Venezuela
ABD'ye ve emperyalizme kafa tutan tavrıyla hafızalara kazınan Hugo Chavez'in dört yıl önceki ölümünden sonra Venezuela giderek büyüyen bir karışıklıklar yumağı ile darmadağın durumda. Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerden eskisi gibi destek alamadığı için yalnızlaşan ülkede son dönemlerde muhalif gösteriler, isyanlar, sokak çatışmaları eksik olmuyor. Batılı ülkeler tarafından desteklenen muhaliflerin çoğunluğu elinde bulundurduğu eski meclise karşı yeni bir kurucu meclis oluşturmak derdinde. Ülkede yeni bir anayasa yapmak üzere muhaliflerin boykotuna rağmen seçime giden ve seçimi kazanan sosyalist yönetime karşı büyük bir direnç söz konusu. Seçimin hemen sonrasında ABD tarafından desteklendiği öne sürülen üniformalı, silahlı asker ve siviller tarafından Valencia yakınlarında bir askeri üsse düzenlenen saldırı ve darbe girişimi hükümet kuvvetleri tarafından bastırılmış olsa da yaşanan bu olay, ülkedeki gidişatın akıbeti hakkında hayli fikir verici mahiyette. Chavez'in yerine geçen yardımcısı Nicolas Maduro yönetimindeki ulusalcı ve sosyalist yönetimle ilgili haberler ABD ve Avrupa menşeli basın tarafından çoğunlukla; "diktatörlük, baskı, kaos, isyan ve sansür" başlıklarıyla veriliyor. Ancak son dönemlerde birçok iç çalkalanmaya sahne olan Venezuela'da gerçekte ne olup bittiğini anlamak için Batı ana akım medyanın başlıklarının ötesinde daha derin jeopolitik bir okuma yapmak gerekiyor. Meseleye bu açıdan yaklaştığımızda ise göz önünde bulundurulması gereken en önemli unsur, Venezuela'nın dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olduğu gerçeği. Bir diğer parametre ise dünyanın en büyük tüketici toplumu olan ABD'nin bu ülkenin denizaşırı komşusu oluşu. Kişi başına en yüksek otomobil sayısına sahip ve aynı zamanda plastik gibi petrol türevi ürünlerin de en büyük tüketicisi olan ABD, kullandığı petrolün yüzde 60'ını dışarıdan temin etmek zorunda. Bağımlısı olduğu petrolün büyük kısmını Ortadoğu'dan alan ABD ve müttefiklerinin bölgeyi içine soktukları durum ortada. Ortadoğu'dan tankerlerle 45 günde gelen petrole karşılık Venezuela'dan beş günde ABD'ye gelebilecek olan petrole konulan göz, aslında burada olan bitenlerin ana sebebi. Kısacası Ortadoğu'daki petrol rezervlerini büyük ölçüde hâkimiyetine alan ABD, burnunun dibindeki Venezuela'nın petrol rezervlerini kimseye bırakmak niyetinde değil. ABD işte bu "tamamen duygusal" nedenlerle sosyalist iktidarın ülkede demokratik bir yönetim sergilememesinden rahatsız(!) 1958'den itibaren 40 yıldan fazla ülkeyi dönüşümlü olarak idare eden ve her ikisi de sağ parti olan iki ana parti Accion Democratica ve COPEI'nin beslediği oligarşik yapı, uzun yıllar ABD için uygun fiyatlı Venezuela petrolü anlamına geliyordu. 2000'lerin başında Chavez'in devlet başkanlığına seçilmesi ABD ile Venezuela oligarşik yapısı arasındaki bu flörte son verdi ancak 2002 yılında ABD destekli bir darbe girişiminin de yolunu açtı. Bu darbe başarısız olunca 2003'ten itibaren Venezuela'ya karşı bugüne kadar süren ve mevcut sosyalist yönetimi giderek otoriterleştiren ekonomik bir mücadele başlatıldı. Özellikle Chavez'in ölümünden sonra sosyalist yönetimi hayli sıkıntıya sokan, ülkede fakirliği, sosyal sıkıntıları körükleyen bu mücadelede ABD tarafından temsil edilen uluslararası güç ve finans odaklarının istediği olursa Venezuela, yeniden demokratik bir yönetime, insan haklarına ve açık bir topluma kavuşacak (!) Tıpkı daha önce Irak, Suriye, Mısır, Libya ve benzer ülkelerde olduğu gibi (!)