Deklanşör sesinin peşinde…
Geleneksel ama yenilikleri yadırgamayan bir ailenin ortanca çocuğu Elif. Sanata hep ilgisi olmuş ve hep farklı bir şeyler yapmak istemiş. Ama etrafında buna örnek teşkil eden kimse olmaması nedeniyle bir türlü cesaret edememiş.
"Fotoğraf çekmeyi çok seviyordum ama bunun bir iş olarak yapılabileceğini hiç düşünmemiştim. Belgesel fotoğrafçılığına ilgim vardı, kendim küçük küçük bir şeyler çekmeye başlamıştım. Annemin eski bir analog fotoğraf makinesi vardı, onunla amatör çekimler yapıyordum. Kız Kulesi'ne yahut Fener-Balat'a gidip fotoğraf çekmeyi seviyordum. Çünkü bizde öyledir. O deklanşör sesi bile takıntı haline gelebilir."
Bu takıntının eğitimini almayı kafasına koymuş ve güzel sanatlar sınavına hazırlanmış. Bunun için çeşitli kurslara gitmiş. Yıldız Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf ve Video Programı'nı derece ile kazanmak ciddi bir özgüven vermiş bundan sonra yapabileceklerine dair.
Okurken farklı camiadan insanlarla bir arada olduğunu söylüyor Elif. Bu kişilerle arası hep iyi olmuş. Son sınıftayken Erasmus ile Fransa'ya gitmiş ve Avrupa'da çeşitli ülkeleri gezmiş. Yurtdışı tecrübesinin kendisine çok iyi bir vizyon kazandırdığını dile getiriyor.
Okul bittikten sonra fotoğrafa dair çeşitli işler yapmış genç fotoğrafçı, bunlardan bir tanesi TRT Haber'de spikerlerin çekimlerini yapmak olmuş. Tam bu süreçte Anadolu Ajansı'nda açılacak olan Fotoğraf Akademisi'ne fotoğraflarını göndermiş. Çeşitli eleme aşamaları, mülakat ve eğitim süreci derken ajansta çalışmaya başlamış.
Yaklaşık iki senedir Anadolu Ajansı'nda çalışan Elif, hayalinin içinde olduğunu söylüyor. Buradaki iş hayatı çok dinamik, yedi gün 24 saat sürekli ulaşılabilir biri olmak mesleğinin olmazsa olmazı. Geçen yıl ajansın açtığı Savaş Muhabirliği Akademisi'ne katılmış. Buradaki eğitimde zor şartlar altında kendisini test etme imkânı bularak, fiziki sınırlarını keşfederek, kendini daha iyi tanıma fırsatı bulmuş. "Yeri geldi çamurda süründüm, yeri geldi soğuk baraj suyunda yüzdüm ve en zorlusu gece dağda diğer arkadaşlarımla beraber sabahladım. Müthiş ve edinilmesi gereken bir tecrübeydi."
Bir insana koca bir zümreyi temsil etme görevinin yüklenmesine sonuna kadar karşı Elif. Başörtülü bir birey olarak yaptığı hata ya da elde ettiği başarı bireysel olarak bir insanın kendisini ilgilendirmeli diye düşünüyor ve bu tarz genellemelerden hep uzak durmaya çalışıyor kendi dünyasında.
Birçok toplumsal olay ve eylemde başörtülü kimliği ile işini en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Bu durumlarda kendisine gelen bakışlar, onun belli bir kesimin temsilcisi olduğu düşünülerek gelen bakışlar. Ancak Elif, insanların dertlerinin onunla olmadığını düşünerek işini yapmaya devam etmiş hep. Çünkü kendisine göre onu tanımlayan tarafı başörtüsü değil işini yapış tarzı. "Her kesimden insanlara hep saygı duyduğumu söylüyorum. Ben sadece bir kenarda işini yapan bir gözüm. Tabii ki bir dünya görüşüm ve kendimce fikirlerim var ama işimi yaparken tamamen bağımsızım. Ne görüyorsam fotoğraflamaya çalışıyorum."
Erkek nüfusunun çok fazla olduğu bir meslek yapan Elif, zaman zaman garip tepkilere de maruz kaldığını söylüyor. Bazı haberlere gittiğinde "Seni bu işe neden gönderdiler abla ya, başka kimse mi yoktu?" diye söylenen insanlara laf anlatmaya çalışmak yerine, işini daha iyi yaparak cevap vermeyi tercih etmiş. Adliye kapısında önemli biri getirilecek diye beklerken ya da toplumsal bir olayda kadın olarak yer almanın avantajlarını ve dezavantajlarını birleştirmiş. Çok büyük arbedeler yaşanırken kendince yöntemler geliştirmiş. "Böyle zamanlarda yapabildiğim sadece kolumu bir şekilde bir yerden çıkarıp çekmek. Ya da boyumun avantajıyla öne geçip çömelerek bir şekilde haberin fotoğrafını kurtarmaya çalışıyorum."
2014 yılında Suriye sınırının açıldığı ve insanların kum fırtınaları ile birlikte alınmaya başladığı dönemde Suruç'taymış genç foto muhabir. İnsanların halleri, bu meslekle ilgili çok düşündürmüş onu. Yardım etmeye çalışma ihtiyacı ve tüm olanlara rağmen işini yapma gerekliliği arasında gidip gelmiş. "Bu çok insani bir durum. Zaman zaman çok zorlandım. Ama benim yapacağım tek yardımın o insanların sıkıntılarını en iyi şekilde fotoğraflara yansıtmak olduğu bilincine vardım. Bizim yardım etme şeklimiz de bu olmalı. Zaten orada işi tam anlamıyla yardım etmek olan görevliler mevcuttu. Geçtiğimiz yıl nasıl bir foto muhabiri Aylan bebeğin kıyıya vurmuş bedenini fotoğraflayıp tüm dünyaya duyurduysa, bu da öyle. Orada o bebeğe yapabileceği hiçbir şey yoktu o muhabirin. Ama çektiği o fotoğrafla çeşitli ülkelerin mültecilere karşı vicdanlarını harekete geçirdi."
1 Mayıs 2015'in sembol fotoğraflarından biri haline gelen o meşhur fotoğrafın hikâyesini soruyorum Elif'e. Gülümseyerek anlatıyor: "2015'in 1 Mayıs'ında başka bir foto muhabir arkadaşımla beraber Taksim'de görevliydik ve orada beklenen bir olay yoktu. İstanbul'un diğer noktalarında ise beklenen hareketlilikler oldu. Taksim Meydanı'nda eylemciler geceden gelip bir pasajda saklanmışlar. Biz beklerken çay içiyorduk. Bir anda çitleri aşıp atladılar ve ortalık karıştı. Her fotoğrafçının aradığı o ortam oluştu. Fotoğraftaki köpek de sabahtan beri bizim aramızda dolanıyordu. Ne zaman bir yerde bir ses çıksa oraya gidiyordu. Ben polisin müdahalesini çekerken bir yandan da gözüm o köpekteydi. Bizim eğitimimizde ajansta tecrübeli foto muhabir abilerimizin en çok değindiği noktalardan bir tanesi, fotoğrafı çekerken iki gözün de açık olması noktasıydı. Aksi halde olaydan soyutlanabilirsin, etraftan gelebilecek çeşitli gelişmeleri atlayabilirsin. Bu belli bir süre sonra kazanılabilen bir özellik. Baktım o köpek geldi, yerde yatan çocuğun saçını yalıyor. Polis orada çocuk rahatsız olmasın diye köpeği uzaklaştırmak için bir hamlede bulundu. Sonrasında bu fotoğraf günün fotoğrafı diye neredeyse bütün haber sitelerinde paylaşıldı. Bu işteki ilk kayda değer başarım da o fotoğraf oldu."
Bir fotoğrafçının dünyasında her baktığı bir leke, her gördüğü bir kompozisyon. Madde olmaktan uzak her şey. İnsan ifadeleri bile… Elif Öztürk'ün hayatında her güne ait birçok anı var. Her gün yeni yüzler ve bu yüzlerin dünyaları onun gibi foto muhabirleri sayesinde bize ulaşıyor. Dileriz ki, yıllar boyu acının az yaşandığı bir dünyada hep mutluluk veren fotoğraflarda imzasını görelim.