Şair Leyla Hanım’ın gönül düşürdüğü tarih
19'uncu yüzyılın divan şairlerindendir Leyla Hanım. Payitahtta dünyaya gelir ve hayatını burada devam ettirir. Kazasker Moralızade Hamid Efendi ile Hatice Hanım'ın kızlarıdır. Dayısı Keçecizade İzzet Molla, kalemiyle birlikte gölgesine sığındığı bir çınardır sanki. Kendisini bir beytinde, 'velinimeti' olarak nitelendirir. Ömrünü, anne ve babasının yanında idame ettirir Leyla Hanım. Kısa süren bir evlilik geçmiştir başından. Şemsettin Sami, Kâmûsü'l-A'lâm ansiklopedisindeki "Leylâ Hanım bakiye-i 'ömrüni mütâla'a vü şi'irle geçirerek 1264'te vefât itmişdir" sözleriyle, hayatını şiire hasrettiğini belirtir.
Şaire hanım, çeşitli nazım biçimlerinde eser verdiği bir divan kaleme alır. Bursalı Mehmet Tahir Efendi'nin, 'mü'essir ve muharrik' diye tarif ettiği münacat ve mersiyelerini, Şemsettin Sami de takdir eder. Leyla Hanım'ın şiirinin edebi değeri hakkında uzunca konuşmak mümkün elbette. Ancak bir hadiseye tarih düşürdüğü metinleri, özellikle bugünden bakınca, divanının önemini artıran bir unsur olmasıyla dikkat çekicidir. II. Mahmud'un şehzadeleri Abdülmecid ile Abdülaziz'in sünnet merasiminden, Mekkizade Asım Efendi'nin üçüncü kez şeyhülislamlık makamını üstlenmesine; Sultan Ahmed Camii'ne ait muvakkithanenin tamir edilmesinden, subaşı Ömer Ağa'nın yaptırdığı kahvehaneye kadar, ellinin üstünde hadiseye tarih düşürmüştür.
Kalemi bir sicil memuru gibi işleyen şaire hanım, ölümleri ve doğumları da kayda geçirir. Sultan II. Mahmud'un kızları Atıyye, Münire ve Fatıma sultanların doğumları sebebiyle, 'göz aydını' kabilince şiirler sunar. Abdülmecid Han'ın 1842 senesinde dünyaya gelen kızı Refia Sultan'ın doğumuna tarih düşürdüğü manzumesinden şu beyit, edebi derinliğiyle de önemlidir: "Mihr-veş başına alsa nola lâlây-ı felek/İtdi zîb âlemi ol lü'lü-i hâkân-ı cihan." (Feleğin lalası, ne olur başına alsa güneş gibi/Cihan hakanının o incisi âlemi süsledi.) Şair, çarpıcı bir hayal bulmuştur. Yıldızların bir lalası vardır ve en parlağı olan güneşi bir taç gibi başında taşıyordur. Öyleyse, güneş gibi âlemi aydınlatıp süsleyen ve bir inciye benzeyen Refia Sultan'ı da taşısa, yeridir. Aynı zamanda, yıldız ilminde güneş boyun eğmemeyi temsil eder. Bu açıdan da bir hakan kızı için 'muktezay-ı hale mutabık', uygun bir benzetmedir. Ayrıca ilk mısra, çocukların başa alınarak gezdirilmesini çağrıştırır. Eh, hayale gümrük yok. Ama ömür öyle mi! Şaire hanımın seslendiği o felek âleminde, Refia Sultan'ın yıldızı 38 yaşındayken sönecektir.
Leyla Hanım, II. Mahmut'un Beylerbeyi'nde yaptırdığı ahşap sahil sarayına da tarih düşürür. "Münevver eyleyüp Beglerbegi'n bâg-ı behişt-âsâ" (Aydınlatıp Beylerbeyi'nin cennet gibi bağını) diye tasvir ettiği sarayın bugünkü hali, oğlu Abdülaziz Han tarafından bina ettirilir. Herhalde şaire hanımın, vefatından 16 yıl sonra şimdiki haliyle yapımına başlanan sarayı görmeye ömrü vefa etseydi, hokka ile divitine sarılması işten bile değildi.
Leyla Hanım, II. Mahmud Han'a hürmet ve minnetini cömertçe dile getirmiştir. Padişahı methettiği beyitlerinden birinde, Aristo ve Eflatun'u da işin içine karıştırır: "Olurdı re'yine re'y-i Aristû cân ile meftun/O şâh-ı âlemin akl-ı Felâtun aklına hayrân." Sultan II. Mahmud'un Yeniçeri kurumunu lağvedip kurduğu yeni orduya da bir methiye düzer. 'Medhiye Berây-ı Asâkir-i Mansûre' başlığıyla verilen kasidede, fırsat bulmuşken meydana şair Fitnat Hanım'ı da davet eder: "Kandadır Fitnat gelüp olsun benimle imtihân/İşte meydân-ı sühân işte kalem işte kitâb." Şairemiz, Fitnat Hanım'ın adını söz konusu kasidede anarak, şiirini, söndürülen Yeniçeri ocağıyla aynı kefeye koyduğunu ima etmiştir. Beyit, kendisinin nüktedan tarafını fısıldar bize.
Leyla Hanım'ın mısralarından, sadece hadiselerin değil, duygu tarihinin de izini sürmek mümkün. Mısraları, şimdi esamisi dahi okunmayan bir his manzumesinin örnekleriyle yüklüdür. "Yoktur eş'ara benim zerrece istidadım/Söyleyen ben değilim hazreti Monla'nındır" diyen şaire hanım, şiire kabiliyetinin bulunmadığını, ancak Mevlana hazretlerinin himmetiyle söyleyebildiğini ifade ederek, mahviyet makamındaki hünerini sergilemiştir. Başka bir şiirinde ise şöyle yakarır: "Sailim matbahı ihsanında/Aman Aşçı dede koyma beni aç." Mevlevilikte, mutfak ve aşçının özel bir yeri vardır malum. Bu hususi rütbeye atıfla, aşçı dededen medet umar şairemiz.
Ney sedası gibi derinden
Leyla Hanım'ın yaşadığı yüzyılda tasavvufi şiirin piştiği ateş sönmeye yüz tutar. Bir sonraki asrın başında Yahya Kemal: "Melamet söndü şarkın her yerinde" diyecektir. Şaire hanımın, hakkında en çok söz sarf edilen şiirlerinden biri, 'ne derlerse desinler' redifli gazelidir ki melamet kokusu yayılır için için: "İç badeyi gülşende ne derlerse desinler/Âlemde sen eğlen de ne derlerse desinler." Mısralar, Nesimi'nin 'kime ne' redifli şiirindeki duygu kaynağından kadehini doldurmuştur: "Nesimi'ye sormuşlar yârin ile hoş musun/Hoş olayım olmayayım o yâr benim kime ne." Leyla Hanım, klasik şiirin duygu silsilesine bir halka ekler böylece. Gazelin, bir hanımın kaleminden çıkması da, Melamilik neşvesini artıran bir unsur olsa gerek.
Şaire hanımın, mutasavvıf yanını ve klasik şiirin semboller dünyasını göz ardı ederek şiirini değerlendirdiğimizde, yorumun eksik veya hatalı olacağı muhakkak. Döneminde böyle sözler sarf edilir nitekim. Ama Leyla Hanım, kulağına kadar ulaşan konuşmalara aldırış etmez. Laf yetiştirmez ama şiir yetiştirir; şu beyitte olduğu gibi: "Şiddet-i dûzahla korkutma beni gel zâhidâ/Aşkıma nisbet benim bir şey midir nâr-ı câhîm." Divan şiirinin disiplini içinde yazan şaire hanım, kendisini tân eyleyen zahide, cehennem ateşinin gönlündeki aşk ateşi karşısında sönük kaldığını söyler. Kaleminden sıçrayan nükte, yakıcı bir mübalağa sanatı örneğidir.
Ketumdur klasik şiirimiz; rumuzla konuşur. Ama söz konusu disiplin, şairin şahsiyetini, tavrını, fikrini ifade etmesini gölgelemez. Hatta zamanla değişen fikirler, açık bir dille beyan edilir. Leyla Hanım'ın şu dizesinde olduğu gibi: "Değişti asrımızda hamd ola hûbanın ahlakı." Baki'nin bir gazeline yazdığı tahmiste yer alan bu mısrada, güzellerin huyunun farklılaştığını şükrederek dile getirmesi şaşırtıcıdır. Gerçi Sadullah Paşa, Ondokuzuncu Asır Manzumesi'nde: "Mecaz oldu hakikat, hakikat oldu mecaz/Yıkıldı belki esasından eski ma'lumat" demiyor muydu?
Leyla Hanım'ın sesi, neyin sedası gibi derinden gelir: "Söyletme beni zalim derunumda neler var." Şairemiz, virane gönlüne teselliyi Mevlevi dergâhında aramıştır. "Dil-i viranemi eyle tamir" diye eteğine yapıştığı Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerine niyaz eyler. Onu etkileyen hadiseler nelerdi bilemiyoruz. Ama yazdığı mersiyelerinden kardeşi, babası ve dayısının vefatları ile canının yandığını hissedebiliyoruz. Kardeşinin ölümüne üzülürken, annesinin çaresizliği karşısında kederi bir kat daha artmıştır: "Kalmadı acımadık ağlamadık 'âlemde/Bu firaka nice sabr eyleyebilsün mâder." Şaire hanımın kalemi, ölenle ölmüştür sanki. Hayatlarının bir parçası olan, cariyeleri Emine ve Seyyare hanımların vefatlarına da bigâne kalmaz. Mısralarından, hizmetkârların ev halkıyla ilişkilerine dair ipuçları bulmak; bir konağın ayak seslerini işitmek mümkün. Seyyare isimli halayık hakkında tarih düşürdüğü mersiyesindeki şu iki beyit, evin hanımının hissiyatına ayna tutar: "Hüzn ü fürkatde kodı şimdi Hadîce Hanım'ı/Bir perestârı idüp 'azm-i reh-i dâr-ı bekâ/Vâlidem anı çerağ itmek ümîdindeydi âh/"İrci'i emrini gûş itdikde bulmadı rehâ." Konağın perestârı/hizmetkârı, hanımı tarafından çerağ edilmek üzeredir. Kendi evinin hanımı olacaktır artık. Ama gaipten "ircii/dön" emrini işiterek, dar-ı bekaya yürür. Hayaller, kuranın elinde kalmıştır. Hatice Hanım, ziyadesiyle kederlenir.
Leyla Hanım'ın vefatı da sevenlerini böyle derinden etkiler. 1847 yılında, divanını dostlarına yadigâr bırakarak asıl yurduna göç eyler şairemiz. Çağdaşı Şeref Hanım, çok latif bir tarih düşürür ölümüne: "Sağ olaydı dirdi Mecnûn fevtinin tarihini/Adne aldı gitti Leylâ Hanım'ı Kays-ı ecel." Ne diyelim: "Evvel giden ahbaba selam olsun erenler."
EMEL ÖZKAN KİMDİR?
Şair.