Bayrak sevgisi ruhumuzda var
2015'in eylül ayında Yenikapı'da 'Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses' mitinginde izledik onları. "Ortağız bir namusa" dedik onlarla birlikte. 15 Temmuz hain darbe girişiminin ilk dakikalarında ise Diyarbakır sokaklarındaydılar. İlk dört gün Diyarbakır'da demokrasi nöbeti tuttular, sonraki 20 gün Türkiye'de 64 noktayı gezdiler. Üç güzel ağabeyimiz Mustafa Kadaş, Veysi Atadan ve Celal İnan'dan oluşan Grup Tillo, 25 yıl önce (1991) Diyarbakır'da kuruldu. Çocukluğundan beri dergâh kültürüyle yetişen grubun kurucusu Mustafa Kadaş, ilahi müziğe olan muhabbetinden, mesleği olan mobilya atölyesinde kendi personeliyle birlikte Grup Tillo'yu kurmuş. Üyelerin hepsi Diyarbakır'da yaşıyor. İsimlerinin neden Grup Tillo olduğu sorusuna; "gönül bağımız var" diye cevap veriyorlar. Yöreye ait olan halk ilahilerini icra ederek, yine yöre halkının dili olan Türkçe, Kürtçe, Zazaca ve Arapça dillerinde eserlerini icra edip, yok olmaya yüz tutmuş erbane (def) kültürünü yeniden canlandırıp tanıtmaya çalışıyorlar. Tillo'nun iki eri, Mustafa ve Celal ağabeyler ile Diyarbakır'da buluştuk. Veysi Bey şehir dışında olduğu için bize katılamadı. Sorduğum sorulara daha çok Mustafa ağabey cevap verdi çünkü Celal ağabey, "Büyüğümüzdür o konuşsun" dedi.
Bu bölgede müzik yapmak zor mu?
MUSTAFA KADAŞ: Bu bölgede her iş zordur, bir tek müzik değil.
Nasıl yani?
MK: Normalde yaptığımız müzik dini müzik, ilahi tarzı ama son zamanlarda çizgimizin dışında kardeşlik türküleri söylemeye başladık. Kardeşlik türküleri yapmak zordur.
Neden zordur?
MK: Çünkü günümüzde bizi birbirimize düşman etmeye çalışan o kadar çok 'şer odağı' var ki, bu nedenle doğrudan hedef oluyorsunuz. Bazı riskleri göze almanız lazım.
Nedir bu işin riski?
MK: Huzur vermezler.
Ama bu coğrafya kardeşlik türkülerine, şarkılarına yabancı değil ki!
CELAL İNAN: Ama son dönemlerde yaşananları biliyorsunuz.
Sizi sevmeyen var mıdır burada?
MK: Seven daha çok ama nedense sevenler hep sessiz kalır. Düşman çok köpürür ya o misal. Az olsa da sesi yüksek çıkar.
Müziğe nasıl başladınız?
MK: Diyarbakır ve elbette bu yörenin genelinde bir dergâh kültürü var. Her evden, her aileden bir kişi dergâha bağlı olur. Dergâhlarda şeyhe ait mersiyeler, Hz. Peygamber Efendimiz üzerine methiyeler okunur. Bunlar def eşliğinde çalınır, ilahiler ezberlenir. Bizim söylediğimiz ilahiler o kültürden, o dergâhlardan gelmedir. Hatta öyle ilahiler var ki ezberimizde, kitaplarda bile yazılı değil, unutulmaya yüz tutmuş çok eski kasideler... Açıkçası müziğe ilgi çocukluktan gelme. Çok oyunlar oynandı bu toprakların üzerinde. Halk dininden, kültüründen, örfünden, âdetinden uzaklaştırıldı. Dergâh kültürü bitti. 12 Eylül darbesi ve sonrasında bütün medreseler kapatıldı, yok edildi. Erbaneyi taşımak bile bir dönem suç oldu. Ben dergâhta eğitim alan son talebelerden biriyim.
Kaç eser yazdınız?
MK: 200'ün üzerinde eser yazdık.
Dergâhları biraz anlatır mısınız bize?
MK: Dergâhlar ilim tahsil yerleriydi. Fıkıh, hadis, tefsir, siyer dersleri verilirdi. Hocalarımız, üstatlarımız bize nasihat ederdi, ders bitimi meşk yapardık. O meşklerde bazen bütün cemaat bazen içimizden sesi güzel biri kaside okurdu ve birileri tef çalardı. Mübarek gecelerde dergâhta sabahlanırdı. Tespih namazları, gece namazları kılınır sabaha kadar Kuran-ı Kerim okunurdu. Sabah namazı cemaatle kılınır ancak ondan sonra herkes evine giderdi. Bu şehirde kandil geceleri minarelerden salâlar, kasideler okunurdu.
Ne zaman bitti bütün bunlar?
MK: Bunlar 12 Eylül'le bitti.
12 Eylül'de Diyarbakır'da neler yaşadınız?
MK: Zaten sokağa çıkma yasağı vardı. Elimizde def bile taşıyamaz olduk. Dergâha gidemiyorduk. Her sabah kalktığımızda komşu evlerden birini götürmüş olurlardı. Her eve baskın yapılırdı. Kimin nereye gittiği, ne için alındığı belli değildi. Götürülenlerden haber alamazdık, uzun yıllar sonra ortaya çıkanlar oldu. Çok büyük baskı vardı.
Celal ağabey siz neler yaşadınız?
Cİ: Tabii biz Hacı Ağabeye göre daha küçüktük. Her sabah kalktığımızda asker vardı sokaklarda. Aslında bizim çocukken askere, polise bakışımız farklıydı. Annemiz babamız elimizden tutup sokakta yürürken asker polis gördüğümüzde, "Hadi oğlum selam ver asker amcana, polis amcana" derlerdi. Selam vermeden geçmezdik, sonradan oluştu askere ve polise duyulan soğukluk.
12 Eylül'den sonra mı?
Cİ: Tabii, düşünün sokağa çıkmak istiyoruz, asker ve polis; "Çıkamazsın" diyorlar.
15 Temmuz'da neler oldu?
MK: Bence o gece bir elek gecesi, iyi ile kötünün eleğe vurulup ayıklandığı geceydi. Şer gibi görünse de Allah hayır kapılarını açtı. Yıllarca aramızdan temizlenemeyecek olan katiller, hainler o gece birer birer deşifre edildi.
Bir araya geldiğimiz bir gece oldu değil mi?
MK: Evet, birlik ve beraberliğimizin pekiştiği bir gece oldu. Bu hainler sandılar ki doğuda kimse sokağa çıkmayacak, bu hainliğe dur demeyecek ama çok yanıldılar. Bütün şehirlerde herkes meydanlardaydı. 50 yaşıma geldim Diyarbakır'da evlere Türk bayrağı asıldığını görmedim. 15 Temmuz'da Diyarbakırlılar evlerinin balkonlarına Türk bayrakları astı, hamdolsun.
Senelerce Türk Bayrağı'yla dövmüşler bizi, bayrağımızdan kopmuşuz, sanki gönlümüz kırılmış. 15 Temmuz'dan beri Türk bayrağı iliştiriyorum yakama. Sanırım o bayrakla kavuşma hissini siz de yaşadınız.
MK: İstanbul'da demokrasi mitinglerine katılıyorduk, beş yaşındaki torunum aradı. Dedi ki, "Dede herkes evine bayrak asıyor bizim bayrağımız nerede?" Dedim ki, halanı ara bizim evden bayrak versin sana. Bayrak sevgisi bizim kanımızda var, ne kadar uğraşsalar da koparamazlar. Ben Diyarbakır'da 15 Temmuz gecesini hiç unutamam. Arkadaşlarla şahitlik ettik buna. Diyarbakır'da konvoylar yapıldı. Küçücük çocuklar arabaların üzerinde bayraklarını salladılar, bütün şehri Türk bayrakları ile dolaştılar. Diyarbakır'da bu manzarayı yaşamak kadar güzel bir duygu yoktu.
O gece ve sonrasında doğudaki illeri izleyince, o meydanları ve o kalabalığı görünce çok duygulandım. Bazıları şaşırdı, burayı bilmeyenler, buranın insanını bilmeyenler… Aslında 15 Temmuz'da bir yara kapandı.
MK: Aynen öyle oldu.
Ama son dönemler biraz sıkıntılı. Sanki biraz daha var rahatlamamıza.
MK: Evet biraz daha var. Ama şuna emin olun, bir yıl önce biz bu sokakları seninle birlikte bu kadar rahat gezemezdik. Şimdi daha rahatız. Bir yıl önce sesimizi yükseltemezdik. Şimdi terörist korkusu yok, teröre saydıra saydıra gezebiliyoruz sokaklarda. Çünkü halk o kadar bezdi ki bunlardan biri bir şey söylese sana çok kişi destek çıkar; "Vallahi doğru diyorsun" derler.
Artık yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz diyebilir miyiz?
MK: Evet, diyebiliriz. Şunu düşünün, bundan beş yıl önce burada bir belediyeye kayyım atansaydı ne olurdu? Diyarbakır'ın en küçük belediyesine bile kayyım atansa Kobani'deki gibi olaylar çıkar, şehri yakıp, yıkarlardı. Ama bugün büyükşehir belediyesine kayyım atandı hiçbir sorun yok. Sorun esnafa; "Kayyım atandı ne oldu" diye "Çok iyi oldu, geç bile kaldılar" derler.
Ne değişti peki?
MK: Halk iyiyi-kötüyü gördü. Bu teröristlerin onların hakkını savunmadığına kanaat getirdi.
Kobani olaylarında neler olmuştu?
MK: Adamların maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekti. Kobani düştü dediler, düştüyse siz ne yaptınız? Diyarbakır'ı yakıp yıktınız. Altı masum genç öldürüldü. Daha ana kuzusu çocuklardı. Kobani kurtuldu dediler, yine şehri yakıp yıktılar. Yani bu mantığı anlamak mümkün değil. Bütün bunlar halkın uyanmasına vesile oldu.
Siz neler yapıyorsunuz Celal Ağabey? Kobani olaylarında hayatını kaybedenlerden tanıdığınız var mı?
Cİ: Aytaç Baran'ı öldürdüler. Mahallesindeki fakirlere yardım ederdi. Kendisi de yardıma muhtaç olduğu halde.
MK: Yasin Börü de çok iyi tanıdığımız bir çocuktu. Uzaktan akrabamız aynı zamanda. Hüseyin Dakak benim atölyemde iki yıl çıraklık yapmıştı. Riyad Güneş, Hasan Gökguz mahallemizden çocuklardı. Turan Yavaş bazı programlarımızda Kuran-ı Kerim okurdu. Karıncayı incitmeyen temiz çocuklardı.
Allah şehadetlerini kabul etsin. Çevrenizden Diyarbakır'a gelmekte çekinen insanlar oluyor mu?
Cİ: Batıda bir korku var. Diyarbakır deyince herkesi terörist sanıyorlar. Diyarbakır güvenilir bir şehirdir. Diyarbakır misafirine yabancıya sahip çıkar. Diyarbakır'a gelen ağlar, giden ağlar…
Giden niye ağlar?
MK: Gidiyorum diye ağlar. Çünkü buradaki insanlığı hiçbir yerde bulamaz. Bu kadar oyunlar oynanmasına rağmen Diyarbakır'da değişmeyen tek şey bu kültürdür. Eskiden polis lojmanları bu kadar fazla değildi. Polisler de mahallede yaşarlardı. Bir polis göreve giderken ailesini komşusuna gözü kapalı emanet ederdi. Aramıza üç-beş kanı bozuk girdiyse bu şehirden değildir. Elhamdülillah halk uyandı, çıkarıyoruz onları aramızdan.
Eski Diyarbakır ve yeni Diyarbakır karşılaştırması istesem sizden…
MK: Eski Diyarbakır'ı geri getirmek çok zor. İlk önce dini âdetlerin geri gelmesi lazım. Biz dinimizden koparıldık çünkü. Esas sorun bu.
Nedir o âdetler?
MK: Önceden düğünlerimiz haremlik-selamlıktı, düğünler düğün sahibinin evinde yapılırdı. Ne kavga çıkar ne olay olur ne içki içilirdi. Gelin ve damat düğüne abdestsiz gelmezdi. Camilerimiz beş vakit namazda da Cuma namazı gibi dolu olurdu.
Gayrimüslimler var mı hâlâ?
MK: Pek kalmadı. Eskiden çok komşumuz vardı. Bu sokaktan aşağı indiğinde muhakkak bir Hıristiyan veya Süryani aile olurdu. Ama biz onları bilmezdik, çünkü konuşulmazdı. Ramazan'da çocukların ellerine ekmek verip sokağa yollamazlardı.
Cİ: Buradaki kültür çok güzeldi. Yahudiler ipek işlemeciliğinde, Hıristiyanlar demircilikte iyiydi. Perşembe öğleden sonra dükkânlarını kapatır, Cuma'dan sonra açarlardı.
Problem şehirleşme, modern hayat ile birlikte gelenekten kopuş mu?
MK: Hele teknoloji… Şu telefon denen olay arkadaşlığı ve sohbeti bitirdi. Önceden bayramlarda ziyaretler olurdu, şimdi telefon var, mesajla kutluyoruz. Teknoloji bence bizi yok etti.
Peki, müziği yok etti mi?
MK: Yok teknoloji müziği yok etmedi, edemez de. Çünkü müzik her çağda kendini yeniler ve teknolojiyi kullanarak daha güzele doğru gider.
Yeni albüm hazırlığı var mı?
MK: En son Ahmed-i Hâni Divanı yaptık. Şimdi solo albüm çalışmamız var.
Nasıl eserler var içinde?
MK: Sürpriz :) Yeni eserlerimiz olacak içinde.
Bir şey söylemek istiyorum. Sizi dinlerken gözlerimi kapattığımda bir tekkeye ışınlanıyorum. Bu çok özel bir şey.
MK: Amacımız da bu zaten. Erbane çalınırken 'düm tek' diye bir ses verir, işte o kalbin ritmidir. Erbane üzerine yazdığımız bir şiir var bizim:
"Güm tek diye Allah derim yediğim her fiskeyle,
Kimi beni tonda çalar kimi yasta kimi zikirde,
Kimse bilmez bendeki manayı, benim adım Erbane.
Özümde taklit yoktur, sanma yapılmışım bir halka ve çekilmişim deri ile
Hakkı zikreyleyen 99 halka var benim içimde,
Ben varken yoktu ne saz ne tambur ne kemane,
Davut'tan (a.s) beri varım benim adım Erbane."
Müzik ve İslam tartışmalarının neresindesiniz? Eleştiri alıyor musunuz?
MK: Müzik haramdır diyenler var. Biz şöyle diyoruz eleştirenlere. Müziği bıçak gibi düşünün. Hangi yönde kullanırsan ona göre sonuç alırsın. Ekmek de kesersin adam da vurursun.
Aşk konuşalım mı biraz da?
MK: Ben aşkı anlatamam. Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine sormuşlar aşkı: "Aşkı bilen söylemez, söyleyen bilmez, dinleyen anlamaz" demiş. Aşk ancak yaşanır. Aşktan ziyade cezbe haline şöyle bir örnek verebilirim: Hz. Peygamber; "Cezbede rahmet vardır" diye buyuruyor. Cezbeyi şuna benzetirim ben: Hani erbane çalıp ilahi söylediğimiz an var ya, bazen dinlerken içine bir huşû gelir. Huşû seni kaplar sonra bir coşku gelir insanın içine, ağlatacak gibi olur, gider. Kısa gelip geçici bir havadır. Aşk öyle bir haldir. Temmuz'un 15'inde, o en sıcak günde yolda yürürken havada hafif bir rüzgâr eser, bir an seni böyle okşar geçer ya, aşk öyle bir şey. İnsanın üzerinde kalmaz, kalıcı olursa insanın ona tahammülü olmaz. Ya bayılır ya ölür.
Cİ: Yahut Mecnun olursun, Ferhat olursun, Şirin olursun.
Beklentileriniz, hayalleriniz neler?
MK: Çok kolay ama aslında çok zor bir soru. Müzik anlamında bir beklentimiz yok ama Diyarbakır için çok beklentimiz var. Diyarbakır'ın yine eski ve güzel günlerine dönmesini, insanların birbirini kardeşçe kucaklamasını arzu ediyoruz.
Cİ: Bir de devletin buraya biraz daha el uzatmasını istiyoruz. MK: Halkın, devletin kendisinin yanında olduğunu hissetmesi lazım. Henüz onu hissetmiyor.
Halkın bunu hissetmesi için devletin ne yapması lazım?
MK: İletişim güçlenmeli. Toplantılar, seminerler yapılması lazım.
Sanırım devletin burayı daha çok dinlemesi lazım.
Cİ: Kesinlikle. Sokaktaki adam şöyle diyor: "Biz hendek siyasetini gördük, bu partiye oy vermiş olabiliriz, hata ettik, bunu da kabul ediyoruz, bir daha bunların arkasından gitmeyeceğiz ama artık devletin buralara ve bize sahip çıkması lazım."
MK: Gençlere yönelik projeler yapılması lazım. HDP kanadı burada müzik kursları açtı. 15-16 yaşındaki gençleri alıyorlar, onlara müzik eğitimi vereceğiz diye dağ kadrosuna asker yetiştiriyorlar. Bunu yaparken de müziği kullanıyorlar. Bu tip sosyal faaliyetlerin devlet eliyle yapılması gerek. Devleti, manevi değerleri, birlik ve bütünlüğünü anlatan birilerinin olması lazım bu çocuklara. Dini ve milli duyguları yerinde sağlam bir nesil yetişir böyle olursa.
Yaptığınız müziğin oldukça milli olduğunu düşünüyorum.
MK: Sadece Diyarbakır'a değil bütün Türkiye'ye sesleniyoruz. Bir adamın Kürt olması milli olmasına engel midir? 15 Temmuz'da benim gibi binlerce Kürt canını malını ortaya koyarak Türkiye için çıkmadı mı sokaklara? Bizim için ne vardı? Tek vatan, tek bayrak! Bu değil miydi ortak amaç? Bir insanın Zaza, Laz veya Çerkes olması neyi değiştirir? Hepimiz o bayrağı savunmuyor muyuz? Çanakkale'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da aynı amaç için can vermedik mi biz? Ben demokrasi mitinglerinde konuşurken şunu söyledim. Açın tarih kitaplarına bakın İzmir'deki büyük Yunan taarruzunda, Yunan bayrağını direkten indirip göndere ilk Türk bayrağını çeken adam Diyarbakırlı Kürt Reşo adında bir zattır. Millilik budur işte. İzmir de benim için aynıdır Şırnak da. Edirne'de biri benim toprağıma vatandaşıma elini uzatır da benim canım sızlamazsa, namerdim demek ki.
Karadenizliyim. Memleketim Rize ama Diyarbakır'da Kürt, Mardin'de Süryani, Adalarda Rum olabilirim. Nereye gitsem kendimi evimde hissediyorum. Millilik bu değil mi?
MK: İşte budur! Ben de aynı şeyi söylüyorum. Bir programa katıldık, memleketin dört bir tarafından insanlar gelmiş kendi yörelerini tanıyordu. Dedim ki, ne kadar şanslıyım, ne kadar güzel bir ülkenin vatandaşıyım.
Cİ: Bu arada bizi ne zaman Rize'ye götürüyorsun?
En kısa zamanda.
Cİ: Lazca eser yapmak istiyoruz. Bize gelen yorumlarda soruyorlar neden Lazca yok diye.
Son olarak…
MK: Ben huzur dolu günlerin geleceğine bizim de o günleri göreceğimize inanıyorum. Büyük bir umutla 2023'te bağımsız bir Türkiye olarak, büyük Türkiye olarak dünyaya ayağımızı sert bir şekilde vuracağımıza inanıyorum.
Teşekkür ederim.