, müzik, sinema gibi alanların olduğu, akademik kurumlar ve sivil toplum kuruluşlarının rol aldığı yeni bir etki alanı doğmasını gerektiren süreçtir bu.
Yunus Emre Enstitüleri Yeni Türkiye'nin en önemli yumuşak güç enstrümanlarından biridir. Bu kurumun hem yabancılara hem de yurt dışında yerleşik bulunan vatandaşlarımıza yönelik dil, kültür ve sanat alanında oluşan talebe cevap vermesi, hatta belki daha ileri noktaya taşıması beklenmektedir. Yunus Emre Enstitüsü'nün muadilleri, Alliance Francaise'in 1883, British Counsil'in 1934, Goethe Enstitüsü'nün 1951, İtalyan Kültür Merkezi'nin 1962 yılında kurulduğu düşünüldüğünde, Yunus Emre Enstitüleri'nin ne kadar hızlı hareket etmeleri gerektiğini ve aradaki açığı kapatmalarının ne denli önemli olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Yunus Emre Enstitüsü çok genç bir kurum olmasına karşın kısa sürede 31 ülkede 40'a yakın merkezi ile kültürümüze yönelik çalışmalar gerçekleştirmektedir. Elbette bu hızlı büyümenin içeriğe ve niteliğe de aynı oranda yansıması zorunludur. Faaliyet alanı neredeyse tamamen yurt dışında olan enstitü merkezlerinin, bu sebepten olsa gerek, yurt içindeki tanınırlığı yurt dışına göre daha sınırlıdır.
Sürdürülebilir projeler
Kültür merkezlerinin, bulundukları ülkelerin parlamentoları, köklü üniversiteleri, tanınmış sanat ve kültür merkezleri ile birlikte çalıştıkları görülmektedir. 20 bin üzerinde insana Türkçe öğreten enstitü, ayrıca Bosna Hersek'in pek çok kantonunda ilk ve orta dereceli okullarda seçmeli ikinci yabancı dil olarak Türkçe eğitimi vermektedir. Enstitünün dünyadaki pek çok üniversite ile iş birliği protokolleri bulunmaktadır. Kültür merkezleri, bulundukları ülkelerdeki üniversitelerle özellikle Türkoloji alanında yakın çalışma içerisindedir. Uzun zamandır dünyada aynı diğer diller gibi bir karşılığı olan uluslararası Türkçe Yeterlilik Sınavı (TYS) ile ilgili de yoğun çalışmalar yürütülmektedir.
Enstitü, Balkanlar'da kültürel mirasın yeniden inşası kapsamında gerçekleştirdiği yazma eserlerin dijital ortama aktarılması, Balkanlar'da geleneksel Türk el sanatlarının ihyası ve ülkelerin prestijli kurumlarının içerisinde kurduğu 100 Türkiye kitaplığı gibi sürdürülebilir çok önemli projeleri gerçekleştirmektedir. 2014 Mayıs ayında Bosna'da meydana gelen sel felaketinde yok olan binlerce tarihi yazma eser düşünülürse, bu eserlerin dijital ortama aktarılması projesinin ne kadar önemli olduğu görülebilir.
Türkiye kurumları arasında beraber çalışma kültürü konusunda bir eksiklik olduğu bir gerçektir. Yeni kurumların kendilerini kabul ettirmeleri zaman aldığı gibi, büyük kurumlarca desteklenmeleri de maalesef ayrıca bir enerji gerektirmektedir. Yunus Emre Enstitüsü, başarabilirse pek çok kurumu ortak bir payda etrafında çalıştırabilecek ve nitelikli işlerin ulusal bir strateji olarak dünya milletler ailesinde temsilini organize edebilecektir. Elbette Yunus Emre Enstitüsü'nün başarısını değerlendirecek olan zamandır. Fakat enstitünün muadil kültür merkezlerine oranla mütevazı kadrolarla ve bütçe ile faaliyet gösterdiği de açıktır. Dünyadaki ulusal enstitülerin, ülkelerindeki dünyaca ünlü markalar tarafından sponsorluklarla desteklendiği görülmektedir. Elbette bu onlara büyük bir avantaj sağlamaktadır.
Yumuşak gücün bir enstrümanı olarak belirttiğimiz bu kurumların uzun vadeli ve sürdürülebilir, kaynağı yerinde kullanan projeler geliştirmelerinin beklenmesi kadar doğal bir şey yoktur. Devletlerarası diplomatik ilişkilerin tıkandığı noktada dahi bunun kültürel diplomasiye sirayet etmemesi beklenir. Bu tür enstrümanlar masada bir araya gelemeyecek kişilerin, bir konserde, bir sergide bir araya gelmesini mümkün kılmalıdır. Bu açıdan enstitülerin, çağın gerekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda kendilerinden beklenenler ile ilgili olarak daha ileri adımları tasarlaması gerekir. Hukuki yapısı gereği devlet kurumu olmaması, faaliyetleri ve hız anlamında bir avantaj olup bu dinamik yapısını daha öne çıkarması beklenebilir. Enstitünün, ülkemiz ile faaliyet gösterilen ülkeler arasında edebiyat, sanat, dil üzerinden nice sarsılmaz köprüler kurması arzumuzdur. Böylece, birlikte çalışma kültürümüzü de Yunus Emre Enstitüleri üzerinden yeniden inşa edebiliriz.
ALİ DEMİR KİMDİR?
Araştırmacı yazar.