Şiirde mısraların ilk harflerinden anlamlı sözcükler oluşturma tarzı olan akrostişin iyi örnekleri pek nadirdir. Hatta -latife olarak- bu türün Yekta Güngör Özden'in yazdığı şiirlerle sona erdiği bile iddia edilir. Ama her alanda istisnalar olduğu gibi akrostişin de bir başyapıtı vardır. Sezai Karakoç'un Mona Roza şiiri de akrostişin ve aşka adanan eserlerin bizdeki başyapıtı sayılabilir. Mülkiye'de bir sınıf arkadaşına âşık olan mahcup Sezai Karakoç, dört yıl boyunca aşkıyla yansa da bu muhacir kızına açılamaz. Şair adamın aşkını aksettireceği eser de haliyle şiir olur. Eski şiirimize ve onda sıkça kullanılan gül sembolizmine karşı alaycı bir tutum takınan dönemin yeni şiircilerine karşı bir cevap ve meydan okuma olan Mona Roza şiiri ile en güzel aşk şiirlerinden birini edebiyatımıza kazandırırken, her kıtanın ilk harfleriyle sevdiğinin adını şiire gizlice nakşeder. Sezai Karakoç'un başyapıt kabul edilen bu gençlik şiirini 62 yıl önce aşkının eseri olarak yazmış ve sevdiği Muazzez Akkaya'nın ismini bu şiirle ölümsüzleştirmiş olsa da bir daha hayatı boyunca bu ismi anmamıştır.